Hayalden Hayata…

H. Kübra ERGİN

hkubraergin@hotmail.com

Hayat…

Mekâna döşenmiş varlıklarla zamana dizilmiş hâdiseler arasındaki, bitip tükenmeyen, çok fazla değiş¬meyen, ama hiçbir zaman da tekrarlanmayan ilişkiler bütünü…

Şiir…

Mısralara dizilmiş hayallerle, vezin ve kafiyelerde akan âhenk arasındaki, her dönemde başka, ama her zaman büyülü ve hiçbir zaman esrarı çözülemeyen kı¬pırtı…

Hayat ve şiir…

İç içe iki ayna…

İkisi de rûhun çeşitli hâllere bürünmesine vesi¬le olan tecellîler aynası… Tek farkla; hayat; görülür ve tadılır şekillere bürünerek varlık ve hâdiseleri ortaya çıkarırken; şiir; okunur ve işitilir şekillere bürünerek kelimeleri ortaya çıkarıyor…

Böylece şiir; rûhun hayat aynasında tecrübe ettiği ama adını koyamadığı hâllerini billûrlaştırıp özetliyor.

Şiir, bir yönüyle hayatın damarlarında akan bengi¬su gibi; onun özü ve hülâsası. Duygu, düşünce, heyecan ve hüzünleri damıtan gönüllerin gözyaşı…

Şiir, çoğu zaman gözyaşıdır. Yetişkin insanın ağla¬ması, gülmesi, coşması veya adı konulamayan duygula¬rın seline kapılmasıdır, şiir. Gözyaşları yerine kelimeler¬le inlemektir…

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!

(Mehmed Âkif)

İnsan neden ağlar?

Diğer canlı türleri, bir üyelerini kaybedince yas tutmaz, ayrılık nedeniyle hicrana gark olmaz, karşılıksız sevmez, zulme uğrayınca gazaplanmaz ve en önemlisi hayata bir mânâ aramaz. Çünkü ölüm de zulüm de ha¬yatın tabiî bir parçasıdır.

Ama insan öyle değil. İnsanın yüreği kabarır, gönlü kanar, içi ya¬nar. Ve insan ağıt yakar, hicveder, nağme nağme sızlanır…

Şiir; ağlamanın gelişmiş bir şekli olduğundandır ki, ünlü şairler onu söz fiilinden çok ses âhengi ola-rak nitelemişler ve mûsıkîye yakın bulmuşlardır:

“Şairinin lisanı, nesir gibi an¬laşılmak için değil fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, mûsıkî ile söz arasında, sözden ziyade mûsıkîye ya¬kın, ortaklaşa bir dildir.” (Ahmet Haşim)

Çocuğun ağlaması nasıl ki an¬neye sesleniş, onu yardıma çağırış ise, yetişkinin, sazıyla inlemesi, sö-züyle sızlanması da öyle dua ve ni¬yaz yerine geçer. Gönüllerin samimî iniltileri çok geçmez mâkes bulur ve dinleyenlerin kalbinde bir sızı bıra¬kır. Ortak bir hüznün, acının veya sitemin sembolü olur, o zaman şiir. İşte o zaman şiir hayatı değiştirir.

Bir yandan şiir, hayatın tam zıddıdır. Hayat ne kadar anlamsız, düzensiz ve âhenksiz ise şiir o kadar anlam yüklü, düzen ve âhenk peşin¬dedir. Hayat ne kadar kaba-saba bir gürültüyle, baş döndürücü bir hızla sürüklenirse şiir o kadar hassasiyet, zevk ve sükûnetle nağmelenir. Ha¬yat, hele modern zamanların hayatı bir iş makinesi gibi ise, şiir bir hatta¬tın kalemi gibidir.

Bu yönüyle şiir, hayatın kar¬şısına dikilip ona ayna tutan, onu sorgulayan ve onu olduğu gibi bı-rakmayıp ideallere zorlayan bir terbiyecidir sanki. Âlem denizinde narin yakamozlar misali görünüp kaybolan ilâhî nurları yakalama sa¬natıdır sanki şiir:

“Bizce şiir mutlak hakikati ara¬ma işidir. Eşya ve hâdiselerin, bütün mantık yasaklarına rağmen en mah¬rem, en mahcup, en nazik ve en has¬sas nahiyesini tutarak ve nispetle¬rini bularak mutlak hakikati arama işi…” (Necip Fazıl)

Kaba bir gözle pek de fark edilemeyen rahmet, adalet, şefkat ve cemal nurlarını sezinleyen şair gönlü, onları bir mercek gibi topla¬yıp odaklayarak şiir hâline getirir. Ve o nurla insanın yoluna ışık tutar. Baş gözü âlemdeki kavgayı görür, pay kapmaya koşarken, gönül gözü bu gürültünün gizlediği düzen ve uyumu görür. O uyumu hayata da hâkim kılmak için, uyumlu sözlerle konuşur.

Şiir, gönüllerin ince sezgileri¬ni paylaşmak için bir dildir ki, aynı hisleri duyanlar o dille anlaşırlar. Gönlünün en mahrem hislerinin diğer gönüllerde de aksettiğini gör¬mek kadar bir şairi heyecanlandıra-cak bir şey olabilir mi?

Gönlünde yansıyan hüzünle beraber umudu, gurbetle birlikte kurbeti başkalarına da duyurabilme ve insanlığı ortak bir hülyaya da¬vet etme uğraşıdır şairlik. Ve güzel bir manzûme gibi, mânâlı, düzenli, âhenkli ve zevkli bir hayata daveti¬yedir her şiir…