Fatma Nine

İrfan ÖZTÜRK

Yıl 1970…

Pamukova Merkez Kur’ân Kursu öğreticisi olarak vazifeye devam edi¬yordum. Ders esnasında sınıfımızın kapısı çalındı. «Buyurun!» deyince, içeri küçük bir kız çocuğu girdi, ço¬cuk ağlıyordu:

“–Buyur kızım, ne oldu, neden ağlıyorsun?” diye sordum:

Hıçkıra hıçkıra:

“–Hocam, hacı dedemiz hasta¬landı, çok hasta, Fatma ninem de sizi çağırıyor, acele gelmenizi söyledi.” dedi.

“–Peki sen niye ağlıyorsun?” diye sorduğumda ise çocukça bir ifa¬de ile:

“–Hiç…” dedi, anlatamadı.

Hemen:

“–Peki kızım, bu hacı dede de¬diğin kimdir, nerede oturuyor?” de¬yince, kız şaşkın bir ifade ile yüzüme bakarak:

“–Hocam, hacı dede sizin çok yakınınızda oturuyor, neden komşu¬nuzu tanımıyorsunuz, neden komşu-nuzdan haberiniz yok? Galiba bunun için ağlıyorum.” dedi.

Bunu söyleyen çocuk beş ya da altı yaşlarında idi. Beni kalbimden vurmuştu. Sınıfı, öğrencileri idare edebilecek bir kalfaya bırakıp yanım¬daki bilge çocukla hacı dedenin yanı¬na gittik.

Ev gerçekten de kursumuza pek yakındı. İki yüz metre var yoktu. De¬rebaşı Mevkii’nde hayırsever birisinin kendi imkânlarıyla ve biraz da kendi ustalığı ile ihlâsla yapılmış, fakat basit bir evden ibaret. İçeri girdiğimde bir mehabet sardı beni. Dış kapı doğrudan odaya açılmıştı. Kapı açılır açılmaz kar¬şımıza geliveren yatakta nur yüzlü ve pek mehabetli bir zat yatıyordu. Edeple selâm verdim, sağ dizimi yere koyarak eğildim ve mübarek elini öptüm.

Hacı dede başını hafifçe kaldırıp selâmımı aldı ve:

“Hoş geldiniz yavrum.” deyip elini uzattı. Elimi, avuçlarının içine alarak ellerimi sıktı ve eliyle işaret ederek:

“Yavrum, şu kitabı indir.” dedi. Dediği kitabı indirdim:

“Şu sahifeyi aç.” dedi. Ben de açıp, gösterdiği yerden okumaya baş¬ladım ve yedi defa okuyup, üfledim.

Hacı dede hemen yattığı yerden kalktı:

“Elhamdülillâh, iyileştim, Allâh’a hamdolsun.” dedi ve hasbıhâle başladı.

Hacı dede ile konuşurken, evin bir köşesinde durup, konuşulanları bü¬yük bir edeple dinleyen yaşlı bir nine-nin oturduğunu gördüm. O esnada bir sessizlik hâli olunca yaşlı nine:

“–Hoş geldin yavrucuğum, Al¬lah senden râzı olsun. Hacı deden akşam neredeyse ölüyordu. Akşam mânâ âleminde dedeye sizin okuma¬nızı söylediler, onun için sizi çağırt¬tım. Hakkını helâl et.” dedi.

Ben:

“–Sağ olun hacı nine. Allah her ikinize de sıhhat ve âfiyet versin.” dedim.

Artık işim bitmişti, gitmek için müsaade almak isteyecektim ki, hacı dede oturmamı söyleyerek nineye:

“–Çay yap!” dedi.

Nine hemen çay yapmak için harekete geçti. Fakat nine yürüye¬miyordu, emekleyerek geziyordu ve fazla hareket imkânına sahip değildi. Çayın yapılması tahmin ettiğim gibi çok uzun sürdü. Hacı dede, birdenbi¬re celâllenerek nineyi:

“–Ne zamana kadar getiriyorsun?” diye öylesine azarladı ki, ben mahcubi¬yetimden başımı önüme eğdim ve çok şaşırdım. Baktım ki, nine hanım emek¬leye emekleye bize doğru geliyor. Getir¬diği bir şey yoktu. Ne yapacağını merak ederken dedenin yanına kadar geldi. Bağdaş kurup oturmakta olan dedenin dizlerine ellerini koyarak:

“–Hakkını helâl et efendi. Sen buz gibi soğuk havada, sabahın so¬ğuğunda minarede ezan okurken ben sıcak yatağımda uyuyordum. Hakkı¬nı ödeyemem; helâl et, helâl et!” diye yalvarıyordu.

Çok duygulandım, gözlerim ya¬şardı.

İşte Pamukova’daki Derebaşlı Fatma Nineyi ilk defa orada tanıdım. Fatma Nine âdeta bir nur âbidesi ve sabır küpü idi. Fatma Nine bu güzel hareketiyle, Müslüman bir kadının kocasına karşı takınması gereken çok önemli bir edebi sergiliyordu.

Bütün güçlüklere rağmen Fatma Nine çayını hazırlamış ve bize sun¬muştu. Hayatımda öyle tatlı çay içtiği¬mi hatırlamıyorum. Dedemin elinden öpüp, Fatma Ninemden de dua talep ederek huzurlarından ayrıldım.

Nerede kaldı, kendini kaybedip nereye gideceğini, ne yapacağını bile¬meyen kızlarımıza örnek olacak böyle nineler?.. Nerede kaldı, o analar, ne¬rede edeple kocasından özür dileyip helâllik isteyen zevceler, eşler?.. Nerede kaybettik bunları, nasıl kaybettik, na¬sıl gözden çıkardık onları?.. Yâ Rabbî, kaybettiklerimizi, kaybettiğimiz yer-lerde aramayı ve bulmayı nasip eyle!

1977 yılında hacca giderken kendisinden dua almak üzere ziyare¬tine gittiğimde:

“–Fatma Nine! Hacca gidiyo¬rum, sizden müsaade almaya geldim, bize dua edin.” dedim.

Kendisine bir titreme hâli geldi. Saate baktım, tam yarım saat kendine gelemedi. Kendine gelince:

“–Rasûlullâh’ımın yanına mı gidiyorsun?” dedi ve aynı hâl tekrar geldi, bu üç-beş dakika sürdü. Nine gerçekten tam bir Peygamber âşığı idi. Veliler âşığı idi. Tanıdığı velîlerin büyüklerinden olan Sâmi Efendi için; «Kurban olayım Sâmi Efendi Hazretleri’ne!» derdi.

Nine, kendine geldiğinde bana:

“–Benim selâmımı -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e götür, beni şefa¬atinden mahrum etmesin. Yol boyu -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’im sizleri yalnız bırakmasın.” diye dua etti.

Ninenin bu duası kabul olmuş olacak ki, yol boyu çok önemli mânevî hâdiselerle karşılaştık.

Hac vazifemizi îfâ edip dönün¬ce ilk işim Fatma Nineyi ziyaret edip, kendisi için çok sevdiği Medîne-i Münevvere’den hediye olarak almış ol¬duğum bir çift terliği kendisine takdim etmek oldu. Kendisine uzattığım terlik¬leri titreyen elleri ile büyük bir edeple aldı, başına koydu, daha sonra öperek koynuna, kalbinin üstüne koydu:

“–Rasûlullâh’ımın feyzine da¬yanmak ne mümkün…” diye söze başladı. Hac boyunca başımızdan ge¬çen acı ve tatlı, önemli bütün her şeyi¬mizi anlattı. Ben:

“–Fatma Nine! Yanımızda mıy¬dın yoksa?” deyince:

“–YA NE, YA NE…” diyerek yine istiğrak hâline girdi. Ne zaman kendine geleceğini bilemediğim için kalben müsaade alarak ayrıldım.

Hacdan gelişim sebebiyle giden-gelenimiz vardı. Bu ara İzmit’ten gelen kardeşlerimiz ziyaretimizi yaptıktan sonra Fatma Nineyi de zi¬yaret etmek istediler, kendilerine yar¬dımcı olmak ve Fatma Nineyi bir daha ziyaret etmek amacıyla onlara katılıp beraberce ziyaretine gittik. Selâm ve¬rip arkadaşları tanıttıktan sonra ben:

“–Fatma Nine! Nasıl sizin için aldığım terlikler ayağınıza iyi geldi mi, giydiniz mi?” diye sorunca, bir¬den ninenin hâli değişti, yüzü sarardı. Sâbit nazarlarla bana yönelerek:

“–Medine’den, Rasûlullâh’ımın şehrinden gelen terlikler ayağa giyilir mi?!. Onları öpüp başıma koydum, son¬ra da koynuma alıp sabaha kadar onlara sarılıp yattım.” deyip ağlamaya başladı.

Getirilen bir naylon terlikti, ama Medîne’den Rasûlullâh’ın yanından geldiği için Fatma Nine nazarında çok kıymetli idi. Allah Fatma Ninenin bu ince anlayışını hepimize lutfeylesin inşallah.

Fatma Ninenin rûhu için üç İhlâs bir Fâtiha okuyabilirsek, müba¬rek rûhunu şâd ile biz de istifade et¬miş oluruz.

Ne diyelim:

Rasûl-i Ekrem’den hikmet alanlar,
Sırlar dünyasına dalar da gider.
Sa‘y u gayret ile himmet alanlar,
Vuslat deryasına dalar da gider.

(Gülzâr-ı İrfan)