Âcil İhtiyaçlarımız…

Naci ÖZTÜRK

Bundan sekiz asır evvel doğan Hazret-i Mevlânâ’nın yaşadığı de¬virde Anadolu güllük-gülistanlık değildi. Siyasî istikrarsızlıktan dolayı bozguncu ve yağmacılar, çeteler kurup halkın malına, canına ve ırzına saldı¬rıyor; kervanların yolu kesiliyor, köy ve şehirler yağma ve talan ediliyordu. Halk; sahipsiz ve çaresiz kalmış, sade¬ce malını değil moral ve ümidini de kaybetmişti. İşte böyle bir zamanda Mevlânâ insanları îmana, ümit ve sev¬giye davet etti.

Anadolu’da huzur ve sükûnun temeli; «Biz birleştirmek için geldik, ayırmaya değil.” buyuran Mevlânâların, «Sevelim sevilelim» diyen Yunusların elleriyle atıldı.

Bugün ülkemizde ülke çapında olmasa da kargaşa ve terör yaşanıyor. Kan akıyor. Birleştirici değil ayırıcı fi¬kirler ortalıkta dolaşıyor. Bir yandan da çözüm için çeşitli kapılarda çeşitli ara¬yışlar var.

Yurdumuzda yüzyıllardır süren birlik-beraberlik havasını muhafaza için yeni Mevlânâlara, yeni Yunuslara, gönül insanlarına ihtiyaç olduğunu ha¬tırdan çıkarmamak lâzımdır.

Mevlânâları, Yunusları senede bir-iki vesileyle anmak yeterli değildir. Asıl iş, onların asırlara ulaştırdığı mesajı gönle sindirmekte. Nasıl yediğimiz bir gıda, midede hazmedilmeden aynen kal¬dığında vücuda fayda vermezse, o gönül insanlarının takip ettikleri sevgi yoluna düşmeden ve insanlara o yolun rûhunu aşılamadan kuru kuru doğum ve vefat yıldönümlerini anmanın kimseye bir faydası olmayacaktır.

Milletimiz; vatanın mânevî mimarlarını tanıyor, seviyor. Onla¬rın türbelerini, makamlarını ziyaret ediyor. Fakat kalıcı fayda için sade¬ce onların türbelerini ziyaret ederek orada adak adamak değil, onların her derde ve her asra şifa sözlerini, düsturlarını kendimize rehber edin¬memiz lâzımdır.

O gönül tabiplerinin de bes¬lendiği pınarlar bellidir.

Cemiyetimiz ve bütün insanlık için mutluluk ve huzur programları, insanlığın selâmet reçetesi Kur’ân-ı Kerim’dedir.

Kâinatın Efendisi’nin mübarek sözlerindedir. Hidayete ve olgunlu¬ğa ermiş halîfeler, Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali Efendilerimiz’de ve on¬ların yolundan giden bütün Allah dostlarından gelen haberlerdedir.

Çünkü bu haberler; bizleri, ül¬kemizi ve insanlığı, huzura, mutlu¬luğa, sevgiye, barışa götürecektir.

Bunlardan başka yerlerden ara¬nacak şifalar zehrin ta kendisi olur. Başka dudaklardan tavsiye istemek, felâketi talep etmek olur. Ateşi sön¬dürsün diye benzini çağırmak olur. Bahar getirsin diye sam yelini davet etmek olur.

İşte ibretli bir hikâye;

Seyyâhın birisi, memleket memleket dolaşırmış. Yanındaki azığı, parası bitmiş, daralmış. Yar¬dım istemek için bir konağın bahçe¬sine girmiş. Kapıya varıp:

“–Ben seyyahım, bana ekmek verir misiniz? Dolaşırım, çalışmam, param bittiğinde bir yere girer, ekmek ve diğer ihtiyaçlarımı isterim.” diyerek hâlini arz etmiş. Yahudi olan ev sahibi seyyahın eline bir parça ekmek verdi¬ği gibi kapıyı yüzüne kapatmış.

Seyyah tam bahçe kapısına yönelecekken, konağın bahçesinde¬ki kara köpek havlamaya başlamış. Köpeğin parçalayacakmış gibi üstü¬ne saldırdığını gören seyyah, başka çare bulamayıp elindeki ekmekten bir parça koparıp atmış, köpek ek¬meği bir hamlede yuttuğu gibi yine saldırmış. Bir parça daha, bir parça daha… Köpek devamlı atılanı yutup havlamaya, saldırmaya devam et¬miş. Ekmek bitmiş, seyyah çaresiz;

“–Yahu ekmek bitti, beni de mi yiyeceksin?” deyince köpek dile gelmiş:

“–Evet, seni de yiyeceğim! Sen ki Allâh’ı bıraktın, gidip Yahudi’ye el açtın; onun için seni de yiyeceğim!”

Neye muhtaç olduğumuzu ve neyi, nerede arayacağımızı çok iyi tespit etmemiz zarurîdir. Memle-ketimizdeki birliği sağlamak, mil¬letimizin sevgi, merhamet bağlarını yeniden güçlendirmek için gidece-ğimiz kapı, mânâ kapısıdır. Mânâ yolunun büyüklerinin kapılarıdır.

Ellerimizi Allâh’a açacağız ki kara köpekler bize saldırmayacak. Ferdimiz de, ailemiz de, cemiyeti¬miz de huzur içinde olacak. Biz ihti¬yaçlarımızı yanlış tespit edip yanlış adreslerde aradığımız için kara kö-pekler bize rahat vermiyor, huzur vermiyor.

Cenâb-ı Hak: “Hep beraber Allâh’ın ipine sarılın.” (Âl-i İmran, 103) buyuruyor. Biz, Allâh’ın ipine sarıl¬mıyoruz. Başka bağlantılarda kur¬tuluş arıyoruz. O zaman karşımıza kara köpekler çıkıyor. Nefis çıkıyor, dünyanın âfetleri çıkıyor. Fitne-fesat çıkıyor.

Hazret-i Ali -kerremallâhu vechehû-’dan gelen bir haberde bu¬yuruluyor ki: “Bir dostunun eğer Allah sevgisi yok ise, sadâkati olsa dahî ondan ayrıl!”

Allah sevgisi bütün sevgilerin başıdır. Aynı Allâh’a inanan, aynı bayrağın altında yaşayan insanlar, Allah için birbirini severler. Bu sev¬gi, barışı ve kardeşliği getirir. Ruhlar böylece huzur ve saadeti bulur. Top¬lumda bolluk ve bereket olur.

Allâh’ı, en borçlu olduğu varlı¬ğı sevmeyen, ne kardeşini sever, ne hemcinsini ne evlâdını… O ancak nefsini, hevasını sever.

İnsanımızın gönül dünyasına sevgiyi, merhameti, paylaşmayı… tek kelimeyle insanı yaratanın sev-gisini kalbe yerleştirmek. Bunun dı¬şındaki yolların çıkmaz yol olduğu¬nu bildirmek… Bu en âcil ve zarurî ihtiyacımızı bize gönül insanları öğretirler. Mevlânâ gibi, Yunus gibi, Hüdâyî gibi mânâ insanları…

Zâlimlerin; «Eyvah!», maz¬lumların; «Oh!», gafillerin derin derin; «Ah!», âriflerin de; «Çok şü¬kür boşuna vakit geçirmemişim, elhamdülillâh!» dedikleri zaman el¬bette gelecektir.

Cenâb-ı Hak, bizi o gün gel¬diğinde feryat edenlerden değil, hâline hamd edenlerden eylesin. Kalbimizden başta kendi sevgisini, Habibi’nin ve dostlarının sevgisini eksik eylemesin. Memleketimizi ye¬niden sevgi ve merhamet harcıyla muhkemleştirecek gönül insanların¬dan milletimizi mahrum eylemesin.

Âmin…