Biz Kimiz? -Seyrî’nin Gazelini Tahmis-

TÂLÎ (Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI)

Zannetmiş Azâzil bizi bir kirli çamûruz,
Biz dest-i ilâhî ile mahmûr hamûruz!
Toprak isek aslında tecellîdeki Tûr’uz,
Bir damla suyuz sözde, fakat özde buhûruz,
Varlık ile yokluktaki meçhûle zuhûruz…

Olmuş ise kundak ve kefen bizlere ihram,
Elbette haramdır bize dünyâdaki ikram.
Dinmez bu susuzluk, cana Cânan sunacak câm;
Ömrün Ramazan’dır günü, son akşamı bayram,
Biz vuslatın iftârına gurbette sahûruz…

Binlerce rakîbin gözü bir tâne güzelde,
Hep «âşık-ı sâdık benim» îlânı gazelde…
Sâkince deriz: «Sözleriniz, doğru, güzel de;
Yalnız bize rûh üfledi rûhundan ezelde,
Vahdette biriz, Yâr ile kesrette küsûruz…»

Cennet mi sanırsın yeri öptükçe, türâbı?
Kevser mi sanırsın şu çöl ufkunda serâbı?
Gaflet ile içmek de haram, tertemiz âbı;
Zâhit, bu hatâdır sana, sen içme şerâbı,
Biz rahmete yol bulmak için ehl-i kusûruz…

Bizler ki «belâ» ahdini binlerce defâ da,
Söyler ve selâmet buluruz ahde vefâda!..
Hak âşığa birdir bu cefâlar da safâ da,
Dalgın gözümüz türlü safâ gördü cefâda,
Deryâda çölüz, çölde deniz, böyle huzûruz…

Tâlî, sona kaldık da özel vakte eriştik,
Kardeşleri olduk, ne şeref! Na’te eriştik,
Her lâfzı güneş mâkesi kaç beyte eriştik!
Seyrî, güzelin sevdiği taç beyte eriştik,
Olduk gülünün ümmeti, nûr üstüne nûruz…

Dîvanda bugün yüz akı bülbülleri kāim,
Şehbâlimizin şânına şâhit yedi iklim,
Söz bahçesinin şâhı biziz! Reddedecek kim?
Şi’rin yine İstanbul’uyuz, her çağa hâkim,
Mağrur değiliz, bağda, elif huylu vakûruz…

Vezni: mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün