Sen Benim Kardeşimsin!

Hande YÜKSEL

İslâm halîfelerinin ikincisi olan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, 591’de Mekke’de doğdu. Halîfeliği döneminde Şam, Kudüs, Ürdün, Halep, Antakya ve Mısır’ı İslâm topraklarına katan Halîfe Ömer, Basra şehrini kurdu. İnsanlık âleminde adalet örneği olarak hatırlanan Hazret-i Ömer, halîfeliğin bütün ihtişamına rağmen, sade hayatı tercih etti. Üstün karakterinin izleri, asırları aşarak çağımıza kadar ulaşan bu büyük halîfe, 3 Kasım 644’te, 53 yaşında iken putperest bir köle tarafından şehid edildi.

***

Halîfe Ömer, Huzeyfetü’l-Yemânî’yi Medâin’e vali tayin ettiğinde, emirnamesine «Kendisine itaat ediniz, isteklerini yerine getiriniz.» diye yazdı. Vali, Medâin’e varınca, kendisini şehrin ileri gelenleri karşıladılar. O sırada torbasında bir ekmekle bir parça et bulunuyordu. Huzeyfe, merkebine yanlamasına binerek, halka Hazret-i Ömer’in emirnamesini okudu. Şehir halkı kendisine:

“–Bizden dilediğini iste!” dediler. O da:

“–Aranızda bulunduğum sürece kendim için yiyecek, hayvanım için de yem sağlayın.” dedi. Bir süre sonra yeni bir görev için Medine’ye çağrıldığında, onun şehre girmek üzere olduğunu haber alan Hazret-i Ömer, yolun kenarında bir yere saklandı. Huzeyfe’nin, yanından ayrıldığı gibi meteliksiz döndüğünü görünce, saklandığı yerden çıkarak ona sarıldı ve:

“Sen benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim!” dedi.

«BAHTλ MAHLÂSINI ALDIM!

28 Nisan 1590’da Manisa’da doğan Sultan I. Ahmed, 1603 yılında henüz 14 yaşında iken tahta çıktı. Zekî, münevver, hamiyetli, son derece dindar bir hükümdardı. Ata binme, ok atma ve kılıç kullanmada mahirdi. En büyük aşkı, o zamana kadar yapılmış camilerin en muhteşemini yaptırmak ve özellikle de Ayasofya’yı geçmekti. Bunun için, adıyla anılan Sultanahmet Camii’ni yaptırdı. Yapımına 1609’da başlanan ve inşası yedi buçuk yıl süren bu muhteşem eser, 9 Haziran 1617’de büyük bir merasimle ibadete açıldı. 22 Kasım 1617’de henüz 28 yaşında iken vefat eden sultan, kendi yaptırdığı caminin önündeki muhteşem türbesine defnedildi.

***

Sultan I. Ahmed, Bahtî mahlâsıyla şiirler yazıyordu. Şiirleri hamasî, tasavvufî, derin duygularla doludur. Bir şiirinde, doğu ve batıya gönderdiği ordularından söz ederek, Cenâb-ı Hak’tan yardım niyaz eder ve:

İlâhî, cânibeyne salmışım ben iki serdârı;
Kerem kıl, düşmanı kahr ile mansûr eyle anları.

der.

Hasodalı Yusuf Ağa, Bahtî mahlâsının hikâyesini şöyle anlatır:

Sultan abdest alırken suyunu ben dökerdim. Kışın en şiddetli günlerinde bile soğuk su isteyen padişah, bir gün şöyle dedi:

“–Ayaklarım hamal ayağı gibi!”

Şu karşılığı verdim:

“–Padişahım, meşhur meseldir, ayağı büyük olanın bahtı açık olurmuş.”

Sultan gülümsedi:

“–Belî bilürüm, «Bahtî» mahlâsını ol sebepten aldım!” buyurdu.

Bu kelime ebced hesabıyla cülus tarihi olan 1012 senesini gösteriyordu.

ÂSÎ ASKERLE VATAN KURTARILMAZ!

1765’te Hotin’de doğan Alemdar Mustafa Paşa, Rusçuk yeniçerilerinden Hacı Hasan Ağa’nın oğludur. Önce Yeniçeri Ocağı’na intisap etti, ilerleyen yıllarda Rusçuk’ta; «Âyânlar âyânı» seçildi. Aynı yıl başlayan Osmanlı-Rus savaşında büyük kahramanlıklar gösteren Paşa, Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesi üzerine, isyana karşı çıkarak İstanbul’a yürüdü; ancak padişahı kurtarmayı başaramadı. Şehzade Mahmud’u tahta geçiren ve bu arada sadrazam seçilen Paşa, ilk iş olarak III. Selim’in kātillerini cezalandırdı. Dört ay süren sadrazamlığı sırasında, Sekbân-ı Cedid Ocağı’nı kurdu. Fakat yeniçeri tehlikesini küçümsemesini hayatıyla ödedi. 15 Kasım 1808 gecesi köşkünde kuşatıldı, yardım umudu kalmayınca cephaneliği ateşe vererek, kendisiyle birlikte, yüzlerce isyancının da ölümüne sebep oldu. Kabri, Gülhane Parkı karşısında bulunan Zeynep Sultan Camii haziresindedir.

***

Alemdar Mustafa Paşa, sadrazamlığı sırasında büyük bir kongre düzenleyerek, Anadolu ve Rumeli valilerini, kazasker ve âyânları İstanbul’a davet etti. Kongrenin açılış konuşmasında davetlilere şu sözleri söyledi:

“Bizler tâ ezelden beri ocaklıyız. Lâkin nizamsız ocakla iş yürümez, vatan kurtarılmaz. Sultan Selim, yeniçerilere söz anlatamadı. Onlardan yüz çevirip Nizâm-ı Cedid’i kurdu.

Son Moskof savaşında gördük ki; düşmanın bizi mağlûp etmesinin sebebi, askerinin talim ve disiplini, subaylarının savaş bilgisine vâkıf oluşudur.

Şu anda bizim gidişimiz yanlış, bilgimiz noksandır. Hâl böyle giderse, -Allah esirgesin- düşman yakında İstanbul’a kadar bile gelir. Sizleri buraya davet edişimin sebebi, bu durumu müşavere edip bir hâl çaresi bulmaktır, bu işin ıslahını düşünelim.

Unutmayalım ki; «içeride birlik, dışarıda kuvvet»tir.”

ŞİİRLERİNİZİ GÖRDÜM!

1884’te Üsküp’te doğan Yahya Kemal BEYATLI 1903’te Paris’e gitti. Yurda döndüğünde gazetelerde fıkra yazarlığına başlayan büyük şair, daha sonra Urfa, Tekirdağ ve İstanbul’dan milletvekili seçildi, bir süre elçilik de yaptı. “Bir milletin dilini ifade edecek olan sanatkârın, o milletin tarihinde dilinin geçirmiş olduğu safhaları, hem bilmesi, hem de benimsemesi lâzımdır.” diyerek, milletlerin tarihinde dilin önemine dikkat çeken Yahya Kemal’in şiirlerinde, Osmanlı’ya duyduğu hasret ön plândadır. İstanbul âşığı şair, bundan 49 yıl önce 1 Kasım 1958’de İstanbul’da vefat etti.

***

Resim de yapan genç bir şair Yahya Kemal’e sordu:

“–Üstad, resim mi yapayım, yoksa şiir mi yazayım?”

Büyük şair hemen cevap verdi:

“–Resim yap, resim!”

“–Fakat üstad, siz benim tablolarımı görmediniz ki!”

“–Ama şiirlerinizi gördüm!”