«Kuşak Çatışması Olmamalı!» mı?

AYNUR TUTKUN

Kimi geç kimi erken gelen aile fertleri akşam sofrasına beraber oturamamış olsalar da nihayetinde aynı çatı altında toplanmayı başarmışlardır günün sonunda. Anne mutfakla meşgulken baba televizyonun karşısında, kumanda elinde gün boyu izleyemediği haberleri ya da siyasî meseleleri kanallar arasında gezinerek yakalamaya çalışmaktadır.

Ekonomik refahın neticesi olarak çocukların da kendi odalarında kendi televizyonları olduğu için onlar da istediği diziyi/maçı seyredebilmekte, kimisi de gün boyu hiç görüşemediği (!) sınıf arkadaşıyla internet ortamında sohbet etmektedir.

Aile fertleri gayet özgür dilediğini yapabilmekte hiç kimse kimseyle çatışmamaktadır. Gece yarısına doğru çocukların aklına yapılması gereken ödevler, tamamlanması gereken projeler gelir. Babalarıyla konuşmaları, fikir alışverişinde bulunmaları gerekmektedir. Fakat hepsi yarına (!) kalmıştır. Evin hanımının da eşiyle konuşması gereken aileyle ilgili bazı meseleleri vardır, fakat baba koltukta çoktan sızmıştır.

Birçok ailede bu durum klâsikleşmiştir ve hiç kimse de bu durumu yadırgamamaktadır. Ne güzel herkes kendi egosunu beslemekte ve günübirlik mutluluklarla mutlu olmayı başarabilmektedir! İletişim, etkileşim, paylaşım, bilgi alışverişi, tecrübe gibi değerlere sanki hiç ihtiyaç yokmuşçasına herkes hâlinden memnun gözükmektedir.

Hani gençler ve yetişkinler arasında şu malûm kuşak çatışmasından sık sık söz edilir ya… Günümüzde öyle kopukluklar yaşanır ki iki kuşak arasında; insanın «yeter ki bu iki kuşak zaman zaman bir araya gelip iletişime geçebilsin, çatışmaya râzıyız» diyesi gelir. Çünkü yetişkinler bir sonraki nesle değerlerini aktarmadığı sürece bu neslin gelecek nesillere aktaracak değerleri de ne yazık ki olmayacaktır. Gençlerle konuşmak, kaynaşmak, vakit geçirmek, zaman zaman da çatışmak ihtiyacındayız. İki nesil arasında kuşak çatışması olmak durumunda ve zorundadır ki toplumlar değerlerini aktarabilsinler; medeniyetler, kültürler yok olmasın, birbiri içinde erimesinler. Global bir kültürden söz etmek insanlığı yozlaştıracaktır.

Ailecek yapılan piknikler, akraba ziyaretleri, alışverişler, eğlenceler, hattâ ailecek izlenen filmler bile zaman zaman çatışmalara yol açsa da aslında özellikle de yeni nesillere çok şey kazandırabilir. «Gençlik bilse, yaşlılık yapabilse…» der bir Fransız atasözü. Gençlere onurları zedelenmeden aktarılması gereken tecrübeler vardır. Ve bunlar hiçbir zaman «nasihat çekme»yle öğretilemez, çünkü nasihat dinlemek gençlerin en çok nefret ettikleri şeydir. Paylaşılan anlar iki kuşak arasındaki etkileşimi arttıracak, zaman zaman çatışmalar yaşansa da bu, her iki tarafa kazanç olarak geri dönecektir. Meselâ direksiyona oturmaya çok merakı olan bir genci bundan men etmek yerine, ona direksiyonu kendi kontrolümüzdeyken vererek falanca akrabamızı/dostumuzu ziyarete gitmek her iki tarafa da bir şeyler kazandıracaktır.

Bilgi ve teknolojinin getirisi değişen hayat şartlarıdır. Bu değişim kuşaklararası çatışmayı tetikleyecektir. «Bizim zamanımızda yoktu.» diye bilgisayarı gençlerin hayatından söküp atmak isteyişimiz çok yersizdir ve bunu hiçbir zaman başaramayız da. Fakat onları hafta sonu en yakın arkadaşını da alarak, pikniğe götürmemiz çok yerinde bir fikirdir. Onları bilgisayarda baş başa bırakmak yerine iki kuşağın aynı ânı paylaşmasına vesile olacak bir pikniğe götürmek iki kuşak arasında zaman zaman çatışma yaşanacak olsa da iletişim ve etkileşimin gerçekleşmesine vesile olur. Hayat şartları değiştiği sürece kuşak çatışması da varlığını koruyacaktır, bunu en aza indirmek mümkünse de tamamen kaldırmak mümkün değildir.

Paylaşılan anlar, gençlerin ailelerine kendilerini ispatlama imkânı da sunacaktır. Ne iyi yapabildiğini, ne kadar doğru düşünebildiğini ispatlayıp anne-babasının takdirini toplayan genç, bu takdir toplama ihtiyacını olur-olmadık gruplarda aramayacağı için de büyük faciaların önüne geçilmiş olunacaktır. Çünkü özellikle ailesinden beklediği ilgi ve takdiri bulamayan gençler daha başka tehlikeli sosyal gruplara yönelirler.

Kuşak çatışmasını gözümüzde büyütmemek, onu değişen hayat şartlarının ve gelişimin bir neticesi olarak kabul etmek gerekir. “Evlâtlarınızı yaşadıkları çağa göre yetiştiriniz.” derken Hazret-i Ali sanki; «her ne kadar kuşak çatışması yaşasanız da» onlar kendi devirlerinde yaşayacaklardır, boşuna kendi bildiğiniz gibi yaşamalarını beklemeyin, demektedir.

Onun için «bizim zamanımızda» diye başlayan cümlelerden şiddetle kaçınıp normal düzeyde olması gereken kuşak çatışmasını bir «savaşa» dönüştürmemek gerekir. İletişim ve etkileşim devam ederken yeri geldiğinde fikirler de çatışmalı ama asla bir küslük, kopukluk ve savaş hâli ilân edilmemelidir.

Televizyon ve bilgisayarın aile içi ve kuşaklararası iletişimi kopardığı şu çağda şiddetle ve âcilen iletişim ve etkileşime geçip ara-sıra da aşırı olmamak kaydıyla çatışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Değerlerimizi ve tecrübelerimizi bir sonraki nesle aktarmalıyız ki kültürümüz yok olmasın.