Eğitimde Zihniyet Meselesi

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Devleti devam ettirecek, milleti yaşatacak nesillerin her bakımdan mükemmel olarak yetiştirilebilmeleri için; maddî ve mânevî, ne fedakârlıklar yapılsa sezâdır.

Tarihte geniş coğrafyalara yayılmış büyük imparatorlukların, onu taşıyacak nesillerin yeterli ihataya sahip olarak yetiştirilememesi veya çeşitli zaaflarla malûl bulunmaları gibi sebeplerle dağılıp gittikleri bilinen bir husustur. Bunun içindir ki; bugünün dünyasında, tarihî hâdiseleri iyi tahlil eden devletlerin, aynı vahim neticelere dûçâr kalmamak için, eğitim meselesine önemiyle mütenasip büyük kaynaklar ayırdıkları görülüyor. Çağımıza, «bilgi çağı» vasfını kazandıran saikın da esas itibarıyla bu olduğu bir vâkıadır.

Ancak; maddeci tabiatın sevkiyle, «hikmet»i tanımamanın veya irtibatı koparmanın neticesi olarak devşirilen semere, «barış» yerine «savaş», «paylaşmak» yerine «sömürmek» olmuş; dünya kan ve ateş içinde, yaşanmaz bir hâle getirilmiştir. Bu cümleden olarak; İtalyan Profesör Anna MASALA; “Barışın ve hoşgörünün olmadığı bu modern dünyada, Hazret-i Mevlânâ barışın evrensel hocasıdır.” tespitini yapıyor.1

İlim öğrenmek ve öğretmek, yüce dinimizde fevkalâde teşvik edilmiştir. İlk insan Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- yaratılınca, kendisine bütün isimler öğretilmiştir. (Bakara/31) Kur’ân-ı Kerim’de ilmin kıymetini tebârüz ettirmek sadedinde; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9), “Rabbim ilmimi arttır de.” (Tâhâ, 114), buyuruluyor.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu mevzudaki meşhur hadîs-i şeriflerinden bazıları da şu şekildedir: “İlim, kadın-erkek herkese farzdır.”; “Beşikten mezara kadar ilim isteyiniz.”; “İlim Çin’de de olsa gidip alınız.”; “Dünyayı istiyorsanız ilim isteyiniz. Âhireti istiyorsanız ilim isteyiniz. Hem dünyayı, hem âhireti istiyorsanız yine ilim isteyiniz.”

İlim öğrenmek bu kadar önemli iken; tabiî ki, ilmi öğretenin de bununla mütenasip olarak, yüksek bir değeri hâiz olması gerekir. Nitekim bir hadîs-i şerifte; “Âlime itibar etmeyenler helâk olur.” buyuruluyor. Bundan dolayı, asırları aydınlatan İslâm medeniyeti, bu emrin muktezasınca âlimin, hocanın ve öğretmenin baş tâcı edilmesinin; onların da bu makama lâyık olmalarının sayısız misalleriyle doludur.

Bu hususla alâkalı olarak, Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-; “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.”, buyuruyor.

Osmanlı tarihinde, Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’a muzaffer bir komutan olarak girerken, halkın sevgi tezahürlerini hocası Akşemseddin Hazretleri’ne yönlendirmesi; Yavuz Sultan Selim Han’ın bir seferde, devrin büyük âlimlerinden Kemal Paşazâde’nin atının ayaklarından çamur sıçrayan kaftanının kabrine örtülmesini vasiyet etmesi; Haçova Meydan Muharebesi’nde ordu geri çekilmeye başlamışken, Hoca Sadeddin Efendi’nin, Sultan III. Mehmed Han’ı atının yularından tutarak düşmana döndürmesi ve zaferin kazanılmasına vesile olması, hoca-talebe münasebetleri ile ilgili meşhur misallerden birkaçıdır.

Bir Çin atasözü; “Bir yıl sonrayı düşünürsen, buğday ek; on yıl sonrayı düşünürsen, ağaç dik; yüz yıl sonrayı düşünürsen, insanı eğit.” der. Eğitim, ifade edildiği üzere, uzun vadeli, fakat sağlam çözümlü bir sürece sahiptir. Bu sabır ve itina isteyen tüneli geçip, aydınlığa kavuşabilmek için; ülkeyi idare eden siyasî iradenin, zamanı ve kaynakları gündelik siyasetlerle heder etmeyip, akılcı usullerle değerlendirme liyakatine sahip olması gerekir. Bu dirayetle, fert değer atfedilen bir yapı taşı olarak ele alınıp, hayata hazırlanmalı, hususiyetleri çerçevesinde cemiyete kazandırılmalıdır.

İlk ve ortaöğretimde; taşımalı sistem, birleştirilmiş sınıflar,  çift tedrisat, standart üstü kalabalık sınıflar, branş öğretmenlerindeki yetersizlikler, ders malzemelerindeki eksiklikler… gibi çeşitli imkânsızlıklarla boğuşulmaktadır.

Bahis mevzuu hususlarda, son yıllarda oldukça tatmin edici ilerlemeler sağlanmış olsa da, yine meselelerin şehirlerden köylere doğru büyüyerek devam ettiğini söylemek yanlış olmaz. Bununla ilgili olarak; hayırsever halkımızın ve sermaye çevrelerinin eğitime bir desteği muvacehesinde, özel okulların eğitime yaptığı sürükleyici katkıyı şükranla belirtmek gerekir.

Bahis mevzuu teknik eksikliklerin imkânlar nispetinde kaynak ayrılarak giderilmesi mümkündür. Ancak daha zor olan, Einstein’ın «atomun parçalanmasından daha zor» dediği peşin kanaatlerin ve fikirlerin düzeltilmesidir. «Çağdaşlaşma» diye tavsif edilen muğlâk ve müphem bir saikla, içtimâî yapının hususiyetlerinin ve millî değerlerin gözden ırak tutulduğu bir eğitimden geçen nesil, o milletin geleceğini nasıl taşıyabilecektir?

“Gerçekten de, özellikle bizim gibi, ilmî veriler bir yana bırakılarak ve belli amaçlar doğrultusunda eğitimin ideolojik kalıplara sokulduğu ülkelerde, devlet eliyle verilen eğitimin iyi olması ve bu eğitimi alan insanımızın kendi ayakları üzerinde duracak bir özellik kazanması mümkün değildir.”2

Milletimizin geleceği mesabesindeki gençlik, akılcı usûllerle, millî değerler çerçevesinde, asrın ilmî ve içtimâî muhteviyatını kavrayacak bir istidatla yetiştirilmelidir. “Îmanlı, vatanperver, Allah’tan korkan, vatanını, milletini seven bir nesil yetiştirebilmek, gelecek açısından son derece elzemdir. Dolayısıyla evlâtlarımızı, şu veya bu moda fikirlerle, boş akım ve çalkantılarla, televole kültürü yaklaşımlarıyla, seviyesiz ve basit ölçülerle değil, en ideal seviyeler ve ölçüler ile yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Yoksa batı nasıl gençliğini kaybettiyse biz de aynı şekilde fuhşun, satanizmin, narkotiğin ve daha ismi meçhul nice kötülüklerin pençesinde gençliğimizi ziyan ederiz.”3

1 Anna MASALA, Türkiye’ye Aşk Mektuplarım, Kültür Bak. Yay. / 2510, 2002, s. 72

2 Prof. Dr. S. Mehmet ŞEN, Kavgaların Anatomisi, Sen Yay., Ankara-2000, s. 113

3 Osman Nûri TOPBAŞ, “İdeal İnsan ve Hizmet”, Yüzakı, sayı: 30 (Ağustos-2007), s. 41.