Namazda Huşû

Dr. Muhammed bin Abdurrahman Arîfî

(Trc) Dr. Med. Naif ÖZKUL

Huşû ile kılınan namaz, mü’minlerin gözlerinin nûrudur… Sevgililerin ruhlarına lezzet verendir o… Onunla Kerîm ve Hakîm olan Allâh’a yakın olunur. Yine onunla nimetlere nâil olunur. Ondadır ecir, ondadır felâh. Kulun ilk sual edileceği şey namazdan başkası değildir. Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gözlerinin nûru, son sözü ve son vasiyeti de odur.

Namaz saadetin de anahtarıdır. Sıkıntılarımızın giderildiği muştulu bir haber durumunda «Şükür Namazı» kılarız. Rızkımızın artmasını istediğimiz durumlarda namaz kılar, secde ederiz.

“Ailene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırıyoruz. Sonuç takvâ iledir.” (Tâhâ, 132)

Bir işimizin olmasını istediğimiz durumlarda «Hâcet Namazı» kılarız.

Bir işimizin olmasını ya da olmamasını istediğimiz hâllerde «İstihare Namazı» kılarız.

Kuraklık durumunda «İstiskā Namazı» kılarız.

Güneş ve ay tutulmalarında «Küsûf namazı» kılarız.

Hazret-i Zekeriyya -aleyhisselâm- kendisine refakat edecek ve kendisinden sonra ona vâris olacak, onu temsil edecek bir evlât istemişti. O mihrapta namaz kılarken melekler onu Hazret-i Yahya -aleyhisselâm- ile müjdelemişti:

“Zekeriyya, mihrapta durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nidâ ettiler: Allah sana kendisi tarafından gelen bir kelimeyi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler.” (Âl-i İmran, 39)

ALLÂH’IN, AZİZ KUR’ÂN’DA NAMAZ HAKKINDA BEYAN BUYURDUĞU BAZI ÂYETLER:

“Gerçekten mü’minler felâha erdi. Onlar ki namazlarında huşû içindedirler.” (Mü’minûn, 1-2)

Allah Teâlâ bu sûrede Firdevs cennetine nâil olan mü’minlerin vasıflarını sayarken tekrar namaza vurgu yaparak:

“Ve onlar ki, namazlarını (vakitlerinde kılarak) muhafaza ederler.” buyurmuştur. (Mü’minûn, 9)

Bir başka âyet-i celîlede:

“O rical ki (o erler ki) onları ne bir ticaret ne bir alım-satım Allâh’ın zikrinden, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz. (Onlar) kalplerin, gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar.” (Nûr, 37)

Yine Aziz Allâh’ın namazla ilgili âyetlerinden biri de şudur:

“Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir. (Hesabını doğru vermekle kendini kurtarabilir.) Yalnız kitapları sağdan verilenler müstesna… Onlar cennetler içindedir. Mücrimlere (günahkârlara); «Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?» diye (uzaktan uzağa) soracaklar. (Onlar da): «Biz namaz kılanlardan değildik.» diyecekler.” (Müddessir, 38-43)

Bu âyet-i celîlede mücrimleri cehenneme sokan sebeplerin başında namaz kılmamaları gelmektedir.

Yine aziz âyetlerin bir başkasında şöyle buyurulur:

“İnsan, tahammülsüz (hırslı) yaratılmıştır. Kendisine şer (kötülük) dokunduğu zaman sızlanır, feryâdı basar. Kendisine hayır dokunduğu zaman cimrileşir. Ancak namaz kılanlar müstesna.” (Meâric, 19-22)

NEBÎ -SALLÂLLÂHU ALEYHİ VE SELLEM- VE O’NUN İZİNİ TAKİP EDEN SÂLİHLER NAMAZI NASIL KILARLARDI?

Hazret-i Peygamber:

“Ben’i nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öylece kılın.” buyurmuştur. (Buhârî, Ezân, 18)

Enes -radıyallâhu anh- şöyle demiştir: “Rasûlullâh’ı -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize nasıl namaz kıldırırken gördüysem size de öylece namaz kıldırmaktan vazgeçmeyeceğim. Rasûlullah -aleyhisselâm- başını rukûdan kaldırdığında O’nu gören kimsenin; «Secde etmeyi unuttu.» diyeceği kadar ayakta kalırdı. Başını secdeden kaldırınca iki secde arasında yine Zât-ı Risâlet-penâhîlerini gören; «İkinci secdeyi unuttu.» diyecek kadar otururdu.”

Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namazın başka bir meşguliyeti barındırmayacağı konusunda:

“Şüphesiz namazın kendisi başlı başına mühim bir meşguliyettir.” buyurmuştur. (Müslim, Mesâcid, 34)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in namazı konusunda Abdullah bin Şıhhîr -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Bir keresinde Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve kaynamakta olan kazanın fokurtusu gibi göğsünden ağlamaklı iniltisi duyuluyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26. Ayrıca bk. Nesâî, Sehv 18)

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- indinde namazdan daha sevimli bir şeyin olamayacağı konusunda:

“Namaz gözümün nûru kılındı.” buyurmuştur. (Ahmed, III, 128)

Nebî -aleyhisselâm- Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-’a hitaben:

“Yâ Bilâl! (ezan okuyuver de) bizi namazla ferahlandır.” buyururdu. (Ebû Dâ­vud, Edeb, 78)

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın merhamet dolu, ağlamaklı sesi saflardan duyulur, ondan neredeyse bir leğen su arta kalırdı.

Diğer sahâbîlerin namazları da öyle huşû içinde kılınırdı.

Kezâ daha sonra gelen sâlihlerin de namazları öyle idi.

Ali bin Hüseyin abdest aldığı zaman onu bir titreme alır, soğuk soğuk terlerdi. Ona bu hâlini soranlara şöyle derdi:

“Siz az sonra kimin huzurunda bulunacağımı biliyor musunuz?…”

Abdullah bin Zübeyr’in oğlu Âmir, ölüm döşeğinde idi. Nefesleri sayılı iken yakınları etrafında ağlaşıyorlardı. Akşam ezanını duyunca etrafındakilere:

“–Beni kaldırın.” dedi.

“–Hayrola nereye?” dediler.

“–Mescide!”

“–Bu hâlinle mi?” dediler.

“–Sübhânallah! Münâdîyi duyayım da ona icabet etmeyeyim mi? Bu mümkün mü? Beni kaldırın!” dedi.

Yakınları refakatiyle taşınarak mescide götürüldü ve orada imamla beraber bir rekât kıldıktan sonra secdede vefat etti.

Atâ bin Sâbit diyor ki: Hastalığını duyduğumuz Abdullah Sülemî’ye gidip ziyaret edelim, dedik. Dediler ki: «O mescidde kalıyor.». Biz bunu garip karşıladık. Evde yatağı dururken mescidde ikamet ediyor olması tuhafımıza gitti.

Mescide girince onu orada namaz kılarken gördük. Sayılı nefeslerinin kendisini zorladığını görünce korktuk ve üzüldük:

“–Ya şeyh! Yatağında olsan senin için daha rahat olmaz mıydı?” dedik. Şu cevabı verdi:

“–Bana falan oğlu falandan bir hadîs-i şerif aktarıldı ki, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kişinin cemaate devamla namaz kılmasının daha hayırlı olduğunu bildirmiş. Ben isterim ki mescidde namaz kılarken rûhum kabzedilmiş olsun.”

Namazın cemaatle kılınacağı konusunda Allah Teâlâ:

“Rükû edenlerle rükû edin!” buyuruyor. (Bakara, 43)

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sağlık ve afiyetinde, hazarda-seferde, hastalığında hattâ savaşta bile cemaatle namaz kılmıştır.

Âmâ sahâbî Abdullah bin Ümm-i Mektûm ayağa kalkarak dedi ki:

“–Yâ Rasûlâllah! Ben gözlerimden özürlüyüm. Beni götürecek rehberim de yok; evde kılmam için bana ruhsat var mı?”

“–Nidâyı duyuyor musun?”

“–Evet yâ Rasûlâllah!”

“–O hâlde cemaatle (mescidde) hazır bulun!”

“–Yâ Rasûlâllah! Evimle onun arasında hurmalık ve ağaçlar var ve rehberim de yok.

“–Sen ikameti duyuyor musun? (Yani evin yakın mı?)”

“–Evet yâ Rasûlâllah!”

“–Orada hazır bulun.” (Müslim, Mesâcid, 255; Ebû Dâvûd, Salât, 46)

Ve kendisine ruhsat verilmedi.

Evet… İnsan, azametli bir Melik’in, Sultan’ın huzurunda hakir, basit bir mahlûk olduğunu; semavâtın, Allâh’ın azametine; arzın O’nun heybetine; dağların, O’nun kudretine; yıldız ve yıldız kümelerinin O’na secde ettiğinin şuurunda olması gerektiğini bilmelidir.

Allah Zü’l-celâl Hazretleri, azamet ve gücünü şu âyetle bildirmektedir:

“Görmedin mi ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allâh’a secde ediyor.” (Hac, 18)

Göklerde ve yerde ne varsa O’nu tesbih edip zikrettiği ancak insanların bu tesbihi anlayamayacağı konusunda Allah Teâlâ bizleri şu âyetle uyarmaktadır:

“Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O Halîm’dir (hilim sahibidir, günahkârı cezalandırmakta acele etmez), Ğafûr’dur (günahları çok bağışlayandır).”* (el-İsrâ, 44)

Allah Teâlâ öyle azîm bir Rab ki kulunun namazından asla gafil değildir. Kul; «Elhamdülillâh» dediğinde Allah:

“–Kulum Ben’i senâ etti, Ben’i övgü ile andı!” buyurur. Kul; «Mâliki yevmi’d-dîn» dediğinde Allah Teâlâ:

“–Kulum Ben’i yüceltti.” buyurur. Yine kul: «İyyâke na’budü ve iyyâke nestaîn» dediğinde Allah -celle celâlühû-:

“–Kuluma istediği verilecektir.” buyurur.

Şeytan, namaza buğz ettiği kadar hiçbir şeye buğz etmemiştir.

Şeytan, insanı Allâh’a secde ederken gördüğünde hemen bir kenara çekilir: «Eyvahlar olsun. Âdemoğlu secde ile emrolununca hemen secde etti ve ona cennet var. Ben ise secde ile emrolundum, isyan ettim ve bana ateş hak oldu.» der. (Müslim)

“Şeytan namazda yanınıza gelerek insanın o âna kadar hiç aklında olmayan şeyleri, «Şunu hatırla, bunu hatırla!» diyerek hatırlatır. Hattâ insana kaç rekât kıldığını bile unutturur.” (Buhârî-Müslim)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mescidde sohbet hâlinde iken biri gelir namazını kılar. Fahr-i Kâinat’a selâm verir. Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- selâmını aldıktan sonra şöyle buyurur:

“–Dön namazını kıl, çünkü sen namaz kılmadın.”

Bunun üzerine kişi gider namazını kılar. Selâm verip Nebî -aleyhisselâm- da selâmını aldıktan sonra yine:

“–Dön namazını kıl, çünkü sen namaz kılmadın.” buyurunca aynı şahıs tekrar gider namazını kılar. Üçüncü defa aynı söze maruz kalınca Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“–Sen’i Hak üzere gönderen Zât-ı Zü’l-celâl’e yemin ederim ki yâ Rasûlâllah! Bundan daha iyisini yapamıyorum. Bana doğrusunu öğret.” der.

Bunun üzerine Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona namazı şöyle tarif eder:

“–Önce ayağa kalk, iftitah tekbirinden sonra Kur’ân’dan sûreler oku. Sonra rükûa git. Rükûda itmi’nan ve istikrar buluncaya kadar… Sonra kalk ve doğrul. Ayakta itmi’nan ve itidal buluncaya kadar… Sonra secdeye git. Secdede mutmain oluncaya dek… Sonra diğer rekâtlarını da öylece tamamla…” (Tirmizî, Salât, 110; Ebû Dâvud, Salât, 143-144)

Yoksa kuşların yemleri gagalaması gibi namaz kılınmasını nehyetmiştir.

Bizim bir çoğumuzun namazı bu zâtın kıldığı namazdan farklı değildir. Bizlerin de aynı hitaba maruz kalacağımızın düşünce ve idraki içinde bulunmamız gerekir. Allah -celle celâlühû- bizlere rahmetiyle muamelede bulunsun. Huşû ile namaz kılanlar cümlesine ilhâk etsin.

Âmîn!..

* Son yüzyıl içinde fizik biliminin inkişâfıyla hareketsiz, câmid ve cansız sanılan madde ve varlıkların atomlardan oluştuğu, atom çekirdeğinin çevresindeki elektronların akla hayranlık verecek bir hızla dönmekte olduğu bilinmektedir. İşte maddenin en küçük parçası bu hareketleriyle Allâh’ı tesbih etmekte ve her zerre O’nun şânının yüceliğini bize hatırlatmaktadır.