Vasiyet ve Hikmetler – MUHYİDDÎN-İ ARABÎ’DEN VASİYETLER

Muhammed YETİM – Dr. Âdem AKIN

Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, öncelikle Kur’ân ve sünnetten süzdüğü bilgilerin, sonra da kendisinden önce yaşayan ulemâ ve evliyânın eserlerinin ve başta Fütûhât-ı Mekkiyye’si olmak üzere bütün kendi kitaplarının özünü 201 vasiyette toplamıştır.

VASİYET 17-B

Allah Teâlâ kulları üzerine günahı ancak istiğfar etmelerine karşılık mağfiret buyurmak ve tevbelerine karşılık bu tevbeleri kabul etmek için takdir eder.

Hadîs-i şerifte buyurulmuştur ki:

“Eğer siz günah işlememiş olsaydınız, Allah Teâlâ (sizin yerinize) günah işleyip tevbe eden ve kendisinin de tevbelerini kabul edip mağfiret buyurduğu bir kavim getirirdi.” (Müslim, Tevbe, 11)

Bu, ilâhî hükümlerden hiç birisi dünya üzerinde âtıl kalmasın diyedir. Bir başka hadîs-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: “Allâh’ın aldığı ve verdiği her şey Allâh’a aittir. O’nun katında her şeyin belirli bir ömrü ve müddeti vardır.” Bir şeyin eceli sona erdiğinde onun yerine başkası gelir. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bize meseleyi böylece açıkladı ki her işimizde Allâh’a teslim olalım; böylece teslimiyetimiz ve tefvîz-i umûrumuz (işlerimizi Allâh’a havale etmemiz) derecesinde rızka nâil olalım. Ancak bununla beraber biz, Allâh’ın sevdiği hususlarda olanca gücümüzü sarf etmeli ve içinde bulunduğumuz hâle göre O’na yönelmeliyiz: Eğer emrine muhalefet hâlinde isek, tevbe ve istiğfarla; emrine muvafık kalmış isek, hem şükürle hem de Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat üzere kalma duasıyla…

Dünyadaki her şeyin Allah katında belirlenmiş bir ecele kadar devam ettiğini bilmemiz, benliğimize izzet kazandırır.

Sabır ehline has olan hamd şudur: “Elhamdullillâhi ‘alâ külli hâl: Her hâl ve durumda hamd ancak Allâh’adır.” Şükür ehline has olan hamd ise şudur: “Elhamdulillâhi’l-Mün‘imi’l-Mufaddal: Hamd nimetlerini bol bol arttırıcı Allâh’a mahsustur.” Bolluk ve zorluk anlarında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böylece hamd ederlerdi. Bu hususta Allah Rasûlü’nü örnek almamız, bizim başka bir hamd şekli ortaya koymamızdan, elbette ki, evlâdır. O, en âlim ve en mükemmel insanın ortaya koyduğundan daha üstün ne olabilir? O ki, Allah Teâlâ tarafından mârifetullâha şahit kılınmış, ilâhî risâlet ve hususiyetle rızıklandırılmıştır; O ki, kendisine ittibâ edip uymamız bizzat Allah tarafından emredilmiştir.

Gücün yettiği nispette bir bid’at ortaya koymaktan sakın. Sen, benzeri Peygamber Efendimiz’den gelmemiş ancak (dinen) güzel olan bir âdet / sünnet ortaya koyarsan senin için hem onun ecri hem de onunla amel edenlerin ecri vardır. Ancak Allah Rasûlü bunu sünnet edinmemiştir diye O’na tâbî olarak yeni bir sünnet ortaya çıkarmaktan kaçınırsan bunun ecri çok daha fazladır. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ümmetine fazla külfet yüklemekten hoşlanmazdı. Zorlukla îfâ edebilecekleri bir şey hakkında hüküm inmesin endişesiyle, onların her bir şeyi sorup durmalarından da hoşnut olmazdı.

(Dinde) bir âdet / sünnet ortaya koyan, külfet yüklemiş demektir. Allah Rasûlü de buna en lâyık kişi olduğu hâlde hafifletme yoluna giderek bunu terk etmiştir. Bu sebepten biz de: “Terk hususunda Allah Rasûlü’ne uymanın ecri, yeni bir sünnet ihdâs etmekten daha büyüktür.” dedik. Sen de işlerini bu anlattıklarımıza göre ayarla.

Bana ulaşan bir bilgiye göre, Ahmed bin Hanbel -radıyallâhu anh- ömründe hiç karpuz yemeden vefat etmiştir. Bunun sebebi kendisinden sorulduğunda ise şöyle cevap vermiş: “Bana Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in karpuzu nasıl yediğine dair bir bilgi ulaşmadı.” Yani sırf bunun keyfiyeti ulaşmadı diye karpuz yemeyi terk etmiştir. İşte bu gibi şeyler sebebiyle bu ümmetin uleması, diğer ümmetlerin ulemasından üstündür. Bu böyle oldukça üstünlükleri devam eder, aksi takdirde bir üstünlükleri olmaz. Bu imam, Allah Teâlâ’nın Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem-’den bahseden şu kavl-i şeriflerinin hem ilmine hem de hakikatine ermişti: “… Bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmran Sûresi, 31) “Şüphesiz Allah Rasûlü’nde sizin için, bir üsve-i hasene (güzel örnek) vardır…” (Ahzab Sûresi, 21)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in fiilî, kavlî ve hâlî sünnetleriyle meşgul olmak, bizim kuşatamayacağımız genişliktedir. Bu böyleyken, nasıl olur da başka bir sünnet daha ihdâs etmeye kalkışabiliriz? O hâlde ümmete, (Allah’tan ve Rasûlü’nden) gelenden daha fazlasını yüklemeyelim.

EL-HİKEMÜ’L-ATÂİYYE’DEN HİKMETLER

Ahmed Bin Muhammed İbn Atâullah el-İskenderî’nin eşsiz ve ölümsüz eseri olan el-Hikemü’l-Atâiyye 264 veciz hikmetten oluşmaktadır. Bu hikmetlerin muhtevası üç kısımda toplanır:

1.Arı-duru Allah inancı, yani tevhid,

2.Güzel ahlâk,

3.Nefsi her türlü kötülükten temizleyerek Allah yoluna girmek.

HİKMETLER XXIV

Hikmet 249: Has kulluk hâlinin varlığı, beşerîlik sıfatının yokluğunu gerektirmez. Has kulluk, sabah güneşinin doğuşu gibidir; ufukta zuhur eder ama ufkun bir parçası değildir. Bazen ilâhî sıfatların güneşi, varlık geceni aydınlatır, bazen de tutulmaya uğrar ve seni kendi beşerî sınırlarına çeker. Gündüzün aydınlığı ne sendendir, ne de sana râcîdir. Sadece senin üstünde zuhur etmiştir, o kadar.

Hikmet 250: Hak Teâlâ, eserlerinin vücudunu esmâsının vücuduna, esmâsının vücudunu sıfatlarının sübûtuna, sıfatlarının sübûtunu da zâtının mevcudiyetine delil kılmıştır; ki vasfın kendi başına var olması mümkün değildir. O, cezbe erbabına evvelâ zâtının kemâlini, sonra sıfatlarını, sonra esmâsına müteallik eşyayı, sonra da eserlerini müşahede ettirir. Seyr u sülûk ehli içinse bunun tersini icra eder. Yani sâliklerin nihayet noktası, cezbe ehlinin başlangıç noktasıdır. Yine sâliklerin başlangıç noktası da cezbe ehlinin nihayet noktasıdır. Ama bu ikisi aynı mânâda değildir. Bazen öyle olur ki, biri yükselirken diğeri inmektedir ve yolda birbirleriyle karşılaşırlar.

Hikmet 251: Gökyüzünün nurları sadece dünyevî şahadet âleminde görüldüğü gibi sırlara ve kalplere ait nurların kıymeti de ancak gaybdaki melekût âleminde bilinebilir.