Vasiyet ve Hikmetler MUHYİDDÎN-İ ARABÎ’DEN VASİYETLER

Dr. Âdem AKIN – Muhammed YETİM

Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, öncelikle Kur’ân ve sünnetten süzdüğü bilgilerin, sonra da kendisinden önce yaşayan ulemâ ve evliyânın eserlerinin ve başta Fütûhât-ı Mekkiyye’si olmak üzere bütün kendi kitaplarının özünü 201 vasiyette toplamıştır.

VASİYET 17-A

Allah Teâlâ’nın senden aldığı ve sana verdiği şeyler hususunda O’nu(n hikmet ve iradesini) murâkabe et. O, senden bir şeyi almakla senin sabretmeni ve bu sebeple de seni sevmeyi murat etmiştir. Nitekim o sabredenleri sever. Sevdiği zaman da, sevenin sevdiğine davrandığı gibi muamele eder. Senin istek ve talebin maslahat ve faydana uygunsa, onu yerine getirir. Ancak talebin maslahatına uygun değilse, sana olan muhabbeti sebebiyle maslahatını gözetir ve talebini yerine getirmez. Sen o esnada, O’nun dileyip ettiğinden hoşlanmasan bile, işin neticesi belli olunca O’na hamdedeceksin. Allah Teâlâ, sevdiği kulunun maslahatını gözetmek hususunda ithamdan berîdir.

O’nun sana olan muhabbetini ölçmek için, senden aldığı şeye karşılık sana sabır rızkından ne kadar ihsan ettiğine bak. O bazen seni malından ve ailenden mahrum edebilir; yokluğu çok ağır gelecek olan bir şeyi senden alabilir. Ancak şunu bil: Sevdiklerinden her ne senden alındıysa, onun mutlaka Allah Teâlâ indinde bir karşılığı vardır. Ancak Allah Teâlâ’dan mahrumiyetin karşılığı yoktur. Kelâm-ı kibarda dendiği gibi:

Her kaybettiğin şeyin mutlaka bedeli var;
Allâh’ı kaybetmektir ancak bedelsiz zarar.

Çünkü O’nun misli yoktur.

Aynı şekilde sana bir şey verip ihsan ettiği zaman da O’nu murâkabe et. Aldığına karşılık verdiği sabır nimeti de onun ihsanlarındandır. Allah Teâlâ sana ihsan ediyor ki sen şükredesin ve O da bu sebepten seni sevsin. Nitekim O, şükredenleri de sever. Seni şükreden kullarına beslediği muhabbetle sevdiği zaman mağfiret buyurur. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz yolda bir dikenli dal bulup da onu yoldan uzaklaştıran bir kişi hakkında: “Allah Teâlâ O’nu ilâhî şükranıyla bağışladı.” (Müslim, İmaret, 164) demiştir. Bir başka hadîs-i şerifte de şöyle buyurmuştur:

“Îman yetmiş küsur şubedir; en alt mertebesi, yoldan eza verici bir şeyi uzaklaştırmaktır. En üst mertebesi ise «Lâ ilâhe illâllah» kelime-i tevhîdidir.” (Buhârî, Îman, 3; Müslim, Îman, 158)

İlâhî muvaffakiyete mazhar olmuş mü’min, îmanın bu bütün şubelerini kazanmaya çalışır. Onun bu gayreti dahî îmanın şubelerinden biridir. İşte bunu kazanmış mü’min, hakikî mü’minlik sıfatıyla vasıflanmış ve hayra mazhar olmuş kişidir.

Allâh’ın sana verdikleri ve ihsan ettikleri sebebiyle şükredersen, O da sana olan nimetini artırır. Nitekim âyet-i kerîmede: “Şükrederseniz, muhakkak ki (size olan nimetimi) artırırım.” (İbrahim, 7) buyurulmaktadır.

Ayrıca Allah Teâlâ kendisini, kullarına şükreden (kullarının ecirlerini fazlasıyla veren) yani «Şekûr» vasfıyla nitelemiştir. O, şükrün sebebiyle senin nimetini artırdığı gibi, sen de O’na olan şükrünü arttır. Ancak bununla beraber şuna da inan ki, Allah katında her şeyin belirli bir miktarı vardır. Dünyada bulunan her şey de Allah katında belirlenmiş bir ecele/âkıbete kadar devam eder.

Âlemde Allâh’a ait olmayan hiçbir şey yoktur. O, bir şeyi senden aldıysa ancak kendi katına almıştır; sana bir şey ihsan ettiyse de ancak kendi katından ihsan etmiştir. Her şey bütünüyle O’ndan gelmiştir ve yine O’na dönecektir. Bu meseleyi benim sana anlattığım gibi bilirsen, gerek alma gerekse verme olsun her hâlinde müşahede sûretiyle Allah Teâlâ ile beraberliğin sana yeter.

Her nefesinde ilâhî bir alış-veriş içinde bulunmaktasın. Bunun en başında, sebeb-i hayatın olan nefeslerinin bizzat kendisi gelmektedir. Her nefesin, canından dışarıya kalbî veya lisanî bir zikirle beraber çıkmaktadır. Şayet bu zikirler hayra yönelikse Allah Teâlâ sana bunun ecrini katbekat fazlasıyla verir. Ancak hayra yönelik değilse, sana afv ü keremiyle davranarak mağfiret buyurur ve içine çektiğin nefesi, ilâhî takdiriyle sana tam vaktinde tekrar ihsan eder. Şayet o nefes sana bir hayırla birlikte tekrar verildiyse bunu Allah’tan bir nimet olarak bil ve şükürle karşılık ver. Şayet Allâh’ın râzı olmayacağı başka bir amelle birlikte verildiyse hemen O’ndan afv ve merhamet iste.

EL-HİKEMÜ’L-ATÂİYYE’DEN

HİKMETLER

Ahmed Bin Muhammed İbn Atâullah el-İskenderî’nin eşsiz ve ölümsüz eseri olan el-Hikemü’l-Atâiyye 264 veciz hikmetten oluşmaktadır. Bu hikmetlerin muhtevası üç kısımda toplanır:

1.Arı-duru Allah inancı, yani tevhid,

2.Güzel ahlâk,

3.Nefsi her türlü kötülükten temizleyerek Allah yoluna girmek.

HİKMETLER XXIII

Hikmet 241: İçinde bulunduğun (beşerî ve nefsânî) vasıftan ancak ilâhî vasfı müşahedeyle kurtulabilirsin.

Hikmet 242: Hakikî mü’min, sürekli Allâh’ı senâ sebebiyle nefsine ihtimam etmeye fırsat bulamayan ve ilâhî hukuku îfâ sebebiyle nefsânî hazlarını aklına bile getirmeyen kişidir.

Hikmet 243: Sevdiğinden karşılık bekleyen ve bir gaye sebebiyle seven kişi, hakikî sevgili değildir. Gerçek sevgili, kendisini sana feda edendir, senden fedakârlık bekleyen değil.

Hikmet 244: Nefsin meydanları olmasa, seyr u sülûk ehlinin seyri vukû bulmazdı. Zira seninle Allah Teâlâ arasında ne kat edilecek bir mesafe ne de vuslatın ortadan kaldıracağı bir ayrılık vardır.

Hikmet 245: Allah Teâlâ seni melekût âlemi ile mülk âlemi arasında yarattı ki mahlûkatı arasındaki değerinin büyüklüğünü bilesin. Sen bir incisin ve diğer bütün varlıklar senin sedefin.

Hikmet 246: Kâinat seni cismaniyet itibarıyla kuşatsa da rûhâniyetinin varlığı itibarıyla kuşatamaz.

Hikmet 247: Varlık sahasına gelip de kendisine gaybın meydanları açılmayan kişi, etrafındaki varlıkların arasında mahpus ve kendi iskeletinin içinde mahsur kalmış demektir.

Hikmet 248: Mükevvini (kâinatı yaratan Allah Teâlâ’yı) müşahede etmedikçe varlıklara tâbîsin. Müşahede ettiğin anda ise varlıklar sana tâbîdir.