Sabır ve Metanet

Âdem SARAÇ

Sabır ve metanetin önderleri, ilk Müslümanlar…

Her türlü fedakârlığın başındaki ilkler…

İlkler ilkleri, onlar de diğer ilkleri takip ediyordu. Bu böyle sürüp gidiyordu.

Sabır, sebat, azim, gayret ve fazilet yarışı başlamıştı.

Bu öyle bir yarıştı ki, bu yarışın ikincileri, üçüncüleri yoktu. Hepsi birinciydi bunların.

Böylesine onurlu birinciliğin de, belli bir bedeli vardı. Herkesin kaldıramayacağı bir bedeldi bu.

Allah diyenlere, yaşama hakkı bile verilmediği bir dönemde, sadece Allah değil, Lâ İlâhe İllâllah diyorlardı onlar.

Ardından da, büyük bir aşk ve muhabbetle Muhammedü’r-Rasûlullah diye ekleyip haykırıyorlardı…

Allah ve Rasûlü’ne îman ile yepyeni bir hayata gözlerini açanlar, sadece gözleriyle değil, gönülleriyle de görmeye başlıyorlardı.

Bir yandan îman ve amel ile aşk ve muhabbetin zirvesinde cevelân ederlerken, diğer yandan da korkunç bir cenderenin altına girmiş oluyorlardı.

İslâm dâvâsının bu eşsiz ilkleri, mâruz kaldıkları bunca işkence, eziyet ve hakaretler karşısında bile, tevhid dâvâsının gerçek taşıyıcıları olarak arz-ı endam ediyorlardı.

Karşı karşıya bulundukları güçlüklerin ve mânîlerin birer imtihan olduğunu biliyorlardı. Çünkü onlar bu büyük dâvânın büyüklüğünün farkındaydılar.

Sadece: «Îman ettim.» demekle bitmiyordu iş…

Îmandaki sebat, sadâkat, samimiyet ve sabırlarının da ölçülmesi gerekiyordu.

Öylesine güçlükler, işkence ve eziyetler oluyordu ki, gerçekten îman etme arzusunu rûhunda taşıyanlar, bütün bunlara aldırmadan îman ediyorlar; bu arzuyu ciddî olarak gönüllerinde taşımayanlar ise, halis mü’minlerden ayrılıyorlardı.

Îman samimiyet işiydi. Mü’min de samimî insan…

Îmanda samimiyetin bir ölçüsü de, karşılaştığı güçlükler, işkence, eziyet ve ıstıraplar karşısında isyan etmeden, sabır ve sebat etmek, fakat zulme asla boyun eğmemekti.

Yalan dünya, aynı zamanda imtihan dünyasıydı. Çalışıp çabalama yeriydi…

Vahşet dikenliğinden muhabbet gülistanına yükselişte engeller çoktu. Fakat âşıklar, mâşukları için her şeyi göze alıyorlardı.

Dayanılmaz işkenceler, hakaretler, eziyet ve zulümler, Allah ve Rasûlü’ne îmanın ve Allah Rasûlü’ne tâbî olmanın gerçek şuuruna eren hakikî Müslümanların cesaretini kıramıyordu.

Bütün bu olumsuzluklar; bir yandan Müslümanları hidayet dairesinde sebat ettirirken, bir yandan da başkalarının o daireye koşmasına mânî olamıyordu.

İşkenceler, eziyet ve hakaretler, âdeta İslâm ateşinin daha gür yanması, daha kuvvetli parlaması için, birer alev mesabesine geçiyordu.

İslâm yayılıyor Müslümanlar günbegün çoğalıyorlardı.

Nasipsiz müşrikler eziyet ve işkencelerini artırdıkça, İslâm dâvâsı da bir başka hızla gelişip yayılıyordu…

Neler demiyorlar ve neler yapmıyorlardı ki!

Her şeyleri ile sapıtmış olan bu nasipsizler, hiç utanmadan sapık diyorlardı bu ilk Müslümanlara.

Önce alay etmişlerdi.

Sonra hakarete başlamışlardı.

Şimdi de öyle bir duruma gelmişlerdi ki, Müslümanları yollarından döndürmek için, her yolu deniyorlar, yapmadıklarını bırakmıyorlardı.

Sözle sataşıyorlardı…

Yazıyla sataşıyorlardı…

Fiilleriyle sataşıyorlardı…

Bütün yolları deneyerek, en ağır hakaretlerle Müslümanları tahrik edip, isyan ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Hakaret, işkence ve sataşmaları günbegün artırıyorlar, dayanılmaz bir hâle getirip, Müslümanların sabrını taşırmak istiyorlardı.

Bütün bunların yanında, sürekli üzerlerine giderek, Müslümanları sahte gündemlerle meşgul etmek istiyorlardı.

Fakat İslâm ile şereflenen Müslümanların ise ruh ve gönüllerinin güzelliği, bütün hayatlarına yansıyordu.

Bu ilk Müslümanlar, dayanılmaz işkence, eziyet ve hakaretlerle yoğrulup pişmişlerdi.

Sabır ve sebat, her birini birer âbide hâline getirmişti…

Bu bir avuç mümtaz topluluk, hiçbir oyuna gelmiyordu…

Müslüman’ın gündemini yine Müslüman belirliyordu.

«İt ürür kervan yürür.» demişler, öyle ya…

Şurası muhakkaktır ki, zor ve tahakküm hiç bir zaman, hiçbir devirde devamlı olarak hak ve hakikati yenememiş, boğamamış ve kendine esir edememiştir.

Aksine hak ve hakikat, çoğu kere zoru da, tahakkümü de, zulüm ve zulmeti de yenmiş, yok olmaya mahkûm etmiştir.

Asr-ı saadet Müslümanlarının dayanılmaz işkence ve zulümler karşısında gösterdikleri eşsiz cesaret, engin sabır ve harika metanet, cidden insaf ve basiret sahiplerinin gözlerini yaşartacak bir ulviyete sahiptir ve bizler için de birçok ibretlerle doludur.

Sabır ve sebat Peygamber ve ashâbının şiarıdır…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…