Cemiyeti Tehdit Eden Tırmanış

B. Cahit ÖZDEMİR

Plânsız ve yüksek nispette göç, aile değerlerindeki yozlaşma, müzminleşmiş ekonomik sıkıntılar ve en önemlisi de dûçar kalınan mânevî buhran gibi sâiklarla cemiyetimizde suç işleme nispetlerinde vahâmet arz eden bir tırmanış görülmektedir.
Bir haber programında, bir ilköğretim okulu talebesi, İstanbul Emniyet Müdürü’ne: «Okula giderlerken kendilerini emniyet içinde hissetmediklerini, korktuklarını…» söylüyordu. Ufukları güzelliklerle, sevinçlerle, ümitlerle bezeli olması gereken bu çocuklar, neden korkunun soğuk yüzü ile tanışmışlardır? Niçin, ümitsizlik ve hüzün, bir kâbus gibi çökmüştür, cıvıl cıvıl olması gereken minicik, masum yüreklerine?
Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre, ülkemizde her yıl artmakta olan suç işleme nispetleri ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Nitekim geçen yıl polis sorumluluk sahasında artışın % 64 nispetinde olduğu görülüyor. Şahsa veya mala karşı işlenen bu suçlar; kayıtlarda hırsızlık, soygun, yankesicilik, kap-kaç, dolandırıcılık, yaralama, cinayet, tehdit, intihar, aile içi şiddet, kız ve çocuk kaçırma, kundaklama, mesken masûniyeti ihlâli, sahtecilik, kalpazanlık, narkotik suçlar vesâire olarak sıralanıyor. Suç nispetlerindeki câlib-i dikkat olan bir husus da cinsî gruptaki suç artışlarının % 300 olması. (Vakit: 11.2.2007) Toplam sabıkalı sayısının sekiz milyonu geçtiği ülkemizde, tıklım tıklım dolu olan cezaevlerindeki mahkûm sayısının yetmiş yedi bini aştığı; hırsızlık, kap-kaç ve gasp suçlarındaki artışın Yargıtay’ı tıkadığı da diğer bir acı gerçek.
İrtikâp edilen suçlar içerisinde, en küçük bir hafifletici sebep bulunamayacak bir kısmı da var ki; amme vicdanını fevkalâde yaralayıp, şiddetli infiâle sebep oluyor. Basında da sık sık aksettirildiği gibi; emniyet kuvvetleriyle meydan savaşı yapan, belediye otobüslerini ve etrafı ateşe veren, masum insanları acımadan bombalayan göstericiler ve teröristler; üç-beş kuruş için gözünü kırpmadan insanları öldüren kap-kaççılar; girdikleri evlerde, hane sahiplerine tecavüz eden, öldüren gözü dönmüş hırsızlar; kaldırımları bile vatandaşa dar eden, polise kök söktüren sarhoş sürücüler; rastgele ateş açarak insanların kanına giren «magandalar», şehir eşkıyaları; kadınları, çocukları kaçırıp tecavüz eden, öldüren, merhamet ve ahlâk yoksunu cinsî sapıklar; «para»dan başka mukaddes tanımayan, tatmin olmayan iştihaları uğruna toplu ölümlere ve hastalıklara zemin hazırlayan, iş ve ticaret erbâbı kılıklı vurguncular… Ekserîsi birer suç makinesi hâline gelmiş, üstelik bir de suçlarını zevk için işlediklerini ihsas eden, hattâ mikrofonlara haykıran bu şahıslar, kamuoyunu feveranlara, isyanlara gark ediyor.
Son günlerde basında yer alan haberlerden birkaçı da şu şekildedir: “Ankara’da, caddeden gelen maganda kurşunu ile yaralanıp; önce felç olan, sonra da ölen kadının çocukları, zanlıların serbest kalmasına isyan ettiler.”; “Ankara’da, başkomiseri vurarak şehid eden zanlının, 10 ayrı suçtan sabıkalı olduğu ve her defasında serbest kaldığı anlaşıldı.”; “İstanbul’da, sigara vermediği için komando subayı öldürenlerden birisi, Beyoğlu’nda kap-kaç yapmaktan yakalandı. Önceki suçundan 14 ay yatıp çıktığı anlaşılan zanlı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.”; “İzmir’de, diş hekimini muayenehanesinde tecavüz ederek öldüren kişi yakalandı. «Yakalanmasaydım daha çok can yakacaktım!» diyen zanlının daha önce de, dört tecavüz ve gasp suçu işlediği ve afla serbest kaldığı anlaşıldı.”; “Konya’da, komşusunun kızını iğfal eden ve muhakemesi sonunda beraat eden evli taksici öldürüldü.” Basında sık sık bildirilen böyle ve benzeri haberler, maalesef Türkiye’nin gerçekleridir.
Suç nispetlerinin tırmanmasında, kamuoyunun vicdanını rencide eder tarzda zaman zaman çıkarılan aflar; çocuk suçlulara mahsus ceza muafiyetleri; delil yetersizliği; cezaların caydırıcı olmaktan uzaklığı; artık suç makinesi hâline gelmiş şahısların cemiyetten tecrit edilememesi; suçluların hapishanede ıslah olacaklarına, uzman hâline gelmeleri gibi sebeplerin rol oynadığı anlaşılmaktadır. Mülkün temeli olan adaletin tesisi için, bu hususların yeniden ele alınarak maksada uygun tarzda, netice verici şekilde düzenlenmesi bir zarurettir. Bunun için de kanun yapıcı ve tatbik mevkiindekilerin, adaletin tecellîsi için kendilerini mağdurun yerine koyabilmeleri (empati); “Fırat kenârında bir kuzu zâyî olsa, bu sebeple Allâh’ın beni hesaba çekmesinden korkarım.” diyen Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hassasiyetiyle düşünebilmeleri gerekmektedir.
Diğer yandan ülkemizin bütün eğitim müesseseleri, basın kuruluşları, vakıf, dernek, sendika ve benzeri sivil toplum kuruluşları, memleketimizde niçin böyle tehlikeli bir tırmanış olduğunu araştırmalı, cemiyet ahlâkını ıslah edecek, yükseltecek uzun vadeli projeler üretmeli, bu doğrultuda programlar yapmalıdır.
Yüce derecelere lâyık bildiğimiz insanoğlunun, bu derekelere düşebileceği îkazı, bizim kültür mirasımızda yer alır. Yüce kitabımızda buyrulduğu üzere; «eşref-i mahlûkat» olarak, «en güzel biçimde yaratılan insan» (Tin-4), ruh itibarıyla, «aşağıların en aşağısı» (esfel-i sâfilîn) ile «en yüce makam» (âlâ-yı ılliyyîn) arasını kat edebilme istidadındadır.
Kur’ân-ı Kerîm’in yüce muhtevası ve âlemlere rahmet olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in üsve-i hasene (en güzel örnek) olan mübarek hayatları, bu saadet yolculuğunun kılavuzudur.
Nitekim; istikametini doğru olarak seçebilen âbide şahsiyetler, medeniyet ufkunun yıldızları olarak parlıyorlar;
«Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- îman ile şereflenmezden evvel, merhamet mahrumu, hak ve hukuk tanımaz câhiliye insanlarının tipik bir misâliydi. Îmanla şereflendiğinde ise ince, diğergâm, hikmet ehli, adalet âbidesi bir insan hâline geldi. İslâm’dan evvelki sert ve haşin mizaçlı Ömer eriyip gitti; onun yerine gözü yaşlı, gönlü şefkat ve merhamet dolu, karıncayı dahî incitmekten sakınan, dâima ümmetin saadetini düşünen, yüksek mes’ûliyet şuuruna sahip bir Hazret-i Ömer geldi.» (Osman Nûri TOPBAŞ, Altınoluk, sayı, 253)
Bu mânevî çözüm yolları eğer göz ardı edilirse, toplumda yükselen suç meselesine sadece emniyet ve kanun açısından çözüm aranmakla yetinilirse, netice başarısızlık olacaktır. Emniyetin eli her yere ulaşamayacak, suç işlemeyi kafasına koymuş olanlar için kanunda hep bir boşluk bulunacaktır.
Çünkü insanı doğru yolda tutmak için, herkesin başına bir polis dikilemez; dikilebilse bile, polis de bir insandır; onun başına kim dikilecek? Ancak insana «istikamet üzere» bir vicdan kazandırılabilirse, o hem kendisinin hem cemiyetin polisi olur. Bugün vâkî olan ve insan haysiyetiyle asla bağdaşmayan en korkunç canavarlıklar içtimaî hayattan silinir; herkes «hayır» yarışına girer.
Bunun misalleri tarihimizde çokça görülmüştür. Sadece ahi teşkilâtını düşündüğümüzde, yeni nesillere meslek edindirme, meslekte ahlâkî örfü devam ettirme ve mânevî disiplin gibi pek çok yoldan cemiyet nizamına katkıda bulunduğu görülür.
Ortak cemiyetimiz, müşterek geleceğimiz için bütün fert ve kuruluşlar el ele vererek ahlâk konusuna gereken ehemmiyeti vermeli, evlâtlarımızın ahlâklı, vicdanlı, yaratılmışı seven ve koruyan, hakşinas nesiller hâline gelmesine çalışmalıdır.