Boşa Çıkan Sözler!

Handenur YÜKSEL

Osmanlı tarihini anlatan iki ciltlik eseri ile tanınan ünlü tarihçi Peçevî, 1574’te Mohaç civarındaki Peç şehrinde doğdu. Asıl adı İbrahim’dir. Dedesi, Fatih Sultan Mehmed’in silâhtarlığında bulunmuş olan Kara Davud’dur. Babasının ölümü üzerine, henüz 14 yaşlarında iken Budin’de bulunan Lala Mehmed Paşa’nın yanında hizmete başladı. Daha sonra Kanije Muhafızı Tiryaki Hasan Paşa ile tanıştı. Macarcayı iyi bildiği için barış görüşmelerinde görev alan Peçevî, maliye konusunda gösterdiği başarılardan dolayı defterdar tayin edildi. Bâkî Paşa’nın ölümünden sonra kendisine başdefterdarlık görevi teklif edildiyse de kabul etmedi. 1636’da Bosna Defterdarı olan Peçevî İbrahim Efendi, ünlü tarihini, son günlerini geçirdiği Budin’de yazdı. Bu eser, Kanunî Sultan Süleyman’dan IV. Murad devrinin sonuna kadar olan tarihî dönemi anlatır. Peçevî İbrahim Efendi 1650 Haziran’ında vefat etti.
***
1595’te elçiler, Estergon Kalesi’nin müzakeresi için bir Macar generalinin mezarı başında buluştular. Osmanlı tarafını, hazırcevaplı oluşuyla ünlü Peçevî İbrahim Efendi; Avusturya tarafını ise teşbihlerle konuşmayı seven Palfi temsil ediyordu. Avusturya elçisi bir ara şöyle dedi:
“–Bizler, Osmanlı’yı kapalı bir kutuya benzetiriz ki, seleflerimiz onu açmaya cür’et edememişler. Onlar: «Bunun içinde ne var?» diye soranlara: «Bunun içi, yılan, çıyan ve akreple doludur. Eğer kapağı açılırsa ülkemize yayılır, halkımızı sokup öldürürler.» cevabını verirlermiş. Birbirlerinden duyarak, bu hurafeye inanmışlar. İmparatorlarımızın her biri: «Bu kutu açılmasın! İnsanlık benim zamanımda mahvolmasın!» diyerek, kutuya bir kilit daha vurmuş. Şimdi lâzım oldu, kutuyu açtık; bir de ne görelim, içi bomboşmuş, yazık bu inançla geçen bunca ömre!”
Bu sözler üzerinden çok geçmedi. Osmanlı ordusu Eğri Zaferi’ni kazanarak düşmanı darmadağın etti.
Peçevî, değişen şartlar üzerine çevresindekilere şu sözleri söyledi:
“–Palfi, umarım söylediği bu boş sözleri hatırlamıştır!”
YÜZÜ BİR DÖNERSE!
Tiryaki Hasan Paşa 1530’da doğdu. Enderun’da yetiştikten sonra Zvornik Sancakbeyliği’ne gönderildi. Bu görevi sırasında birçok kale fethetti. Daha sonra beylerbeyi rütbesiyle önce Zigetvar’a, 1594’te Bosna’ya tayin edildi. 1600 yılında Kanije Kalesi fethedilip beylerbeylik hâline getirilince idaresi Hasan Paşa’ya verildi. 1601’de Avusturya arşidükü, elli bin kişilik bir kuvvetle Kanije’yi kuşattı. Kalede sadece beş bin asker vardı. Düşmanın şiddetli hücumları, Hasan Paşa’nın ustaca tedbirleriyle önlendi. Haçlılar on sekiz bin ölü verdiler. Paşa, düşmanın mâneviyatının bozulduğu bir sırada, üç bin kişiyle taarruz ederek, ordugâhlarını alt-üst etti. Sultan III. Mehmed, Avusturya’nın bozgunuyla neticelenen bu zafer üzerine, Paşa’ya vezirlik rütbesi verdi. Hasan Paşa, Budin Beylerbeyliği sırasında, 1611 Haziran’ında vefat etti.
***
Kanije’yi kuşatan Avusturyalıların, kaleye büyük bir taarruz yapacaklarını haber alan Tiryaki Hasan Paşa, cesaret ve şevk vermek için askerlerini bir araya topladı ve onlara şöyle seslendi:
“Ey gaziler! Düşmanda hücum emareleri görülüyor. Çok şükür Müslümanız, düşmanla cihad etmek farzdır. Velînimetimiz olan halîfe-i İslâm’ın bir kalesi için değil, bir avuç toprağı için dahî canımızı feda ederek, yediğimiz ekmeği kendimize helâl ettirmek cümlemize vaciptir. Üç aydır aç kaldık, susuz kaldık, yastık yerine kılıca yaslandık, bunca arkadaşımızı gözümüzün önünde şehid verdik, gülleler içinde yuvarlandık, aramızda yara almayan kalmadı. İşte bu gayretlerimizin neticesini bugün göreceğiz. Bu meydân-ı mübârezenin kararını bizlerin gayreti verecek. Hepiniz bilirsiniz ki, düşman karşısında vefat eden şehid olur; kalan ise, dünya ve âhirette selâmet bulur. Ben bu düşmanı tanırım, yüzü bir kere dönerse, mağlubiyeti mukadderdir. İlk hücumda yılmayıp, yerlerinizde sebat ediniz. Allâh’ın izniyle nusret bizimdir!”
OOOO! HEM DE BAL GİBİ
Ünlü yazar ve romancı, kültür, sanat ve edebiyat adamı Peyami SAFA, 1899’da İstanbul’da doğdu. Basın hayatına Akşam Gazetesi’nde başladı. Çeşitli gazetelerde fıkra yazıları yazdı. Fıkra, makale, araştırma, hikâye, roman türlerindeki çalışmalarıyla fikir ve düşünce dünyamızın önemli isimleri arasında yer aldı. Düşünce yazılarının toplandığı sekiz bölümlük «Objektif» dizisinin yanı sıra «Matmazel Noraliya’nın Koltuğu», «Dokuzuncu Hariciye Koğuşu» ve «Fatih-Harbiye» tanınmış romanları arasındadır.
***
Peyami SAFA, bundan 46 sene önce, 15 Haziran 1961’de vefat etti.
Bir mülâkat sırasında Peyami SAFA’ya soruldu:
“–Allâh’a inanıyor musunuz?”
Cumhuriyet döneminin büyük romancısı, kendine yakışır, harikulâde bir cevap verdi:
“–Oooo! Hem de bal gibi.”
ÖZE DOKUNMADAN DEĞİŞMELİ!
Bestekâr ve hattat, Hâfız Kemal BATANAY, 6 Şubat 1893’te İstanbul’da doğdu. Hıfzını 14 yaşında tamamladı. Vefa Mekteb-i İdadîsi’ni bitirdikten sonra Dârulfünûn İlâhiyat Şûbesi’ne devam etti. I. Dünya Savaşı’nda yedek subay olarak görev yaptı. On yaşlarında başladığı mûsıkî eğitimini, askerlik vazifesini yaptıktan sonra Yenikapı Mevlevîhanesi Neyzenbaşısı Rauf Yekta Bey’den aldığı derslerle sürdürdü. Hat meşkine de 14-15 yaşlarında başlayan Batanay, Necmettin OKYAY, Kâmil AKDİK gibi devrinin ünlü ustalarından ders aldı. 30 yıl çalıştığı İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası’ndan 1956’da emekliye ayrıldıktan sonra, ömrünü hat ve musıkîye adayarak, bu alanda büyük hizmetler verdi. Hat talebelerinden ücret almaz, yazıdaki gelişmelerini yakından takip eder; kâğıdını, mürekkebini, kalemini vererek onları teşvik ederdi.
22 Haziran 1981’de Kadıköy’deki evinde hayata gözlerini kapadı.

Kemal BATANAY, bir ömür verdiği hat sanatının itibardan düştüğü sıkıntılı dönemde yaşamış, ümitsizliğe düşmeden, büyük bir heyecanla sahip olduğumuz değerleri savunmuş, bu değerleri eserleriyle günümüze taşımıştır.
Ülkemizin içine düştüğü durumu şu cümlelerle yorumlardı:
“Yüzümüzü batıya döndüreli sanatlarımızla beraber biz de itibardan düştük. Öz yurdumuzda garip kaldık. Çağdaşlık, baştan aşağı Avrupalı gibi mi olmaktır? Öze dokunmadan değiş, ama millî varlığını da devam ettir. Yüzyıllardan beri Türk milletinin keşfettiği, benimsediği, geliştirdiği, kendine has özelliği olan sanatları çağın değerleriyle yoğurmak varken, kendine düşman olmak, yabancı olmak bence hiçbir şey olmamaktır.
Zannederim bunun yeryüzünde hiçbir örneği yoktur. Fakat bugün Türk milleti, bilhassa hat sanatında yüklendiği tarihî rolü devretmemiştir. İslâm dünyasında önderliğini sürdürecektir. Yeni, meraklı genç nesil bana bu ümidi veriyor.”