Fidan Suyu

Ç. KÜBRA GÖÇER

Şimşek çaktı, gök gürüldedi. Uzaktaki bir ağaca yıldırım düştü. Etraf aydınlandı, alevin rengine döndü. Yatağında hafifçe doğruldu Elif Öğretmen. Zifirî karanlık odası bir aydınlanıyor, bir kararıyordu. Dayanamadı, ayağa kalktı. Pencereye yaklaşmaya korkuyordu. Yağmur damlaları hızla penceresine vururken üşüdüğünü hissetti. Yapacak bir şeyi yoktu, yatağına girmekten başka. Korkusunu bir nebze olsun azaltabilmek için ışıkları yaktı. Yatağına girdi. Soğuk yorganı üzerine çekti. Üşümesi arttı.

“Yatmadan önce sobaya bir-iki odun atsaydım keşke!” diye düşündü. Gök gürüldemesi durmuştu. Damlalar daha hafif vuruyordu şimdi pencereye. Hafif yağmur damlaları ninni fısıldıyordu sanki kulağına. Soğuk, bir müddet sonra anne şefkati sıcaklığına döndü. Uyudu…

Etrafı ışıldatan güneş yeni bir günün habercisiydi…

Yürürken bir yandan da karşıda duran dağlara bakıyordu. Karlar baharı müjdelercesine eriyordu yavaş yavaş. İleride bir çocuk topluluğu vardı. Elif Öğretmen gittikçe yaklaşıyordu onlara. Bunlar onun fidanlarıydı. Ahmet, Selim, Ömer, Gülizar ve Ayşe. Öğretmenlerinin kendilerine doğru geldiğini görünce hepsinin yüzüne bir tebessüm yerleşti. Elif Öğretmen dalgın yürüyordu. Bunu fark ettikleri için yanına yaklaşmaya çekiniyorlardı. Başını kaldırdı, fidanlarını gördü:

“Yaklaşsanıza çocuklar!”

Mutluluk sardı Elif Öğretmenin etrafını, bir mutluluk tomarı. Yarım saat boyunca onlar anlattı, Elif Öğretmen dinledi. Hepsi en az beş kardeşti ve hepsi ailenin en küçüğüydü. Evin içinde ne varlıkları ne yoklukları belli oluyordu. Babaları bahçeyle, tarlayla; anneleri de ev işleriyle ilgileniyordu. Kardeşlerinin her biri bir yere dağılmıştı. Yokluk, onların hayatında belirgin bir hâl almıştı. Tek eğlenceleri okul olmuştu. Kimi sırrını anlattı, kimi babasını, kimi bu okula nasıl bin bir zorlukla geldiğini, kimi ablasının düğününü. Ve zaman, yokuş aşağı akan su hızıyla geçip gitti. Okula vardıklarında bütün fidanlar tüy gibi hafifti. Sıraya geçtiler. Elif Öğretmen de arkadaşlarının yanına gitti.

Çocuklar sınıflarına giderken Elif Öğretmen gülümsüyordu. «Adamlar» yetiştirecekti o! Kökü sağlam, dalları gökleri kucaklayan asırlık çınarlar yetiştirecekti… Ümidi vardı… Bunları düşünürken bir yandan da öğretmenler odasına doğru yürüyordu. Odaya girdi. Radyo açıktı. Spiker haber sunuyordu. Kulak verdi. Duyduğu haberle irkildi Elif Öğretmen. İnanılır gibi değildi. On iki yaşındaki bir «fidan» eroin komasından hayatını kaybetmişti. Ölen fidanın vücudunda ayrıca kanser tespit etmişlerdi. Ve bu Elif Öğretmen’in yakından tanıdığı ama ulaşamadığı bir öğrenciydi. Kendi sınıfındaki Ömer’in ağabeyiydi. Gözlerini yumdu, yakınındaki koltuğa çöktü. Odaya sessizlik hâkimdi. Bütün öğretmenler aynı üzüntüyü paylaşıyordu. Gönüllerinde aynı ıstıraplı cümle dolaşıyordu: «Bir fidan daha boyun büktü…»

Elif Öğretmen sınıfa girdi. Sıralara baktığında bilgiye hazır tam 30 çocuk gördü, yeniden. Kimi sarışın, kimi esmer, kimi zayıf, kimi daha zayıf 30 çocuk. Aralarında en başarılısı Ömer’di. İnanıyordu Elif Öğretmen, bu çocuk ileride bir şeyler başaracaktı. Dersin sonuna doğru Ömer’i tahtaya kaldırdı:

“–Söyle bakalım Ömer, ileride ne olmak istiyorsun?”

“–Doktor olmak istiyorum, öğretmenim!”

“–Bir sebebi var mı peki Ömer?”

“–Başka kardeşler ölmesin diye öğretmenim!”

Sesi çatallaşmıştı. Sustu. Yerine oturttu Elif Öğretmen, Ömer’i. Ne söyleyeceğini bilemedi. Unutmak, Ömer için de zordu. Tam o sırada zil çaldı. Çıktı Elif Öğretmen. Bir an önce eve gitmek istiyordu, yorulmuştu. Eve vardığında güç-belâ yatağa attı kendini. Akşam oluyordu. Yatağın içinde döndü durdu. Sisler sarmıştı düşüncelerini. Uyuması gerekiyordu…

Uyandı Elif Öğretmen. Kapı vuruluyordu. Gitti, kapıyı açtı. Karşısında genç bir adam duruyordu. Küçük olsa tıpkı Ömer’e benzeyecekti. Genç adam tebessüm etti:

“–Burada olduğunuzu duydum, elinizi öpmeye geldim. Tayinim aşağıdaki sağlık ocağına çıktı. Öğretmenim, hiç değişmemişsiniz!”

Elif Öğretmen heyecanla:

“–Ömer!” diyebildi sadece.

Değişmişti aslında. Saçlarına aklar düşmüş, yüzüne çizgiler yerleşmişti.

Ama başarmıştı.

Fidanlar yetişmişti, yetişiyordu. Biliyordu, aralarından Elif Öğretmenler de yetişecekti. Derin bir «bahar» nefesi aldı…

Karşı dağdaki son kar birikintisi de eridi…