Feth-i Mübin Rûhu

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

En zirve fetihten yana rehber idi Fâtih,
İstanbul’un ufkunda seferber idi Fâtih,
Bir feth-i mübîn oldu onun gayreti, aşkı,
Tâ, belki ezelden beridir der idi Fâtih:

«El-hak, alırım feth ile İstanbul’u yâ ben,
Yâhut beni İstanbul alır, ten kafesimden.»

Bin asrı aşıp, hem yaşının yirmi birinde,
Dev surları alt eyledi îmân ile zinde..
Yol kesse deniz, dağları deryâya çevirdi,
Kuş oldu mübârek gemiler, uçtu içinde.

Fâtih, nebevî müjdeyi bayrak gibi açtı,
Dünyâda onun sevdiği tek tâcı, bu taçtı.

Rengiyle yiğit erleri cezbetti bu bayrak,
Cezbetti Nebî müjdesinin mazharı olmak.
Cezbeyledi hattâ bu büyük müjde Bizans’ı,
«Gel al!» diye yalvardı şehir Fâtih’e müştak!

İstanbul’a: «Sen gayri bizimsin!» dedi Sultan,
Her burca fetih sancağı koşturdu küheylân.

Son hamlede herkes oluvermişti kanatlı,
Fâtih idi her safta koşan bembeyaz atlı.
Hür bayrağı hiç düşmeyecek güçte o anda,
«Allah!» diyerek çaktı nihâyet Ulubatlı.

Yanmıştı bu hasretle gönülden nice hünkâr,
İstanbul’u Fâtih, açarak eyledi gülzâr.

Kuzgundaki söz silkinerek bülbüle döndü,
Vicdâna batan köhne dikenlik güle döndü.
İstanbul olan bahçede baştanbaşa her şey,
Gerçek medeniyyet denilen sümbüle döndü…

Asker ve kumandânı bu fethin ne muazzez,
Ey şimdiki evlât, o güzel rûhu, güzel sez!

Sor illere, yollarda fetih caddesi var mı?
Sor güllere, bağlarda fetih bâdesi var mı?
Gündüz gece tas tas idealler arasında,
Sor dillere, gündemde fetih müjdesi var mı?

«Yoktur!» diyenin başkası oynar kaderiyle,
Târîhe geçer sâdece bin bir kederiyle…

İnsan yine devranda, gönül fethine hasret!
Devran, yüce Peygamberimin methine hasret!
Fâtih büyüten sırra kayıtsız yaşadıkça,
Her kısmetimiz geçmişe hasret, yine hasret!..

Geçmiş bize ruh vermelidir, müjdesi belli,
Seyrî, bize bir feth-i mübin rûhu gerekli!..

 

Vezni: mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün