AZ SÖZ ERİN YÜKÜDÜR

AYLA AĞABEGÜM

Az söz erin yüküdür,
Çok söz hayvan yüküdür.
Bilene bu söz yeter,
Sende güher var ise. (Yunus Emre)

derken bize şiir anlayışını da belirtmiş oluyor. Şiir var olduğundan bugüne kadar, şairler ve mütefekkirler tarafından tanımlanmış, tanımlanmaya da devam edecektir. Şiiri seven okuyucular ise, bu tariflerden ruhlarına uygun olanı benimseyeceklerdir. Talebelik yıllarından bugüne kadar Ahmet Haşim’in, Yahya Kemal’in, Necip Fazıl’ın şiir konusundaki düşüncelerinin etkisi altında kaldım.

Ahmet Haşim’e göre: “Şairin lisanı, nesir gibi anlaşılmak için değil fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, mûsıkî ile söz arasında, sözden ziyade mûsıkîye yakın bir lisandır.”

Yahya Kemal’e göre: “Şiir nesirden bambaşka bir hüviyettedir. Mûsıkîden başka türlü bir mûsıkîdir. Şiirde «nefes» ve «ses» iki esaslı unsurdur. Mısranın ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa, yahut da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in suru kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa, halis şiir değildir. Şiir duygusunu lisan hâline getirinceye kadar yoğurmak, onu çok toplu bir madde hâline sokmak, o kadar ki, mısra güya hissin tâ kendisi imiş gibi okuyucuya samimî bir vehim vermek… işte bunu özlüyorum.”

Necip Fazıl’a göre şiir: “Üstün idrak müessesesi şiir, ilk borç olarak, elinde kâinat sırlarının anahtarı, O’nun hilkat sırrının ve Kâinat Efendiliği makamının eşiğinde dize gelecektir. Şiir bu mukaddes eşiğin süpürgesi, şair de boynundaki süpürücülük borcuyla insanoğlunun en yüksek rütbelerinden birisi… Ben bu rütbelerin en yükseği içinde O’nun ümmeti liyâkatinin en alçak ferdi olarak, o mukaddes eşiğin süpürücüsüyüm.”

İslâmiyet’in kabulünden önceki devirlerde Türklerin hayatında şiirin önemli olduğunu sagu ve Dede Korkut Hikâyeleri’nde görmekteyiz. Arap toplumunda da İslâmiyet’ten önceki devirde şiir, devir ve toplum için çok önemlidir. Diğer sanat dallarına önem vermeyen Arap toplumunda, bütün dikkat; şiir, hitabet, kâhinlik, hiciv vadisinde başarılı örnekler verme yarışına gösterilmiştir.

Konumuz Hazret-i Peygamber ve şiir olunca Arap toplumunun Kur’ân-ı Kerim karşısında hayreti düşünülmeye değer. Nazım ifadedeki eşsizlik, nazmın yüceliğindeki kusursuzluk onları şaşırtırken iftiralara başlarlar. Onlara göre Hazret-i Muhammed bir şair, Kur’ân-ı Kerim de bir şiir kitabıdır. Daha ileri giderek Peygamber Efendimiz’i kâhin veya sihirbaz diye suçlamaya başlamışlardır. Şuarâ Sûresi’nde, İslâm’ın şiire bakışı çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Hiciv, haksızlık, yalan, İslâmî hayatta yer almayan konularda şiir söylenemez. Bu konuda Hazret-i Peygamber şiir için: “Şiir, söz menzilesindendir. İyisi iyi söz gibi, kötüsü kötü söz gibidir.” buyurmaktadır. Peygamberimiz, şiir dinlemekten hoşlanıyor, iyi şairleri mükâfatlandırıyordu. Sahâbe devrinde de İslâmiyet’in rûhuna ters olmayan şiirler beğenilerek dinleniyordu. Hicivlerde sataşmalarda yumuşak, kırıcı olmayan bir üslûp tavsiye ediliyordu. Hazret-i Peygamber’e göre şiir hakikat ve hikmeti ifade ettiği sürece güzeldir. Şairin kim olduğu da önemli değildir. Ümeyye’nin:

Akşamladığımız ve sabahladığımızda Allâh’a hamd olsun

Rabbim bizi hayırla sabaha çıkarmış, akşama ulaştırmıştır.

beytini dinledikten sonra: «Şiiri îman, kalbi küfretti.» demiştir.

Şiiri dinlerken veya söylerken ölçümüz İslâmî rûhun güzelliklerinin yansıtılmasıdır. Şarkılar da öyle değil mi? Şarkılardaki sözler de bir şiirdir. Ölçümüz terennüm edilen duygulardaki güzelliklerdir.

Şiir, önemli olunca mutasavvıflarımız duygu ve düşüncelerini şiirle ifade etmeye çalışmışlardır.

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin tasavvuf vadisinde söylediği unutulmayacak mısraları vardır.

Ezelden aşk ile biz yâne geldik

Hakîkat şem’ine pervâne geldik.

Tenezzül eyleyip vahdet ilinden

Bu kesret âlemin seyrine geldik.

………..

Geçip fermân ile bunca avâlim

Gezerken âlem-i insâna geldik.

Fenâ buldu vücûd-i fâni mutlak

Bıraktık katreyi ummâna geldik

Aşkı, sevgiyi, yaratılış âlemine gelişimizi anlatan coşkun mısraları okuyanları da aynı heyecanın içine alıyor.

Dîvânında Kur’ân âyetlerinden iktibaslar vardır.

“Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allâh’ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Lokman, 27)

Kalem olup şecerler cümleten hep

Yedi deryâ ana olsa mürekkeb

Yazılmaz binde bir ihsânın ey Rab

Sana yâ Rab nice bin şükürler.

Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdâyî Sempozyu-
mu’nda Prof. Dr. Cemal KURNAZ’ın bildirisinden bir bölüm okurken beraberce düşünelim:

“Türk şiirinde kuş imajının zamana bağlı unsurlar içinde kullanılışı; Ahmet Hamdi TANPINAR, mutasavvıfların zaman görüşüne yaklaşır.

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında,

Geniş, yekpâre bir ânın,

Parçalanmaz akışında.

Aziz Mahmud Hüdâyî’nin şiirinde de hızla akıp giden zaman, kuş imajıyla anlatılır.

Günler gelip-geçmektedir,

Kuşlar gibi uçmaktadır.

Ehl-i fesâdın yeri nâr,

Ehl-i sâlih uçmaktadır.

Yunus Emre:

Benim cânum bir kuşdurur

Gövdem anın kafesidür

Dosttan haber geliceğüz

Bir gün uçar kuşum benüm

İş bu söze Hak tanukdur

Bu can gövdeye konukdur

Bir gün ola çıka gide

Kafesten kuş uçmuş gibi.

Modern şairlerimizden Ahmet Haşim’de de kuşun özel bir yeri vardır:

Altın kulelerden yine kuşlar

Tekrârını ömrün eder îlân

Kuşlar mıdır onlar ki her akşam,

Âlemlerimizden sefer eyler.

Necip Fazıl KISAKÜREK de:

Nedir zaman nedir?

Bir su mu? Bir kuş mu?

Sabahattin Ali, Hapishane adlı şiirinde:

Burda çiçekler açmıyor,

Kuşlar süzülüp uçmuyor.

Yıldızlar ışık saçmıyor,

Geçmiyor günler geçmiyor.

demektedir.

Buraya kadar verdiğimiz örneklerden anlaşıldığı üzere, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin ses, ritim ve anlam yönünden Türkçenin bir zaferi olarak ortaya koyduğu yalın mısraları, çağdaş şiirimizde de yankısını bulmuş, şairler onun imajını, yine onun kafiye kelimelerine yaslanarak yenilemeyi sürdürmüşlerdir.

İbrahim Hakkı Hazretleri’nin «Tefviznâme»si hayatımızın senaryosudur.

Hak şerleri hayr eyler

Zannetme ki gayr eyler

Ârif anı seyr eyler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Yunus Emre, şiirini insanlığın emrine sunmuştur. Söz, önemlidir. Sözünü bilme, kendini bilmedir.

Keleci bilen kişinin,

Yüzünü ağ ede bir söz,

Sözü pişirip diyenin,

İşini sağ ede bir söz.

Kişi bile söz demini,

Demeye sözün kemini,

Bu cihan cehennemini,

Sekiz uçmağ ede bir söz.”

Eskiden insanlarımız şiirle konuşurdu, okuma-yazma bilmedikleri hâlde Yunus’un mısralarını ezbere bilirlerdi. Yunus’un mısralarını anlayarak bilmek, Yunus gönüllü olmak demektir. Bir çikolata veya bir başka reklâmda, Yunus’tan bir dörtlük dinlemek kısa zamanda mısraları ezberlemek demektir. Yunus gönüllü işadamlarımızın bu dileğimizi gerçekleştirmesini umuyoruz ve şiir konusunu Necip Fazıl’ın bir şiiriyle noktalıyoruz:

Anladım işi, sanat Allâh’ı aramakmış,

Mârifet bu, gerisi çelik-çomakmış.