Vasiyet ve Hikmetler Muhyİddîn-İ Arabî’den VASİYETLER

Dr. Âdem AKIN

Muhammed YETİM

Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, öncelikle Kur’ân ve sünnetten süzdüğü bilgilerin, sonra da kendisinden önce yaşayan ulemâ ve evliyânın eserlerinin ve başta Fütûhât-ı Mekkiyye’si olmak üzere bütün kendi kitaplarının özünü 201 vasiyette toplamıştır.

VASİYET 15-E

Fitne ve imtihan binasının üçüncü sütunu maldır. Ona «mal» denmesinin sebebi nefislerin ona tabiî olarak meyl edip mâil olmasındandır. Allah Teâlâ onun varlığıyla kullarına bazı işlerin nasıl kolaylaştırıldığını göstermiştir. Halkın kalbine de -cimri bile olsa- varlık sahibi kişilere karşı muhabbet koymuştur.

Gözler, zengin kişinin, yanındaki mal sebebiyle herkesten müstağnî olduğunu vehmederek ona tazim dolu bakışlarla bakar. Fakat bazen servet sahibi, insanlar arasında nefsi en şiddetli fakirlik hisleriyle dolu kişi olabilir. Çünkü onun nefsi sahip olduklarıyla yetinmez ve var olana kanaat getirmez. Devamlı, sahip olduğundan daha fazlasını ister durur.

Âlem, kalplerin mal-mülk sahibine olan meylini görünce serveti sevmiştir. Ârifler ise kendilerine malı sevdirecek ilâhî bir yön aramışlardır. Hâsılı malı sevmek zarurîdir ve işte bu nokta fitne ve imtihan noktasıdır. Bu noktada hem dalâletin hem de hidâyetin yolları bulunmaktadır.

Âriflerin mal hususundaki durumu şöyledir: Onlar, Allah Teâlâ’nın:

“Allâh’a en güzel bir borçla borç verin.” (Müzzemmil Sûresi, 20) kavl-i şerîfinin de içinde bulunduğu ilâhî umûra meylederler. Bu âyet ancak servet ehlini muhatap almaktadır. İşte ârifler de bu hitâba mazhar olabilmek için mala karşı muhabbet beslerler ve ondan hisse almayı isterler. Görürler ki; borç verdiklerinde, sadaka Rahmân’ın eline verilmektedir ve servet sahibi olup onu bezletmek sûretiyle Allah ile aralarında bir alışveriş husûle gelmektedir. Bu, elden alıp verme yoluyla vuslattır.

El-Hİkemü’l-Atâİyye’den
HİKMETLER

Ahmed Bin Muhammed İbn Atâullah El-İskenderî’nin eşsiz ve ölümsüz eseri olan el-Hikemü’l-Atâiyye 264 veciz hikmetten oluşmaktadır. Bu hikmetlerin muhtevası üç kısımda toplanır:

1.Arı-duru Allah inancı, yani tevhid,

2.Güzel ahlâk,

3.Nefsi her türlü kötülükten temizleyerek Allah yoluna girmek.

HİKMETLER -XIX-

Hikmet 175: Bazen namazda veya oruçta bulamadığın feyzi, belâ ve mihnette bulursun.

Hikmet 176: Sıkıntılar mevhibelerin sergisidir.

Hikmet 177: Üstüne ilâhî mevhibelerin yağmasını istiyorsan, fakr ve ihtiyaç hâlini ıslah et. “Sadakalar ancak fukara içindir.” (et-Tevbe, 60)

Hikmet 178: Vasıflarını O’nun sıfatlarından yardım gelecek şekilde tahakkuk ettir. Zilletini O’nun izzetini celbedecek şekilde, acziyetini O’nun kudretinden imdat gelecek şekilde ve zaafını O’nun havl ve kuvvetinden yardım görecek sûrette (düzelt ve) tahakkuk ettir.

Hikmet 179: Bazen istikameti kemâle ermemiş kişi, kerametle rızıklandırılabilir.

Hikmet 180: Cenâb-ı Hak sürekli olarak bir işi senin için neticelendirip semerelendiriyorsa, bu, Allah Teâlâ’nın seni o iş üzere ikâme ettiğinin delilidir.

Hikmet 181: Bir kişi kendi ihsan ve iyiliğinin bolluğundan bahsedip duruyorsa elinden çıkıveren bir kötülük (onu mahcup edip) susturuverir. Ama Allâh’ın ona ihsanının bolluğundan bahsedip duran kişi, elinden kötülük de zuhur etse susmaz (Allâh’ın ihsanından bahsetmeye devam eder).

Hikmet 182: Hikmet ehlinin kalbî nurları sözlerinden önde gider. Böylece nurlandırdıkları yere sözlerinin tesiri de ulaşmış olur.

Hikmet 183: Her söz sâdır olduğu kalbin kisvesine bürünmüş hâlde ortaya çıkar.

Hikmet 184: Mânevî tabir için izin verilmiş kişinin sözleri dinleyenler tarafından anlaşılır ve onun işaretleri insanlara gayet açık görünür.

Hikmet 185: Bazen, izhar etmene izin verilmeyen sırlar, sana nurları sönük bir hâlde görünür.

Hikmet 186: Hakikat erbabının ifadeleri ya vecdlerinin coşkunluğu sebebiyle ya da müridi irşâd etmek kastıyladır. Birincisi sülûk ehlinin, ikincisi ise tahkik ve temkin ehlinin hâlidir.

Hikmet 187: Söz ve ibareler dinleyenler topluluğu için azık mesabesindedir. Senin o azıktan nasibin ancak yediğin kadarıdır.

Hikmet 188: Bir makamdan, ona yenice gözlerini çevirip bakan kişi de bahsedebilir, o makama çoktan ulaşmış kişi de. Bu ancak basiret ehline açık (bir fark)tır.

Hikmet 189: Sâlik, vâridat ve ilhamlarını anlatmamalıdır. Bu, hem vâridatın tesirini azaltır hem de onun Hakk’a karşı sadâkatine mânî olur.

Hikmet 190: İnsanlardan bir şeyler almak için elini uzatma. Ancak onların sûretinde verenin Allah Teâlâ olduğunu görürsen alabilirsin. Bu takdirde de ilmin sana mubah kıldığı kadarını al.

Hikmet 191: Bazen ârif kişi ihtiyacını Allâh’a bile arz etmekten hayâ eder. Çünkü onun takdiriyle yetinmektedir. Bu böyleyken Allâh’ın kullarına nasıl olsun da arz-ı ihtiyaç etsin.

Hikmet 192: İki iş arasında mütereddit kaldığın zaman nefse daha ağır gelenini tercih et. Zira nefse haktan gayrısı ağır gelmez.

Hikmet 193: Nâfilelerde acele edip, farzlarda tembel davranmak hevâya uymanın alâmetlerindendir.

Hikmet 194: Farz ibadetlerin îfâsı, sen onları erteleyip durmayasın diye belli vakitlerle sınırlandırılmış; senin irade payın olsun diye de genişçe bir zamana yayılmıştır.

Hikmet 195: Allah Teâlâ, kulların sâlih amel işleme arzusunun az olduğunu bildiği için ibadeti farz kılmış ve onları farziyet zincirlerine vurarak cennetine sevk etmiştir.

Hikmet 196: Cenâb-ı Hak sana hizmeti (ibadeti) farz kılmakla aslında cennetine girmeyi farz kılmıştır.

Hikmet 197: Allâh’ın, kendisini şehvetten kurtarıp gafletten uyandırmasını uzak gören kimse, -hâşâ- O’nun ilâhî kudretini âciz görmüş olur. Allah Teâlâ her şeye muktedirdir.