Çanakkale’deki Kaleler

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Tuş mu olmuştu barış, kanlı ve zâlim ayaza?
Sayısız haçlı dayanmıştı tamâmen Boğaz’a.
Gördü, tâ şah damarından nice vampir içecek,
Fışkırıp sıçradı kan, onca yürekten aya dek…

İngilizler ki ne azgın koca bir ordu ile,
Hem de yüklendi Fransız, sayısız yurdu ile…
Kuduran türlü donanmayla uçak, top, güm güm,
Kalkıp işgâle Boğaz’dan, dediler; Türk’e ölüm!

Unutup sezmemişiz hıncını hunhar batının,
Ne yazık görmemişiz gayzını gaddar batının…
Yol bulup böylece düşman bize kin, öfke ile,
Geldi yok etmeye, pek çok gözü kör ülke ile…
Dış denizden, karadan, hem havadan saldırdı,
Yaşayan bir kelebek görse ölüm saçtı cadı…
Tınmadan etti hücum hem bile hastânelere,
Döndü zümrüt ovalar, kapkara vîrânelere…
Yaktı deryâyı da gündüz gece aylarca ateş,
Can veren tâze yiğit erlere hıçkırdı güneş!..
Soldu bağlarda çiçek, olmadı düşmân oralı,
Bir de sâhipliğe yeltendi, değilken buralı!
Öyle altüst edilir oldu ki toprak, ha bire,
Ölmeden düştü yiğitler şu karanlık kabire…
Canavarlar gibi vahşet saçarak azdı batı,
Barışın rûhuna, bombayla çukur kazdı batı…

O zaman biz, ne kadar varsa geçilmez kalemiz,
Götürüp cân ile diktik sıradağlar gibi tiz!
Görünenden öte on misli görünmez kaleyi,
Eyledik ruh çeliğinden, çekerek besmeleyi…
Vatanın kadrini candan da muazzez gördük,
Ölmeyen rûh ile serhadde duvarlar ördük!
Ve o muhkem kaleler oldu biz ölsek de diri,
Ne kadar çarpsa da top, dönmedi enkâza biri…
Hepsi bir nabz ile saf tuttu siperden sipere,
Ve kavuştuk yine izzetle mübârek zafere…

Can içindeydi o düşmanları yenmiş kaleler!
Bizi gâlip yaşatan, işte o müthiş kaleler:

Ulu dağlar gibi kudret dolu îman kalesi,
Sayısız mûcizenin kaynağı Kur’an kalesi…
Ruh kumandânı olan Hazret-i Ahmed kalesi,
En siyah zulmü yenen nûr-i Muhammed kalesi,
Her zaman doğruluğun kalbi olan hak kalesi,
Şerefin, haysiyetin varlığı, ahlâk kalesi…
Ancak iffet ve hayâ sembolü, nâmus kalesi,
Bin fetih marşı yazan dipdiri kaamus kalesi,
Yer ve gökten süzülen ilm ile irfan kalesi,
Ebedî merhametin merkezi, vicdan kalesi…
Hür gönül ülkesinin sabr u sadâkat kalesi,
Hasta düşmâna kadar gül gibi şefkat kalesi,
Bu güzel cenneti dün fetheden ecdâda vefâ,
Türlü dermân ile mağdûra ve mazlûma şifâ,
Yedi koldan bütün âlemlere rahmet kalesi,
İki dünyâda zafer tâkı, hidâyet kalesi…
Yaşayan âile, millet; vatanın hür kalesi,
O da özden öze, bizden bize kültür kalesi…
Her zaman tıpkı saat, bir ile birlik kalesi,
Nice depremde dahî taş gibi dirlik kalesi,
Ve sebat tâcımızın tahtı yıkılmaz kalesi,
Nurlu ufkun kara zindâna tıkılmaz kalesi..
Dosta dünyâda huzur meltemi, düşmâna keder,
Adı gayret ve bütün yâdı da illâ ki zafer,
Yediden yetmişe, en namlı yiğitler kalesi,
Kahraman milletimin şânı, şehitler kalesi,
Ay ve yıldız dolu gâzî ile bayrak kalesi,
Her sabah bir güneşin öptüğü sancak kalesi,

Bunca dimdik kalenin hâsılı Allah kalesi,
İşte bunlarla vatan, olmadı bir ah kalesi…

Küfre Türk milleti her bir kaleden vurdu tokat,
Öyle bir vurdu ki hem, kalmadı kâfirde surat!
Gördü toprakları geçmek, taşı geçmek, mümkün,
Ama rûhun kalesinden geçebilmek, kara gün!..
Çekilip gitti gelenler, yenilip döndü rezîl,

Ey nesil, serseri düşman bunu hazmetmedi bil!
Çekilirken buradan kendini ifrît etti,
Nice ulvî kale var, hepsini tespît etti…
Yıkmadan bunları yenmek bizi, fark etti ki zor,
Anla artık neye, nîçin, nereden saldırıyor!..
Yeniden gelmek için gizli hücumlar bundan,
Duyamazsın, bu hücûmun sesi etmez çan çan!
Haçlılar kavradı artık kaleler düşmelidir,
Dağılıp birliği, Türk, Türk ile sürtüşmelidir…
Bu soyun ruhları sağlamsa yenilmez, bildi,
Top atıp yıkmayı artık kafasından sildi…
Gördü dün toplara rağmen bu soyun bağrında,
Ne silâh vardı ne postal ne de bir lokma gıdâ,
Ama içlerde zaferden yana yoklar, yoktu,
Bombalar yağsa geçilmez kaleler pek çoktu…
Her yiğit bin kale olmuştu kuduz haçlılara,
Sarsılıp düşmedi ceddin bu güzel yurdu dara…

Bu sebepten düşünüp durdu da fellik fellik,
Bize binlerce geliştirdi reziller taktik…
Dediler çökmeli İslâm ile îman şerefi,
Ölmeyen ruhları yıkmak, yeni harbin hedefi…

Bize dıştan, batının kanmayalım güldüğüne,
Çünkü içten kudurup kin soluyor eski güne…
Ey bu dünyâya hükümran dedenin evlâdı,
Sana târih boyu dost olmadı düşman kanadı…
Hep hücum tâzeliyor; bir bakıver hâlimize,
Son zaferden beri dünyâda neler oldu bize!

Yeniden rûhunu inşâ ederek muhkem dur,
Göze gelmez sayısız mermiyi fark et, ne olur!
Yıkılıp çökse temelden yüce, dimdik kaleler,
Yıkılır yurd ile devlet, ve bu millet de çöker!..
Kaleler çöktüğü gün haçlının olmaz seddi,
O vakit geldiği an bir daha gitmez ebedî…
Hep savaş var sana vahşîce gönül çarşında,
Kanma hiç yan yana görsen, kötü, hep karşında…

Çökmeyen öz kaleler rûhumuz olsun Seyrî,
Olmasın başlarımız düşmana bir gün eğri…

vezni: feilâtün / feilâtün / feilâtün / feilün
(fâilâtün) (fa‘lün)