Mahlâs Nükteleri 3

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

NOKTANIN ETTİKLERİNE BAK

Nokta, sözlüklerde “çok küçük boyutlarda işaret, benek” olarak tarif edilir. Matematikte ondan, “hiç bir boyutu olmayan işaret” olarak söz edilir. İnsanların değersizliğini ifade etmek için nokta kadar yeri olmamak, nokta bile olmamak, nokta kadar cismi olmamaktan dem vurulur. Ancak onun boyuna posuna aldanmamak gerektiğini aşağıda anlatacağımız nüktelerden anlayacak ve cisminden büyük nice işlere imza attığını göreceksiniz.

Nokta, bazı harfleri diğerinden ayıran işaret olarak hemen her alfabede yer alır. Bugün kullandığımız Lâtin kökenli Türk alfabesinde ı-i, u-ü, o-ö harflerinin birini diğerinden ayıran tek fark noktadır. Arap kökenli Türk alfabesinde de durum böyleydi. Te-se, cim-ha-hı, dal-zel, rı-ze, sin-şın, sad-dat, tı-zı, ayın-gayın, fe-kaf harflerinin birini diğerinden ayıran fark noktalı veya nokta sayısının farklı oluşudur. Bu küçük işaret büyük farklılıkların oluşmasına yol açmıştır.

Bu durum nüktedan ve muzır şairleri harekete geçirmiş, diğer şairlerin mahlâslarını oluşturan harflerin noktaları üzerinde oynamaya sevketmiş ve bakın neler olmuş: Tanınmış tezkirecilerimizden Bağdatlı Ahdî’nin verdiği bilgiye göre Cevrî ve Fevrî birbirlerinin mahlâslarını beğenmezlermiş. Bir gün bu iki şair şiir üzerinde konuşurlarken Fevrî, Cevrî’ye demiş ki:

–Çok konuşma, yoksa şimdi seni bir nokta ile Cevzî ederim.

Fevrî, Cevrî’deki “rı” harfini noktalayıp kelimeyi cevzî ya da cevîzî şekline koymuş böylece Cevrî’ye sen cevzîsin yani cevizi andıran birisin demek istemiştir.

Cevrî de bu lâfın altında kalacak değil ya, derhâl;

–Epsem ol (sus)! Yoksa ben de seni iki nokta ile “kuzı” kılarım, diye cevap vermiş.

Bu cevabında Cevrî, “Dilini tutmasını bil! Aksi halde ben de seni iki nokta ile ‘kuzı’ya çeviririm” demek istemiştir. Osmanlı alfabesiyle yazıldığında Fevrî‘nin fe ve rı’sının üstüne birer nokta konunca “kuzı” olur.

BİR NOKTA İLE ZAHİR OLUR

Şairler bazen mahlâslarını açıkça yazmak yerine muammâ yoluyla gizlerler ve okuyucuyu çözmeye zorlarlar. Bilindiği gibi muamma, cevabı insan ismi olan manzum bilmecelerdir. Böylece şâir okuyucuya hoş bir nükte yapmış olur. Şair Tâhir bir beytinde;

Dedim adın nedir tebessüm edip
Dedi bir nokta ile zâhir olur

diyerek mahlâsına işaret eder. Bir nokta ilavesi ile “zâhir” olan kelime şairin mahlâsı yani “Tâhir”dir.

Söz muammâ ile mahlâs söylemeye gelince Nâbî’nin meşhur beytini kaydetmeden konuyu kapatmak olmaz. Nâbî sözü edilen beytinde;

Bende yok sabr u sükûn sende vefâdan zerre
İki yoktan ne çıkar fikr edelim bir kerre

demektedir. Nâbî bu beytinde dîvan şiirinin değişmez iki kahramanı olan âşık ve mâşuk arasındaki ilişkiye değinir ve sevgiliye; “Âşığın olan bende sabır, sende de vefa yok, yani ortada iki olumsuzluk var. İki olumsuzluktan ne çıkar, gel birlikte bu meselenin üzerinde düşünelim.” diye seslenir.

Esasen 17’nci yüzyılın kudretli nüktedan şairi Nâbî, ömrünü sosyal aksaklıkları dile getirmek, halkı ve gençleri kötü alışkanlıklardan kurtarmak, onları faydalı birer insan olarak yetiştirmek için şiirlerinde sürekli nasihatte bulunmuştur. Yukarıdaki beytinde de: İki yoktan, iki olumsuzluktan bir şey çıkmayacağını söyleyerek olumsuzlukları, olmayan şeyleri bırakıp olanlarla ilgilenmek gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak bu esnada muammâ yoluyla mahlâsına da işaret etmektedir. Zira onun mahlâsı “nâ” ve “bî” hecelerinden oluşur. Bunların her ikisi de olumsuzluk bildiren edatlardır. Dolayısıyla şair bu iki olumsuzdan “Nâbî” çıkmıştır demek istiyor.

Şurasını da hemen ifade etmeliyiz ki “Nâbî” kelimesi Arapça “haberci, haber veren” anlamlarında bir isim olup yukarıda sözü edilen olumsuzluk edatlarıyla ilgisi yoktur.

NOKTA ÖZÜRLÜ KÂTİP

Yukarıda kaydedilen latîfelerden basit bir noktanın kelimelerde ne büyük değişikliklere yol açtığı açıkça görülmektedir. Konuyu bir de Fuzûlî’den dinlemek gerekir. Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük söz üstadlarından olan ve bu büyüklüğünü bilgisi, kabiliyeti ve aşkının yanında titizliğine de borçlu olan şairimiz yazıda yanlış bir noktanın felaketlere yol açtığını bir kıtasında bakınız nasıl açıklıyor:

Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrîrin
Ki fesâd-ı rakamı sûrumuzu şûr eyler
Gâh bir harf sukûtiyle kılur nâdir’i nâr
Gâh bir nokta kusûriyle gözü kör eyler

Anlamı şöyledir: “O kötü yazan kâtibin eli kalem olsun (kurusun, bir daha yazamasın). Çünkü yazısının bozukluğu ile sûrumuzu (şenliğimizi) şûra (kavgaya), dönüştürmüştür. Bazen bir harf düşürerek nâdiri (değerli olan şeyi) yakar, bazen de bir noktayı ihmal ederek gözü kör eder.” Nokta hataları ile sevinç anlamına gelen “sûr” kelimesi üzüntü, karışıklık anlamlarına gelen “şûr” hâline döner. Görme organı olan göz, ze’nin noktası unutulunca kör olur.

Fuzûlî seçtiği kelimelerle kâtiplerin yaptığı basit hataların ne büyük anlam tahribatı yaptığına dikkat çekmeye çalışmıştır. Ona göre basit de olsa kâtipler hata yapmamalıdır.

MÜHMEL MİSİN, MU‘CEM Mİ?

Mahlâsını oluşturan harflerde, noktanın başına dert açtığı şairlerden biri de Kanunî dönemi şairlerinden olan Ispartalı Selîkî’dir. Selîkî, “güzel söyleme ve yazma yeteneğine sahip kimse” anlamında, içinde fahriye barındırmakla beraber şiire çok uygun, mahlâs için ideal bir kelimedir. Her halde mahlâs bu duygularla seçilmiş olmalıdır. Ancak kelimelerle oynamayı ve nükteyi çok seven bir toplum içinde yaşayan Selîkî’nin bu mahlâsı da dile dolandı. Selîkî’nin üstadı Saçlu Emir kendini gördükçe mahlâsını kastederek;

–Mühmel (noktasız) misin, mu‘cem (noktalı) mi?

diye takılırmış. Yani mahlâsın noktasız “Selîkî” mi yoksa noktalı “Şıllıkî” mi demeye getirirmiş.

Aynı nükteye katılan bir diğer şair Hayâlî de Selîkî’nin şiirlerini gördükçe mahlasındaki “sin” harfini noktalamayınca rahat etmezmiş. Bu yüzden 16’ncı yüzyıl şiir mecmualarından birinde “şıllıkî veya şelîkî” şeklinde bir mahlâsa rastlarsanız Hayâlî’nin muzırlığı sonucu bozulmuş “Selîkî” olabileceğini unutmayınız. İnsan, koskoca şairlerin böyle şeylere tevessül edebileceğine hiç ihtimal veremiyor ama bunlar birer gerçektir. Hattâ bunlar insanın gerçeğidir. Zira şaka, nükte, latîfe vs. insanın fıtratında vardır. Aksi hâlde hayat kuşkusuz çok çekilmez olurdu.