Şartlı Organ Bağışı

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Emanetçiye düşen mal sahibinin şartlarına uymaktır.

Gözlerini açtığında uzun, deliksiz bir uykudan uyanmış gibiydi. Birkaç saniye için nerede olduğunu anlayamadı. Sonra yavaş yavaş hâfızası yerine gelmeye başladı. Ciddî bir ameliyat için yatmıştı en son. Yıllardır beklediği gün gelmiş, diyalize bağlı çileli hayatından kurtulması için bir umut ışığı doğmuştu. Şimdi inşâallah başarılı bir böbrek nakli ameliyatı sonrasında uyanmış olmalıydı.

Organ bağışı için ne kadar sevinmişti. Ölen bir adamın kendisine sıhhat elini uzatması ne kadar güzel bir cömertlikti. Ne yazık ki bu iyiliğine karşılık vermesi mümkün değildi. Gidip elini sıkmaya, teşekkür etmeye bile imkân yoktu. Öyle minnet ve şükran hisleriyle doluydu ki, ne istese yapardım, diyordu içinden.

Birazdan hastanın uyandığını gören hemşireler geldi, çağrılan doktor kısa bir muayeneden sonra gülen gözlerle gayet sağlıklı olduğunu söyledi. Ardından:

“–Size söylemem gereken bir şey var, daha doğrusu, vermem gereken bir şey…” dedi. Hastasının merakla açılmış gözlerine bakarak anlatmaya devam etti:

“–Bağış sahibini tanıyordum, organ bağışını teşvik için düzenlenen bir programda, benim konuşmamdan sonra yanıma gelmiş, organlarını bağışlamaya karar verdiğini, fakat bir şartı olduğunu söylemişti. Ben; «Şartlı bir bağış mı? Adı üstünde bağış bu, satış değil, şartlar koşmak yasaktır!» şeklinde tepki gösterince: «Yanlış anlamayın, sadece nakil gerçekleşirse; benim bedenimden bir parçayı taşıyacak olan şahsa birtakım ricalar içeren bir mektup bırakmak istiyorum.» dedi.

Bu, ilk defa karşılaştığım bir şeydi. Kabul ettim, daha sonra mektubu getirdi. Aldım, ama nerede, ne zaman, ne olacağı belli olmadığından, teslim etmek konusunda söz veremeyeceğimi de belirttim. Çok geçmemişti ki bu adamcağızın kazaya uğramış cesedi hastanemize geldi.”

Duygulanan doktor kısa bir sessizlikten sonra, elini gömlek cebine götürdü ve katlanmış bir zarf çıkararak hastasının yanındaki sehpaya bıraktı ve ekledi:

“–Her ne yazmışsa, biliyorsun hukukî bir geçerliliği yok!”

Doktor ayrıldıktan sonra hastanın yakınları geldi, tebrikler ve ziyaretlerin ardından akşam odası tenhalaşınca, genç adam çekmeceye koyduğu zarfı aldı, içinden îtinalı bir el yazısıyla yazılmış mektubu çıkardı. Istıraplarına son veren adamın kendisinden ne istediğini çok merak ediyordu. Okumaya başladı:

“Selâmün aleyküm değerli kardeşim, bu mektubu okuduğuna göre, demek benim vâdem dolmuş, rûhu kabzedilmiş bedenimden bir parça senin için işe yarar bulunmuş ve sana nakledilmiş. Allah şifalar versin, hayırlı olsun! Âzâlarımdan hangisi ise artık sana helâl olsun, güle güle kullan, fakat bir tek şey söylemek istiyorum:

Dünyada kalan âzâm sebebiyle gözüm arkada kalsın istemiyorum, mezarımda rahat olmak istiyorum. Sana bu kadarını söyleyeyim. Bundan sonra her ne yaparsan, beni de gözünün önüne getir.

Buna hakkım olduğunu teslim etmeni isterim. Ben de pek çok insan gibi bedenimin bir bütün olarak defnedilmesini isteyebilirdim. Madem bir parçasını bundan sonra sen kullanacaksın, yani bir nevî benden emanet bir uzuv almışsın; o zaman emanetçiye düşen, mal sahibinin şartlarına uymaktır.

Sana hayırlı bir ömür dilerim.”

Genç adam bu satırlar karşısında karmakarışık duygular harmanına girmişti. Emanet bir böbrek taşıyacaktı ömrünün kalanında. Emanet bir eşya kullanan bir insanın tedirginliği ile yaşayacaktı. Gerçi bağış sahibi müşahhas bir şey istemiyor gibiydi ama aslında çok şey söylüyordu.

Hastalığın bile kalbine gösteremediği şeyi göstermişti bu tedavi. Öldükten sonra hiç kullanmayacağımız bir organımız konusunda bile ne denli bencilken, içinde olduğumuz hesapsız nimetin şükrünü hatırlatmıştı.

Şu kâğıdı tuttuğu el, bu yazıyı okuduğu gözler, sînesindeki şu muntazam tik-tak, şu nefes, şu kan… sayısını bile bilmediği milyarlarca hücre…

Her birinin kendisine emanet olduğunu hatırlamıştı bu yazıyla. Birden mânevî bir meydanda bu milyarlarca emanetten her birinin üzerine doğru yürüdüğünü tasavvur etmiş, bu dehşetli sahne terler içerisinde kalmasına yetmişti.

Emanetçiye düşen gerçek mâlikin şartlarına uymaktı elbette. Çıkar yol da bu idi. O zaman bu emanet vücut, ebedî bir zevk ikliminde kendisine daha mükemmel bir sûrette yeniden hediye edilecekti.

Genç adamın gözyaşları şakaklarına doğru süzülürken, vücudunu bir hararetin sardığını hissediyordu. Bedeni sıhhate kavuşurken, kalbi de sımsıcak hislerle doluyor, yeni başlangıçlar için heyecanlanıyordu. Bu garip bağışçı, ona sadece bir böbrek değil, yeni bir ruh, yeni bir kalp de vermişti sanki. Mektubu göğsüne bastırıp gözleri boşlukta mırıldandı:

“–Şartlarını kabul ediyorum, dostum! Mekânın cennet olsun!”