Aşk Kapısında…

İrfan ÖZTÜRK

Âşığın alâmeti, mâşukunun yolunda her şeyini fedaya hazır olmak, her şeyini tereddüt etmeden feda etmektir.

Allah Teâlâ, Zât-ı Ulûhiyeti’ne kul ve Habîb-i Edîbi’ne ümmet olanları sever. Sevgi itidal derecesini geçince ona aşk denilir.

Âşığın alâmeti ise, mâşukunun yolunda her şeyini fedaya hazır olmak, her şeyini tereddüt etmeden feda etmektir. Anlatılır ki:

Bir âşık-ı billah olan zâtın yanına bir dilenci gelip: «Allah aşkına bana biraz para ver!» diyerek, kendisini acındırarak yalvardı. Zât-ı akdes, üzerinde ne kadar para ve kıymetli eşyası varsa, hepsini o iki yüzlü (müraî) dilenciye verdi ve o dilenci de cebine doldurduğu paraları eliyle bastırarak ve kıs kıs gülerek oradan ayrıldı. Hazır bulunanlar:

“–­Efendi hazretleri, o müraî, Allah aşkına diyerek sizi aldattı ve paranızın hepsini aldı.” dediler.

O zât-ı muhterem kendilerine şu cevabı verdi:

“–Beni kandırmak için Allah aşkına dediğinden dolayı, üzerimde neyim varsa verdim. Eğer tam ihlâs ile Allah aşkına isteseydi tereddüt etmeden canımı bile verirdim!”

Âşığın ikinci alâmeti de nefsini telef edinceye kadar sevdiğinin rızâsını kazanmaya çalışmaktır. Aşk, muhabbet derecelerinin en sonudur. Bu aşırı sevgiye müptelâ olanlara da âşık denir.

Sâdık olan âşıkları Allah çok sever ve meleklerine de âşık-ı sâdıkı sevmelerini emr u ferman buyurur.

Fahr-i Kâinat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den şöyle rivayet olunmuştur:

Allah Teâlâ Hazretleri bir kulunu sevdiği zaman Cebrâil -aleyhisselâm-’a hitap buyurur:

“–Ey Cebrâil! Ben, şu kuluma muhabbet ettim, o kuluma sen de muhabbet et.”

Cebrâil -aleyhisselâm- bu hitaba mazhar olunca o kula muhabbet edip sever ve semâ ehline:

“–Ey semâ ehli, Cenâb-ı Hak şu kuluna muhabbet ettiğinden dolayı sizlerin de onu sevmeniz iktiza eder.” şeklinde ihtar eder.

Bu ihtar üzerine bütün ehl-i semâ yani melekler, o kula muhabbetlerini arz eylerler.

Böylesine bir iltifata mazhar olan kulda da muhabbet-i ilâhî eserleri zâhir olması zarurî olduğundan, o kul dünya âleminde ve yer yüzünde muhib ve mahbub (seven ve sevilen) olur.

O kulun kalbinde muhabbetullah bulundukça kâinata mahbub görünür.

Bir Hak dostu der ki:

“Ey kardeş! Sen de aşk-ı ilâhî ateşine yan ki, mâşuk-ı hakikîye erişesin, Hak ile her dem buluşasın, Rabb’inle tenhalarda konuşasın, kesrette vahdet ve vahdette kesret makamına ulaşasın.

Sana şahdamarından daha yakın olan Allah Teâlâ Hazretleri’ne ancak aşk ve muhabbetle erişilebilir.

O’na da ancak Kâinatın Efendisi Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ittiba etmek sayesinde ulaşılabilir. Kur’ân’a ittiba ise mahbubun hidayeti iledir.”

İbrahim bin Ethem aşk ile tac ü tahtı ve saltanatı terk etmiş, öyle İbrahim bin Ethem olmuştur. İbrahim Halilullâh’ın aşkının ateşi Nemrud’un ateşini söndürmüş ve Nemrud’un ateşini aşk ateşiyle nûra döndürmüştür.

Gerçek ve sâdık âşıklar, mâşukları uğruna her şeylerini fedaya hazır bulunduklarından, âşık oldukları Rabbü’l-Âlemîn’e âbidler gibi yalnız vücutlarıyla ibadet etmezler. Bütün âzâ ve cevarihleriyle ibadette bulunurlar, bir an için olsun Allah Teâlâ’yı hatırlarından çıkarmazlar, zikr-i dâim üzre bulunurlar.

Belh şehrinde dilencilikle geçinen yaşlı bir kadıncağız vardı. Çok yaşlı olduğundan çalışamazdı ve kendisine bakacak kimsesi de yoktu. Günlerden bir gün her fânî gibi o da dünyaya veda edip âhirete yürüdü. Öldüğü gece Belh şehrinde bulunan Hak velîlerinin hepsi bu kadını mânâlarında gördüler ve âhirette ne muamele gördüğünü sordular. Kadın cevap verdi:

“–Beni kabre koydular. Üzerimi örtüp herkes giderken ayak seslerini duyuyordum. Tam o sırada iki melek geldi
-Münker ve Nekir- karşıma dikildiler, bana:

«–Rabb’ine ne getirdin?» diye sordular. Ben de bu iki meleğe:

«–Ömrümün son yıllarında çalışamayacak kadar yaşlandım, geçimimi dilenerek temin ederdim. Hangi kapıya gitsem ‘Allah versin’ deyip kovarlardı. Şimdi de verecek diye ümit ettiğim Allâh’ın kapısında da siz ‘Allâh’a ne getirdin?’ diye soruyorsunuz. Allah muhtaç mı? Allâh’a ne getirilir? Allah’tan ancak istenir, ben Allah’tan istemeye geldim. Çok sevdiğim ve âşık olduğum Rabbime böyle söyleyin!» der. Melekler bu cevaba şaşırırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

«–Ey meleklerim, mademki kullarım bu yaşlı kadına ‘Allah versin’ demişler. Eğer istediğini vermezsem ben de onu kapılarından kovup boş çevirenler gibi olurum. Bu yaşlı kadının benden başka müracaat edeceği bir yeri yok ki oraya göndereyim, onu bana bırakın ve aramıza girmeyin.» buyurdu.”

İlâhî yâ Rabbî! Bu yaşlı kadın gibi bizler de Sen’in kapına geldik, Sen’in kapından başka gidilecek kapımız yok ki oraya ilticâ edelim. Bizlere: «Ne getirdin?» diye sordurma! «Ey kulum ne istiyorsun?» diye sor! Ne getirdin diye sorarsan günah ve suç hamûlemizden başka hiçbir şey getirmedik. Ne istiyorsun diye sorarsan affını, lütfunu, keremini, ihsan ve inâyetini, cennetini ve cemâlinin ru’yetini istiyoruz, yâ Rabbelâlemîn!