23. Sayı Takdim

Kıymetli Okuyucularımız,

Takvimler, ömür sermayemizdeki seneleri birer birer harman ediyor.

Bu harmanda insanlar, yaşadıklarını genellikle zamanın sırtına yüklemeye çalışıyorlar.

Çünkü insanoğlunun yaratılışından itibaren en çok iç içe olduğu büyük gerçeklerden biri de zaman. Çünkü insanın ömrü zamanla mukayyet. Hiç kimse zamanın dışında değil. Ömrü dolduran bütün hayat manevraları hep zamana bağlı.

Bu yüzden pek çok kimse, anlatacaklarına «aah zaman, ah!» diye başlar. Kışın üşütüp hasta eden soğuğunda veya yazın kavurup bunaltan sıcağında herkes zamanın yakasına yapışır. Zira insanın zamana hâkimiyeti hiç yoktur. Mahkûmiyeti ise çoktur. Böyle olunca da bazen insanın feryat etmekten başka çaresi kalmaz. Onun için insanoğlu zamanla ilgili olarak canı yandıkça feryâdı basar. Bir bakıma ömrü boyunca zaman kafesinde çırpınan bir kuş gibi yaşar. Çırpınır, çırpınır, çırpınır.

Bu çırpınmaları bazen içinde saklayıp kabre götürür, bazen mısralara döküp dünyada bırakır. Şairin dediği gibi:

Şu zaman dediğinden
Bir tek anmış son hisse. [NFK]

Bahsedilen bu zaman, mecburen tâbî olunan zamandır, kaderdir.

Bir de insanların kendi oluşturdukları zaman vardır ki, bu da, buhran ve sıkıntıları içine atmak ve psikolojik olarak rahatlamak için kullanılan bir şablondur. İnsanların, zamanın dışında da böyle şablonları çoktur. Ne zaman menfî/olumsuz bir şey olsa bunları hemen o şablonların içine atıverir. Güya kendini pek çok olumsuz şeyin dışında tutar. Oysa şikâyet mevzuu olan bütün her şey; yanlışlar, hatalar, suçlar, aksilikler, kötülükler vesâire hep ona, yani insanın kendisine aittir. Fuzûlî ne güzel söylemiş:

Değil bî-hûde ger yağsa felekten başıma taşlar,
Binâsın tîşe-i âhımla vîrân ettiğimdendir…

“Eğer gökten başıma taşlar yağsa boşuna değildir. Çünkü bu, onun binasını âhımın keseriyle vîran etmemden ötürüdür.”

İşte bu bakış açısıyla 2007 yılının ilk ayında «Zaman mı Suçlu İnsan mı?» konusuna ağırlık verdik. İnsanların haklı olarak şikâyetlerinin arttığı televizyon, basın ve diğer mevzuları bu perspektiften değerlendirmeye çalıştık. Genel yayın yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, bu başlıkta uzun bir yazı kaleme aldı. Yazısında şikâyet vasıtalarını değil, doğrudan şikâyetleri oluşturan sebepleri, şairlerin tespitleriyle aktardı. Gerek halk şiirinden gerekse dîvân edebiyatı şiirlerinden zengin örneklerle meseleleri açıkladı. Yayın kurulumuzdan Ali Rıza BUL’un «Zaman Toprağına Tohum Ekmek» başlıklı yazısı da zamanı doğru okuyup değerlendirmenin ehemmiyetini vurguladı. Çünkü bütün mesele, biten bir zamanda bitmeyen bir zamana hazırlık…

Ayla AĞABEGÜM, televizyon konusunu daha müşahhas bir şekilde ele alarak teklifsizce evlerimize giren istemediğimiz ziyaretçilerin beyinleri nasıl işgal ve meşgul ettiğini dile getirdi. Televizyon ve basın vasıtasıyla oluşan mânevî depremlere dikkat çekti. Burhan Cahit ÖZDEMİR de «Basın Ahlâkı» üzerinde önemli bir yazı kaleme aldı.

Edebiyat bölümümüzde ve diğer bölümlerde yine yazılarımız, bülbül lisanıyla şakımaya, gül gül açmaya devam ediyor. Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK «Şair ve Nükte» köşesinde «Mahlâs ve Mahlâs Nükteleri»nin ikinci kısmını yazdı. Yard. Doç. Dr. Yakup ŞAFAK “«Son Asır Türk Şairleri»nde Yer Alan Bazı Kişiler Hakkında Feridun Nâfiz UZLUK’un Notları”nı kaleme aldı.

Yard. Doç. Dr. Emin IŞIK, «Mesnevî Şevkiyle» köşesinde «Din Yolu Hikmet Yoludur» başlığı altında Mevlânâ nefesli yazılarına devam etti. Karakter bölümümüzde Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi «Muhabbet İmtihanı» konusunu işledi. Dünyadaki en büyük imtihanımızın muhabbet ve mârifet imtihanı olduğunu vurgulayarak bu iki imtihanı en güzel şekilde kazananların bütün imtihanları, çileleri, ıstırapları, belâ ve musibetleri rahatça aşabileceğine dikkat çekti. Ayrıca karakter bölümümüzde Dr. Âdem AKIN ile Muhammed YETİM’in hazırladığı, ancak iki sayıdır teknik bir hatamız dolayısıyla inkıtaya uğrayan «Vasiyet ve Hikmetler» tercümesi, engin muhtevasıyla tekrar sayfalarımızı süsledi.

Bu arada 2007 miladî senesinin ilk günlerinin kurban ve hac mevsimine denk gelmesi dolayısıyla Seyrî’nin «Arafat’ta Tefekkür» adlı şiiri yayımlandı. Bu sayımızda şairlerin kimi Beytullah’ta dolaştı. Kimi kurban olmayı anlattı. Kimi yâre selâm yolladı. Kimi tekbir getirdi. Kimi cenazeden bahsetti. Kimi yüksek gayelerin ardınca koştu. Kimi nasihat etti. Kimi yetimlerin feryadını dile getirdi. Kimi söyledi, söyletti. Kimi bayramı anlattı. Kimi nur şafaklarında dolaştırdı. Kimi anlaşılmazları paylaştı. Kimi Türkçe derdine değindi. Kimi gül-i rânâyı anlattı. Kimi tahmis yazdı. Kimi dörtlükler sıraladı. Kimi tevhid okudu. Kimi şikâyette, sitemde bulundu. Kimi unutmadığını hatırlattı. Kimi nara düştü. Kimi gazeller sundu.

Hâsılı Yüzakı’nın bu sayısında da bin bir bağdan bin bir demet hazırlandı sizin için…

Bu arada internet sayfamız yepyeni bir sîma ile güncellendi. Sizlere zarif ve verimli, yeni bir internet sitesi hazırlandı.

Siz değerli can dostlarımızı, dergimizle baş başa bırakırken hem kurban bayramınızı tebrik eder, hem de yeni yılın hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.

Yüzakı Dergisi