Güzel Sözü, Kötüler Anlamaz!
İrfan ÖZTÜRK
Güzelliklerin de kötülüklerin de belli bir tesir gücü vardır. Eğer insan kötü vasıflarla dopdoluysa, ona güzellikler tesir etmez. Ama güzelliklerle müzeyyense o zaman da kötülükler sirâyet etmez.
Kasabanın birine meşhur bir vaiz gelmişti. Vaizin güzel hitâbeti, mimik ve jestleri, ahlâk ve fazileti âdeta milleti büyülemişti.
Her gün öğle namazından sonra yaptığı yarım saatlik konuşma halk için vazgeçilmez bir ihtiyaç hâline gelmişti. Kısa zamanda cami dolup taştı. Camiye gelenler vaizin tesirli konuşmalarından etkilenerek gözyaşı döker, gözyaşlarını silmeye mendil yetiştiremezlerdi. Bu meşhur vaizin ünü kısa zamanda her tarafa yayıldı.
Komşu ve uzak kasabalardan hocayı dinlemeye gelenlerin adedi bir hayli artmıştı. Hattâ etraf köylerden binekle veya yaya olarak hocayı dinlemeye gelirler, her gelen memnun olarak evine dönerdi. O kadar ki hocanın nâmı dağdaki eşkıyalara varıncaya kadar duyuldu.
İşinde ve nişancılıkta çok meşhur olan bir eşkıya merak etti, bu hocayı bir de ben dinleyeyim diyerek bir Cuma günü Cuma namazını kılmak için kasabaya indi. Bir de ne görsün…
Halk sanki bayram imiş gibi bir sevinç, neşe içinde birbirini selâmlıyor, birbiriyle kucaklaşıyor, birbiriyle ikramlaşıyor, hâl-hatır soruyor, fakirlere yardım ediyorlar, çoluk-çocuk bir arada camide, zenginle fakir yan yana, köle ile efendi aynı safta, büyük-küçük gönül gönüle ve gözler hoca efendide… Hoca konuşuyor, herkes gözyaşı döküyordu. Eşkıya bu hâle bir mânâ verememişti. Bu insanlar niye ağlıyorlardı? Vaiz bütün güzelliğiyle konuşmasına devam ediyordu. Bir ara gözlerini eşkıyaya dikerek dedi ki:
Ne oluyor, ne bitiyor bakıver,
Sular gibi amellere akıver.
Tövbe ile günahları yakıver,
Atıver gafleti, ömür bitmekte…
Eşkıya bu dörtlüğü düşünmeye başladı. Düşündü, ama gaflette olan kişi gaflette olduğunu bilemezdi. İnsan gafletten kurtulduktan sonra gafletin ne demek olduğunu anlardı. Biraz daha dinledi, anlamaya çalıştı. Pek bir şey anlayamadı. Nihayet sohbet bitti. Herkes hoca efendinin etrafını sarmıştı, musafaha ediyorlardı. Kendisi de hocaya yaklaştı:
“–Hocam, nâmınızı duydum, merak ettim ve sohbetinizi dinlemeye geldim, ama doğrusu hiçbir şey anlamadım.” dedi.
Hoca Efendi şöyle bir baktı. Anlatılan yüce hakikatlerden etkilenmeyen ve duygulanmayan, bir şey anlamadığını söyleyen bu kişi kimdi?
Sordu:
“–Siz ne iş yapıyorsunuz?”
“–Ben, hayatını dağlarda, ovalarda geçiren meşhur avcılardan biriyim”
“–Öyle mi! Senelerdir avlayayım derken avlanmış olan kardeş, şimdiye kadar neleri avladın? Övünebileceğin neyin var?”
“–Öyle vahşî hayvanları, öylesine azgın hayvanları, ayıları, arslanları, ne aklına gelirse avladım; hiçbirisi benden kurtulamadı.”
“–Ben duyarım. Gerçekten dağlarda öylesine kart ayılar olurmuş ki avcılar onu bir kurşunla öldüremezmiş öyle mi?”
“–Evet, bazıları vardır ki bir kurşun değil 7-8 kurşunla ancak vurulur. Hattâ 10 kurşunla bile zor devrilenler var.”
Eşkıyanın bu sözünden sonra vaiz, taşı gediğine yapıştırdı:
“–Hele dur bakalım. Sen daha gönlüne henüz bir tane güzel söz kurşunu yedin. Tabiî ki hemen anlamazsın…”
Güzelliklerin de kötülüklerin de belli bir tesir gücü vardır. Eğer insan kötü vasıflarla dopdolu hâle gelmişse artık ona güzel sözler tesir etmeyecek bir hâle gelir, ya da ancak musîbet gibi ağır tecellîler neticesinde tesir eder. Aynı şekilde güzelliklerle müzeyyen hâle gelmiş kimselere de kötülükler kolay kolay sirayet edemez.
Şimdi hepimiz kendimize bir bakalım; gönlümüze, aklımıza ve duygularımıza kolayca tesir eden şeyler neler? Eğer güzelliklerse, ne âlâ… Ama kötülüklerse, o zaman nefsimize daha bir dikkat etmeliyiz. Yoksa insanoğlu, vahşî hayvanlardan daha beter hâle gelir. Çünkü nefsi kuşatan kötülükler o vahşîleştirir. Yalanlar, fesatlar, gıybetler, dedikodular, haramlar vesâire derken insanoğlu ecel kurşunu ile cehenneme devrilir gider. Allah muhafaza buyursun…
Öyle ise gönüllerimizi güzelliklere, güzel sözlere, hikmetlere, hakikatlere ve ilâhî aşka açmalıyız. Güzel sohbetlerde anlatılanları kavrayarak hayat bulmalıyız.