Bütün İş Samimiyette…

Naci ÖZTÜRK

“Bir haramı işlerken Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna çıkmaktan hayâ ederim…”

Dün olduğu gibi bugün de her mevzu ve meselede samimî Müslümanlara, samimî insanlara çok büyük ihtiyaç var. İslâm’ı gerçekten Allah rızâsı için yaşayan, Allah rızâsı için yaşamaya gayret eden insanlar lâzım. Güzellikleri tebliğde, eğitimde, dostluklarda en temel ihtiyaç aslında sadece samimiyet.

Çünkü samimiyetten elde edilecek neticeyi başka hiçbir şey vermez. Ne ilim, ne para, ne makam…

Geçenlerde okudum. İstanbul’da Çinli bir kardeş, Çin’deki insanlarla internet yoluyla İslâm’ı tebliğ ederek tanışıyor. Daha sonra tanıştığı on bir kişiyi İstanbul’a davet ediyor. Bunlardan üçü önceden birbirini tanıyor, diğerleri yeni tanışıyor. Bir müddet sonra hepsi İslâmiyet’e hayran kalarak Müslüman oluyor. Güzel isimler alıyorlar. Sonra Çin’e dönmeden önce umreye gidiyorlar.

Orada henüz «Lebbeyk!» demeye bile dilleri dönmediği için sadece «Allah» diyorlar. Kâbe-i Muazzama’da namazlarını kılıyorlar. Namazları kılarken içlerinde Muhammed ismini almış biri, rükû ve secdede o kadar çok uzun duruyor ki, onların Müslümanlığına vesile olan arkadaş şaşırıyor. Namazdan sonra soruyor:

“–Sen Allah demekten başka dua bilmezsin, Rükû ve secdede ne okuyorsun da o kadar çok duruyorsun?”

O da diyor ki:

“–Eğer bana müsaade olsa bir sonraki vakit namazına kadar öylece dururum, sadece «Allah!» diyorum ama tarif edemeyeceğim bir lezzet alıyorum. Secdeden kendimi kaldıramıyorum, rükûdan doğrulamıyorum. Allah bana daha önce hiç tatmadığım hazlar tattırıyor.”

Namazlar ve dualardan sonra Mescid-i Haram’dan otellerine dönüyorlar. Hilton’un çarşısını gezerken Muhammed isimli Çinli, acaba hangi içkiler satılıyor diye araştırıyor, bulamayınca niçin içki göremediğini soruyor. Başlarındaki rehber diyor ki:

“–Burası Mekke, içki burada ne satılır ne de içilir. Çünkü haramdır.”

“–Benim Çin’de içki fabrikam var. Burada otellerde içki göremeyince düşünmüştüm ki, buraya içki pazarlayabilirim.”

“–Dediğim gibi İslâmiyet’te içki içilmesi haramdır.”

“–Peki, îmal etmek ve satmak?”

Rehber arkadaş bu sual üzerine:

“–Size namazdan sonra cevap vereyim.” diyor. Çünkü içinden şöyle düşünüyor:

“–Buna ben şimdi birden cevap versem belki İslâmiyet’ten soğuturum. Tedricî söylersem anlaması daha kolay olur.”

Namaza gidiyorlar. İmamın namazda birinci rekâtta okuduğu âyetler arasında: «Sizin içinizde gizlediklerinizi Allah biliyor.» cümlesi; ikinci rekâtta: «Sen sadece tebliğ edicisin, hidayet verecek olan benim.» beyanı geçiyor.

Selam verdikten sonra rehber, Çinli Muhammed’e diyor ki:

“–İslâmiyet’te içkiyi üretmek de satmak da haramdır.”

Çinli Muhammed de telâşla:

“–Son sünneti kılmadan hemen dışarı çıkalım.”

“–Ne oldu?”

“–Acele dışarı çıkmalıyız.”

“–Hayırdır?”

“–Hemen bir telefon bulup benim Çin’i aramam lâzım…”

Böylece dışarı çıkıp Çin’i arıyorlar. Çinli Muhammed telefonda kardeşine itiraza mahal bırakmayan bir üslûpla diyor ki:

“–Bizim içki fabrikasını acele kapat!”

Karşıdan olumsuz cevap geliyor ki, ısrar ediyor:

“–Lütfen hemen kapat!”

Kardeşi tedirgin bir şekilde uğrayacakları milyon dolarlık zararı öne sürerek yine itiraz edince Çinli Muhammed şöyle diyor:

“–Bütün zarar bana ait! Sen yeter ki kapat. Gelince hesaplaşırız.”

Böylece bir telefonla oradan içki fabrikasını kapatıyor. Huzur içinde namazlara ve diğer ibadetlere, ihlâs ve samimiyetle devam ediyor. Sonra Mekke’den Medine’ye gidiyorlar. Yolda uçakta, bir gazetede o mübârek topraklara uygun olmayan resimlerle bir şampuan reklâmı gözlerine çarpıyor. Rehber şaşırıyor:

“–Allah, Allah!”

“–Ne oldu?”

“–Yahu bunun olmaması lâzım. Çünkü kadının bir mahremiyeti ve tesettürü vardır.”

“–Nasıl?”

“–Tesettür İslâm’ın emridir. Kadınlara şu şu şekilde örtünme emri vardır. Böyle açık olmaları, mini etek giymeleri haramdır.”

Bu konuşma üzerine uçaktan iner inmez Çinli Muhammed, yine derhâl telefon edebileceği bir yer aramaya başlar. Rehber:

“–Önce Peygamber Efendimiz’i ziyaret edelim, ondan sonra telefon edersin.” deyince de şu cevabı verir:

“–Hayır, benim Çin’e hemen telefon etmem lâzım. Bir haramı işlerken Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna çıkmaktan hayâ ederim… Hanımımın Çin’de işlettiği açık kıyafetler, minik etekler üreten konfeksiyon fabrikam var. Onu da kapatmak istiyorum.”

Çin’i arıyorlar. Hanımının: “Kardeşine bir fabrika kapattırdın. Beni bu konuda zorlama!” diye itirazlarına rağmen Çinli Muhammed âhiret kârını düşünerek bahsettiği fabrikanın kapatılmasında ısrar ediyor. «Peki!» sözünü aldıktan sonra huzur içinde Ravza’ya yöneliyorlar. Namazları kılarken Muhammed, yine rükûları, secdeleri uzatıyor.

Rehber Çinli Muhammed’le ilgili yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Bir sabah namazında farza durduğumuzda Muhammed sağ tarafımdaydı. Secdeye vardık. Biz imamın tekbiriyle secdeden kalkarken o secde yapmaya devam etti. Kıyama da kalkmadı. Biz ikinci rekâtı kıldık. O hâlâ secdedeydi. Selâm verdik. O yine secdedeydi. Oysa cemaatle namazda hiç böyle yapmamıştı. Hafifçe bir sesle:

«–Namaz bitti!» deyip omzuna dokundum.

O da ne? Çinli Muhammed sağ tarafa yıkılıverdi. Telâşa kapıldık. Sonra baktık ki, vefat etmiş.

Üzüntülü bir hâlde gasil işleri için hastaneye götürdük. Biz koştururken biri geldi. Bir Arap… Herkes ona saygı gösteriyor, hürmet ediyordu. Herkes elini öpüyordu. Bizim yanımıza gelip:

«–Çinli biri var mı, burada?» diye sordu.

Önce Ravza’ya gitmiş, orada aramış. Hastaneye getirildiğini duyunca yanımıza gelmiş. Dedim ki:

«–Var ama vefat etti.»

Adam hiçbir şey söylemeden mermerin üzerine secdeye kapandı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağladı, gözyaşlarıyla mermeri ıslattı. Sonra secdeden kalktı. «Niçin böyle yapıyor? Bu kim?» diye sorduk. Ravza’da yetkili bir müdür olduğunu söylediler. Sonra o anlattı:

«–Bu gece rüyamda bana Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki: ‘Çinli bir kardeşim vefat etti. Koş, onun cenazesine katıl!’ Şu an bu emri uygulamaya fırsat bulduğum ve bu kardeşimin kadrine şâhit olduğum için duygulandım.»

Ardından defin işlemlerinin hepsine katıldı, gözyaşları içinde Çinli Muhammed’i sonsuz yolculuğa uğurladık.”

Böylece Hicaz’a doğru Çinli Muhammed’le başlayan yolculuk, Türkiye’ye dönerken onsuz devam ediyor.

Bunlar masal değil, hikmetler dolu bir hakikat. Çinli kardeşimiz belki doğru-dürüst elli vakit namaz kılamadı. Ama öyle bir samimiyet ile namaza sarıldı ki sonsuz müjdelere nail oldu. Onun yeni Müslüman olmasına rağmen:

“Ben, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna tek bir haram olsa da onu işleyerek gidemem. Ben önce bu haramdan kurtulacağım, ondan sonra Kâinatın Efendisi’ni ziyaret edeceğim.” diyebilecek kıvamda gösterdiği aşk ve idrak noktasına yıllardır Müslüman olan bizler acaba ne kadar yaklaşabildik?

Gırtlağına kadar haram içinde yüzüp de; “Ben Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i seviyorum.” diyenler, ne kadar samimî?

Kimi var; zekât veriyor. Sonra başa kakıyor. Yahu sen, zekâtı Allah için mi veriyorsun, yoksa desinler, diye mi veriyorsun? Üstelik o zekât senin hakkın değil. O sana emredilen bir ibadet. Sen ibadeti başkasının başına kakarsan, Allah’tan alacağın bir ecir kalmaz. Böyle alışkanlıklar diğer ibadetlere de sıçrarsa, gönül âlemi perişan olur. Yani ben şu kadar teheccüt namazı kıldım, diğerlerine karşı üstünlüğüm oluştu, bu fark hissedilmeli gibi duygular uyanır ki, böyle bir şey ibadetin âfetidir… Yani:

Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile,
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile… [M. Âkif Ersoy]

dedirtmemeliyiz. Yaptıklarımızı sırf Allah için yapabilmeliyiz. Helâl ve haram hususunda o ne diyorsa gönülden uyabilmeliyiz. «Yap!» dedi, yapacağız, yasakladı, kaçacağız. O zaman kazanırız. Yani samimî Muhammedler artarsa bu toplum, huzur toplumu olur. Bugün niye insanlar sıkıntı içinde, niye insanlar bunalım içinde? Çünkü kızına bir şey diyemiyor, oğluna bir şey diyemiyor. Tabiî önce demiyor, sonra diyemiyor:

“–Yahu ben bunu kızıma söylersem, daha kaç yaşında kızım? Şimdilik erken…”

“–15 yaşına geldi, şimdi söyle.”

“–Ne yapalım yahu, kızı/oğlanı evden mi kaçıralım? Dinlemiyor.”

Bahane bitmez. Sen bahane arayacaksan, binlerce bahane bulursun. Bahane üretmek maksat değil. Maksat, İslâm’ı Allah’ın emrettiği şekilde yaşamak. Her şeyde böyle. Gönül ibresi Allah’ın rızâsını gösterecek, ondan sonra o işi yapacağız. Eğer gönül ibresi Allah’ın rızâsı istikametini göstermiyorsa, dağlar kadar güzel işler yapsak, zekât versek, ibadet etsek, hepsi hikâye. Çünkü bizi kurtaracak olan samimiyetle yapılanlardır.

İnsan vardır ağlar, kendini kurtarır. İnsan vardır, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi ağlar, cehennem ateşini söndürür. Toplumları kurtarır, ümmeti kurtarır. Bütün iş, samimiyette…