HAZRET-İ ÎSÂ

TÂLÎ (Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI)

Mâbede hizmetteki can, İmran’ın iffetli kızı..
Bilmiyor alnında duran, pek yüce tâlihli yazı;
Hazret-i Meryem o güzel, nurlu hayâ âbidesi,
Oldu cihânın en özel, kutlu nebî vâlidesi!
Söyledi Cibrîl o zaman: «Müjdeleriz bir has oğul!»
Meryem’e dehşetti o an: «Hiç bana el sürmedi kul!
Hiç olacak şey mi bu hâl, zor, dedi, evlât nefesi;
Yok fakat Allâh’a muhal; kudreti sonsuz ötesi…»

Doğdu mübârek o bebek, tertemiz ak-pak beşiğe,
Kondu o nurdan kelebek, gün gibi açmış çiçeğe…
Zordu tabiî Meryem için, evli değil, elde beşik..
Zâhiri sırlıydı işin, kim bilecek öz değişik?
Sardılar etrâfı hemen bir sürü sersem Yahudi,
«Sen kötülük işlemesen, söyle, bu nerden türedi?»
Gökleri giryân edecek bir sürü zan düştü dile…
Sustu o bîçâre melek, susması Hak emri ile…

Elbet o bilmişti, yeter Meryem’in imdâdına Hak!
Kādir-i Mutlak’ta karar: kim konuşup kim susacak!
Geldi beşikten, o hitap; «Ben de bir Allah kuluyum,
Kıldı Nebî, verdi kitap, Rabb’ime haşyet doluyum»

Doğması bir mûcizedir; annesi var, yok pederi!
Müjdeleyen mev‘ızedir; sildi yürekten kederi.
Rabb’ine el açtığı an; gökten iner mâidesi!
Körlere nur, balçığa can; sadra şifâdır nefesi.
Fakrı över, zühdü yaşar, bir ulu derviş gibidir,
Hâlbuki sırlarla taşar, şan ve makam sâhibidir…

Maddeye tapmıştı cihan, devri zulüm çemberidir,
Öyle azıtmış ki zaman, mazlumu peygamberidir!
Testeredir paslı silah, hem Zekeriyyâ kesilir!
İmparator, sahte ilâh; uğruna Yahyâ kesilir!
Böyle bir ortamda doğar, Hazret-i Îsâ güneşi,
Örtemez elbette çamur, böyle devâsâ güneşi!
Lâkin ayılmaz kafalar, devri karanlık yeridir,
On iki ashâb! O kadar! Nurlu havârîleridir.

Bir seher aydınlığıdır, zulmete bir son veriyor,
Gayrı sabâhın çağıdır, kalpte kasâvet eriyor.
Vardı gönüllerde nasır; rûha işâret görevi.
Ahmed’e var altı asır; O’nda beşâret görevi.
Hazret-i Îsâ Mesih’in müjdesidir rehberimiz,
İşte Faraklit denilen; Sevgili Peygamberimiz!

Gelmesi dünyâya özel; ölmeden ayrılması sır;
Hikmet-i Mevlâ ne güzel! Hak yere hâin asılır!
Bitti vazîfen diyerek, ref‘ ederek aldı Hudâ,
Bekleyecek mahşere dek, mevkii dördüncü semâ!
Sırlı hadislerde haber; Hazret-i Îsâ inecek!
El ele Mehdi’yle sefer; fitne-i Deccal sönecek!
Hazret-i Îsâ buyurur: «Hak sözü benzer tohuma,
Taşlara düşmüşse kurur; benzer o mevtâ doğuma,
Yollara düşmüşse tohum, kuşların ancak yemidir,
Toprağa bir düşse tohum, tâneye yüz tâne verir!..»

Böylece ardınca yiter, Rabb’inin indirdiği söz,
Bâzı kasıt, bâzı kader, git gide tahrîf olur öz.
Bak ne kalır eğretiden; tanrı «baba», elçi «oğul»(!)
Din mi olur iğretiden? Bir TEK’e sığmaz ki çoğul!
Hazret-i Îsâ mı, hayır! Çarmıha gerdikleri: din!
Haç neye sembol yapılır? Şanlı hilâl karşıtı kin!
Övgünün ifrâtı zulüm, akla ziyandır, tabudur
Hakkını vermekse meram; «kul ve rasul» zirve budur!

Âdem’e hammadde çamur; anne, peder… yoktu bütün,
Herkese bir damla sudur; Hazret-i Îsâ’ya da: «Kün!»
Kudreti gösterdi o şah, Hakk’ın «Ol!» emriydi o «ruh»,
Bâzısı zannetti ilah, yok sayıyor bâzı güruh!
Sırrı nedir, kimdi o kim? Bilmeyi isterse kişi;
Söyledi Kur’ân-ı Kerim, doğruca anlattı işi!
İncil’i, Kur’an çıkarır, karmakarış dağdağadan,
Sırrı çözen, Hakk’a varır: «Gönderen Allâh’a inan!»

Ümmeti düşmüş ne yazık, türlü dalâlet içine,
Kan boyanır haçlı kazık; dâvet, adâvet içine!
Onların ıslâhı için yalvaralım her birimiz.
Hazret-i Îsâ da bizim bir yüce peygamberimiz.
Tâlihi Nasrâniyet’in, nusret-i İslâm iledir,
Nusreti İslâmiyet’in, belki bu ikrâm iledir!

Deccalı doktor sanıyor, kör, kötürüm, hasta cihan,
Baksana Tâlî yanıyor, şüphesiz âhir bu zaman,
Hep kurusun cânı yakan türlü zulüm felsefesi,
Lutfediversin Yaratan, essin o Îsâ nefesi…

müfteilün müfteilün / müfteilün müfteilün