Fidan ile Değnek

H. Kübra ERGİN

Canı olan, her şeyden gıdalanır, büyümesi artar, ölü olan ise her tesirden bozulur, çürümesi artar.

Bahçe kapısı gıcırdayınca dönüp baktı, Hacı Mehmet Ali. Gelenin torunu olduğunu görünce, görmezden gelip başını çevirdi.

Torunu ürkek bir edâyla gelip dedesinin arkasında durdu, dönüp bakmasını bekledi. Ama dedesi bakmadı; demek kızgınlığı geçmemişti. Acemilikle ne yapacağını bilemez hâlde dikildi kaldı. Tâ ki babaannesi gelene kadar…

Kolunun altında duvar yastıklarıyla gelen babaannesi, her zamanki gibi hayatın köşesini döşemeye başladı. Yaz akşamları hayat dedikleri avluya su serper, duvar yastıkları ve şiltelerle döşeyerek serinlikte otururlardı. Hacı Mehmet Ali dönüp hanımına doğru baktı, ama torunuyla göz göze gelmemek için tekrar başını çevirdi.

Babaanne, dede-torunun barışmayı beceremediğini görünce arabuluculuğa koştu:

“–Dedesi, bak Mehmet Ali elini öpmeye gelmiş, özür diliyormuş…” dedi. Bir yandan da torununa kaş-göz hareketleriyle «hadi öp dedenin elini» mânâsında işaret etmeyi ihmal etmedi.

Mehmet Ali sabahki şımarık hâlinden tamamen sıyrılmış, uysalca başını eğmişti. Dedesinin kırgın bakışları altında biraz daha eğilip elini tutmaya çalıştı. Dedesi önce elini isteksizce vermiş olsa da, onun bu hâline dayanamamıştı işte; torununu elinden tutup kendine doğru çekti, bağrına bastı.

Dede-torunun sarılışı babaanneyi memnun etmişti. Bu mutlu tabloya gülen gözlerle bir kez daha bakıp iç rahatlığıyla işinin başına döndü.

Sabahtan beri Hacı Mehmet Ali’ye söylüyordu zaten:

“–Delikanlılık çağı, olur böyle şeyler…” diyordu. “Akıllıdır, benim torunum, hatasını anlar eninde sonunda…”

Sanki Hacı Mehmet Ali bilmiyor muydu bunu? Sanki o az mı seviyordu torununu?

Doğduğu günden beri başka severdi onu; adını koyduklarından mı bilmem. Ama sabahleyin kırmıştı kalbini… çok incitmişti dedesini…

Sanki o anlamıyor muydu torununun derdini? Haklıydı elbet, o da gençti, arkadaşlarından görüp özenirdi her şeye. O da giyinmek kuşanmak isterdi; gezmek, tozmak… ama dedesinin imkânı bunlara yetmezdi.

“–Ahh; anası, babası sağ olsaydı böyle mi olurdu!” diye iç geçirirdi hep.

Ama ne yapalım Allah’ın takdiri… Mehmet Ali’sinin de kaderi; tıpkı dedesi gibi yetim büyümek olmuştu.

Dede-torun beraberce hayatın arka tarafına kadar yürüdüler. Taş döşenmiş kısım bitince, bahçenin avar dedikleri, domates, salatalık gibi sebzeleri ektikleri kısımları başlamıştı. Burada tarhları birbirinden ayıran taşlara basa basa elma fidanının yanına dek yürüdüler. Dedesi, torununa fidanı göstererek sordu:

“–Bunu hatırlıyorsun değil mi?”

“–Hı hı, dedi Mehmet Ali; geçen sene dikmiştik…”

“–Bak sana ne diyeceğim, Mehmet Ali, bir şu fidana bak, bir de yanındaki şu değneğe… Ne görüyorsun?”

Mehmet Ali baktı; fidana destek olsun diye yanına dikip bağladıkları değnek, şimdi fidanın yanında küçücük kalmıştı. Hem de rengi bozulmuş, çürür gibi olmuştu.

“–Kısa kalmış.” dedi.

“–Bak evlâdım! Geçtiğimiz yıldan beri bu fidanın ve değneğin başından dört mevsim geçti. İkisi de aynı şeyleri geçirdi ama biri büyüdü, biri çürüdü. Neden?”

“–Çünkü biri canlı, öbürü ölü…”

“–Değil mi? Canı olan, her şeyden gıdalanır, büyümesi artar, ölü olan ise her tesirden bozulur, çürümesi artar. İnsanlar da böyledir. Îman ile diri olanlar, başlarından geçen her şeyden gıdalanır, mânen büyür, olgunlaşırlar. Îmansızlıktan ölü olanlar da tam tersi…

Bak; fidan kendisini büyütene inandı, başına gelenlerden, yağmurdan, kardan, güneşten şikâyet etmedi. Rıza gösterdi, Allah da onu büyüttü. Değnek ise yağmura kızdı, güneşe kızdı şişti, dağıldı, çürüdü.

Şimdi sana gelince; ben senin hâlini anlamıyor değilim. Elbet sen de istersin, her istediğini alacak, yapacak; genç, güçlü kuvvetli bir baban olsun. «Niye yok?» diye isyan ettiğini biliyorum.

Ama unutma, peygamberlerin de birçoğunun ya babası yoktu, ya babası yaşlı idi yahut babasından uzak düşmüş idi. Onların da başlarından çok imtihanlar geçti.

Şimdi senin de önünde iki yol var; ya onlar misâli; fidan gibi olacaksın; takdire rızâ ile olgunlaşacaksın, ya da değnek gibi isyan ile kendini çürüteceksin.

Eğer peygamberler gibi olmak istiyorsan sen de kendine Allah’ın rızâsına uygun bir hayat gayesi seç, seni o gayeye ulaştırması için de O’nun terbiyesine teslim ol.”

Dede-torun dönmüş, hayata doğru ilerlerken, küçük Mehmet Ali, gözleri toprakta, dedesinin yumuşak sözlerinin damarlarında dolaştığını, âdeta her adımda boy attığını hissediyordu.