Doç. Dr. Mustafa ÇİÇEKLER ile mülâkat…

RÖPORTAJ

“Îsî-demî hodâ be-firistâd u bergirift”
İslâmî Edebiyatta
Hazret-i İsa Etrafında
Oluşan Mazmunlar

Bâd-ı Îsâ, bâd-ı Îsevî, bâd-ı Mesîh, bâd-ı Mesîhâ, dem, dem-i ihyâ, dem-i Îsâ, dem-i Îsâ-yı Meryem, dem-i Îsevî, dem-i Mesîh, dem-i Mesîhâ, nefes-i Îsevî, nefes-i Mesîh-i Meryem, enfâs-ı Îsâ… Bütün bu terkipler, Hazret-i Îsa’nın ölüleri diriltmesine ve hastaları iyileştirmesine işaret etmektedir.

Doç. Dr. Mustafa ÇİÇEKLER ile mülâkat…

Yüzakı: İslâmiyet’te îman esasları arasında bütün peygamberlere inanmak şart. Hazret-i İsa da bu peygamberlerden biri. Ancak her peygamberin özelliğine göre edebiyatımızda ona ait telmihler, anlatımlar bolca göze çarpıyor. Bu noktada ne gibi edebî motifler önce çıkmakta?

Mustafa ÇİÇEKLER: İfade ettiğiniz gibi Hazret-i İsa bir peygamberdir ve gönderilmiş bütün peygamberler gibi onun da peygamberliğine ve Hak katından kendisine vahyolunmuş ilâhî kitabın doğruluğuna inanmak Müslüman olmanın bir şartıdır. Müslümanlık açısından Hazret-i İsa bir müjdeleyicidir. Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Hatırla ki Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince, bu apaçık bir büyüdür, dediler.” (Saff Sûresi, 6) âyeti bunun en açık delilidir.

Edebiyatımızdaki Hazret-i İsa motifine gelince… Hazret-i İsa’nın ana rahmine düşmesi, doğumu, hayatının önemli safhaları ve vefatına kadar göstermiş olduğu mûcizeler, tefsir, hadis, kısas-ı enbiyâ türü eserlerde ve İslâmî edebiyat olarak isimlendirebileceğimiz, Arap, Fars, Urdu ve Türk edebiyatlarında geniş yer tutmaktadır. Bunun neticesi olarak da onun hayatına dair rivâyet ve kıssalar etrafında mazmunlar, telmihler ve terkipler oluşmuştur. Bunlar:

Bâd-ı Îsâ, bâd-ı Îsevî, bâd-ı Mesîh, bâd-ı Mesîhâ, dem, dem-i ihyâ, dem-i Îsâ, dem-i Îsâ-yı Meryem, dem-i Îsevî, dem-i Mesîh, dem-i Mesîhâ, nefes-i Îsevî, nefes-i Mesîh-i Meryem, enfâs-ı Îsâ… Bütün bu terkipler, Hazret-i İsa’nın ölüleri diriltmesine ve hastaları iyileştirmesine işaret etmektedir.

Yüzakı: Edebiyatımızda bu mazmunlar çerçevesinde nasıl bir Hazret-i İsa tablosuyla karşı karşıyayız? Bu konuyu örnekler eşliğinde biraz açmamız mümkün mü?

Mustafa ÇİÇEKLER: Sorunuzun cevabına geçmeden önce işaret etmek istediğim bir husus var:

«Edebiyatımız» ifadesini kullanırken bunun sınırlarını doğru tayin etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bizim edebiyatımız sadece Türkçe ile yapılan edebiyat mıdır?

Bu soruya çok rahat bir şekilde «evet» cevabını vermek pek mümkün görünmüyor.

Dîvân edebiyatında Türk şairlerinin neredeyse tamamına yakınının elsine-i selâse dediğimiz üç dilde şiirler yazdığını hattâ bir çoğunun Türkçe dîvân yanında Arapça ve Farsça dîvânlar da kaleme aldığını nazar-ı dikkate aldığımızda hâdisenin veçhesi başka türlü bir hâl alıyor.

Bu sebepten edebiyatımız derken özellikle Mevlânâ’yı, Ferîdüddin Attar’ı, Hâfız’ı ve diğer Farsça söylemiş şairleri ihmal etmemek gerektiği kanaatindeyim.

Bu çerçevede ilk misâli Mevlânâ Hazretleri’nden vermek istiyorum.

Mevlânâ, taassup yüzünden Hıristiyanları öldüren Yahudi kralının hikâyesini anlatırken, Hıristiyanları birbirine düşüren ve doğru yoldan uzaklaştıran vezirin İsa -aleyhisselâm-’daki vahdeti ve renk birliğini idrak edemediğini, İsa’nın mânâ küpündeki huyundan bir huy edinemediğini söyler.

Mevlânâ’ya göre Hazret-i İsa’nın tertemiz mânâ küpünde yüz renkli elbise, ışık gibi lekesiz bir hâle gelir, tek renge boyanır.

Bu örnekte Hazret-i İsa tevhidi ve vahdeti temsil etmektedir. Özellikle, daveti teslis iftirasıyla tahrife uğratılmış bir peygamberin tevhidin temsilinde kullanımı çok mânidardır.

Hâfız ise bir şiirinde şöyle demektedir:

Hemîşe vakt-i tu ey îsî-yi sabâ hoş bâd
Ki cân-i Hâfız-i dil-haste zinde şud be-demet

“Ey sabah rüzgârının İsa’sı; vaktin hep hoş geçsin. Çünkü gönlü yaralı Hâfız’ın canı Sen’in şifalı nefesinle canlandı yine.”

Bâr-i gamî ki hâtır-i mâ haste kerde bûd
Îsî-demî hodâ be-firistâd u bergirift

“Gam yükü gönlümü yorunca, Allah, İsa nefesli birini gönderdi de o yükü üstümüzden alıverdi.”

Bu şiirde kullanılan Îsî-demî terkibi, Hazret-i İsa’nın dilinden dökülen sözlerin ve duaların insanlara şifa verdiğinden kinâyedir. Ancak aynı anlamda olmak üzere Îsâ-zebân tabiri daha fazla kullanılagelmiştir.

Mevlânâ, Mesnevî’sinde kör, kötürüm, topal, çolak ve yoksul insanların her taraftan İsa -aleyhisselâm-ın ibadet ettiği yere geldiklerini, onun nefesi ile hastalıklardan kurtulmayı umarak kapısında beklediklerini yazar.

Hazret-i İsa her sabah dua kitabını okuyup kuşluk vakti dışarı çıkar ve kapı önünde ümitle kendisini bekleyen insanlara, Allah’ın hepsinin dileklerini kabul ettiğini bildirir.

Orada bekleşen insanlar o duanın bereketiyle sağlıklı ve neşeli bir şekilde evlerine dönerler.

Hazret-i İsa’nın diğer mûcizelerine telmihen kullanılan terkipler ise şunlardır:

Tûtyâ, kuhl-i Mesîhâ: Hazret-i İsa ölüyü diriltme mûcizesinin yanında tabâbete de mazhar olmuş bir peygamberdir.

Zira anadan doğma kör olan birisine ve abraş hastalığına mübtelâ olan bir kimseye şifa vermiş, iyileştirmiştir. Bu sebepten bu terkipler, Hazret-i İsa’nın körlerin gözüne çektiği ve onları görür yaptığı sürmeden kinâye olarak kullanılır.

Mürg-i Îsâ, mürg-i gil, mürg-i Mesîhâ: Hazret-i İsa’nın kilden/çamurdan yapıp içine ruh üfürdüğü ve kuşun canlandığı olaya telmih olarak kullanılır. Kur’ân’da adı anılmayan bu kuşun yarasa olduğu tefsirlerde zikredilir.

Sûzen-i Îsâ: Allah Teâlâ’nın İsa -aleyhisselâm-’ı gökyüzüne, dördüncü kat (başka bir rivâyette üçüncü kat) semâya yükseltmesine dair rivâyetler şiirde çokça yer almıştır.

Hazret-i İsa’nın gökyüzüne yükseltilirken yanında iğne bulunması sebebiyle Cebrâil’in, daha yukarılara çıkmasına izin vermemesine telmihler bulunmaktadır. Attâr da Hazret-i İsa’nın Hak yolunda malını ve mülkünü terk etmesine rağmen elbisesinin yakasında kalan iğne yüzünden dördüncü kat semâda kaldığını «Mantıku’t-tayr»ında hoş bir şekilde anlatır.

Hâfız-ı Şîrâzî yine bir şiirinde şöyle der:

Ey muabbir müjde-î fermâ ki dûşem âfitâb
Der şeker-hâb-ı sabûhî hem-visâk üftâde bûd

“Ey rüyâ tabircisi, müjde ver; çünkü dün sabahın tatlı uykusunda gördüğüm rüyâda güneş benimle aynı evde idi.”

Hazret-i İsa’nın bulunduğuna inanılan dördüncü felek, güneşin evidir. Bu sebepten şair İsa -aleyhisselâm- gibi dördüncü feleğe çıktığını ve güneşle aynı evde bulunduğunu söylemektedir.

Kullanılan tabirleri saymaya devam edecek olursak:

Mesîh-i reng-rez, Îsî-yi reng-rez, Hum-ı Îsâ: Bir kısım tefsir ve peygamberlere dair kaleme alınan kitaplarda, çocukken Hazret-i Meryem’in, boyacılık öğrenmesi için İsa -aleyhisselâm-’ı meşhur bir boyacının yanına çırak olarak verdiği anlatılır. Hazret-i İsa elbiseleri bir küpün içine koyar ve mûcize göstererek elbiseleri ustasının istediği şekilde boyanmış olarak çıkartır.

Hân-ı Îsâ, hân-ı Mesîh, nüzl-i Îsâ, nüzl-i Mesîh: Hazret-i İsa’ya gökyüzünden inen sofraya işarettir.

Bu mazmunlarla alâkalı olarak şu misâli verebiliriz: Mevlânâ, Mesnevî’sinde yüce Allah’tan muvaffakıyet ve edepli olmayı dilerken, edepsizlik ve terbiyesizliğin zararlarını anlatır:

“Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Hakk’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz, belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

Alışverişsiz, dedikodusuz Allah’ın sofrası gökten iniyordu. Musa kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce «Hani sarımsak, mercimek?» dediler. Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, orak sallama kaldı.

Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi. Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar. İsa bunlara yalvardı: «Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür.» dedi.”

Har-ı Îsâ: Hazret-i İsa’nın Kudüs’e merkeple gittiğine işarettir. Şiirde İsa’nın eşeği nefs-i emmâre ve insan bedenini temsil eder.

Mevlânâ da Hazret-i İsa’yı ruh, eşeğini de beden ve nefis olarak anlatır. Yıllarca eşeğe/nefse kul olan, onun isteklerini yerine getirenin o eşeğin/nefsin ardından gittiğini, aşağılık aklın da eşeğin huyunu huy edindiğini söyler.

Îsâ ve deryâ: Hazret-i İsa’nın su üzerinde yürüdüğüne işarettir.

Nutk-ı Îsâ: Hazret-i İsa’nın beşikte konuşmasına işarettir. Yahudiler Hazret-i Meryem’e zina isnat ettiklerinde, Hazret-i İsa’nın beşikte konuşmasını kendi günahsızlığına delil olarak getirmiştir.

Yüzakı: Bu mazmunlara baktığımızda genelde mûcizeler etrafında oluşturulmuş bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bu nübüvvet hâdisesinin bir yönü… Peki, Hazret-i İsa’nın bir peygamber olarak ahlâkî şahsiyeti edebiyata nasıl yansımıştır?

Mustafa ÇİÇEKLER: Peygamberler arasında dünyadan yüz çevirmiş olanlara Hazret-i İsa örnek olarak verilmektedir. O gerçek anlamda zühdün seçkin bir numûnesidir. Kendisi için hiçbir zaman bir ev yapmamıştır. Bir defasında başının altına koyduğu kerpici bile şeytanın mülkü olan dünyaya ait olarak kabul ettiği için fırlatıp atmıştır. Hazret-i İsa -aleyhisselâm- dünya malından o kadar uzaklaşmıştır ki, parmaklarıyla sakalını tarayan birisi ile iki avucuyla su içen bir başka birisini görünce, sahip olduğu tarak ve su testisini de atmış bir peygamber olarak anlatılır.

Şu sözler de Hazret-i İsa’ya atfedilir: “Bu dünya ile âhiret, doğu ve batı gibidir. Birinden uzaklaşacak olsanız diğerine daha yakınlaşırsınız. Birine yaklaşacak olsanız da diğerinden daha uzaklaşmış olursunuz.”

Hazret-i İsa bütün peygamberler gibi ibadete, Allah’ı anmaya ve çalışmaya çok önem veren bir peygamberdir. Bu husus hikâyelerle birçok manzum ve mensur eserde anlatılmaktadır.

Bu sebeple edebiyatta Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık ele alınırken dünya ve âhirete olan ilgileri sebebiyle terazi kefeleri gibi görülür. Yahudilikte bu kefenin dünya tarafı, Hıristiyanlıkta ise âhiret tarafı ağır basar. Müslümanlıkta ise her iki kefe eşittir.

Yüzakı: Hazret-i İsa’nın Hıristiyanların peygamberi olması, Müslümanların bakışlarında bir önyargıya sebep oluyor mu?

Mustafa ÇİÇEKLER: Aksine, Hazret-i İsa Müslümanlar tarafından çok sevilen peygamberlerdendir. Necâşî’nin dediği gibi Hazret-i İsa’nın kandilinden ne fışkırmışsa, Hazret-i Muhammed’inkinden de aynı ışık parlamaktadır. Ayrıca Hazret-i İsa’nın âhir zamanda dünyaya ineceği, İslâm’ı tebliğ edeceği ve Deccal’i öldüreceği de gerek fitene dair eserlerde gerekse şiirlerde yer almaktadır.

Yüzakı: Bizim bu bakışımıza rağmen Hıristiyanlar, niçin Peygamber Efendimiz’e soğuk bakıyorlar?

Mustafa ÇİÇEKLER: Bilindiği üzere onların yolundan gittiklerini iddia ettikleri Hazret-i İsa, son peygamber olan Hazret-i Muhammed’in geleceğini müjdelemiştir. Peygamberimiz dünyaya geldikten sonra meydana gelen olaylar, seyahatleri esnasında rahibin onun âhir zaman peygamberi olduğunu söylemesi ilh. hâdiseler onun hak peygamber olduğunu, bunun Hıristiyan din adamları ve teologları tarafından da kabul edilmesini gerekli kılar. Zaten peygamberlerin bildirdiklerine inanmak da dinin bir gereğidir.

Ama kendi peygamberlerini bile türlü iftiralarla karalayan ve onun davetini hiç çekinmeden tahrif eden hattâ Allah’a bile insanî zaaflar nispet eden bir gürûhun Peygamber Efendimiz’in nübüvvetini inkâr etmesi elbette ki pek o kadar şaşılası bir durum değildir. Bu inkâr inançlarındaki aynı cehâlet ve taassubun eseridir.

Yüzakı: Bu noktada son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir?

Mustafa ÇİÇEKLER: Bu konuyla alâkalı olarak gerek Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılanlar, gerekse peygamberler tarihine dair yazılan eserler ile Attâr ve Mevlânâ gibi mutasavvıf şairlerin eserlerinde nakledilenler okunmalı ve günümüze bir şeyler aktarılmalı ki hem hakikatler ortaya çıksın, hem de taassup ve düşmanlık ortadan kalksın.

Çünkü ortada hem Hıristiyanların hem de Müslümanların bir peygamberi vardır. Ama hakikatin bütün gerçekliğiyle ortaya konması tek başına yeterli değildir.

Bunun yanında bu hakikate yaklaşım tarzında Hıristiyanların da Müslümanlar kadar hakkâniyet sahibi olması gerekmektedir ki, bu da zaten hidâyet demektir.

Mevzûmuzu noktalarken söylenecek en güzel ve yerinde söz, şu âyet-i kerîmedir:

“De ki: «Ey ehl-i kitap! Bizim ile sizin aranızda eş olan bir kelimeye geliniz. Allah Teâlâ’dan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiç bir şeyi şerik/ortak kılmayalım. Allah Teâlâ’dan başka, bazımız bazımızı Rab edinmesin.» Eğer yüz çevirirlerse deyiniz ki: «Şâhit olunuz, bizler muhakkak MüsIümanlarız.»” (Âl-i İmran, 64)

Yüzakı: Çok teşekkür ederiz hocam.

Mustafa ÇİÇEKLER: Ben teşekkür ederim… Yüzakı’na da emin ve sağlam adımlarla yürüdüğü yolunda başarılar dilerim.

Mustafa ÇİÇEKLER Kimdir?

1965 yılında Konya-Ladik’te doğdu. 1982’de Sarayönü İmam-Hatip Lisesi’ni bitirdi. 1986’da İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’ndan mezun oldu. Aynı yıl Araştırma Görevlisi olarak üniversiteye intisab etti. 1989’da yüksek lisansını, 1994’te doktorasını tamamladı. 2000 yılında Fars Dili ve Edebiyatı doçenti oldu. Hâlen İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.