Din ve İbadet Psikolojisi

Turgay ŞİRİN

Dinin; fikrî, amelî ve hissî olmak üzere üç temel boyutu bulunmaktadır. Bu boyutların her biri insanın, akıl, kalp ve bedenine hitap etmektedir ki insanı oluşturan üç ana merkezdir bunlar.

İnsan tarih boyunca kendi üstünde bir varlığa inanma ihtiyacını her devirde duymuştur. Bu ihtiyacın ferdî ve içtimaî yansımaları da tarihi şekillendiren bir sâik olagelmiştir. Tıpkı günümüzde olduğu gibi. Yani demek istediğim, din, insanlık tarihinin bir gerçekliğidir. Bu gerçeklik, insanlık tarihine şekil vermiş, bugün de vermeye devam etmektedir. İçinde yaşadığımız coğrafyada olan bitenler bile bilgi ve teknoloji çağı olarak adlandırılan günümüz çağında, hâlâ dinin etkili bir sâik olduğunu ispatlamaya yeterlidir.

Peki din, tarihi nasıl şekillendiriyor? Elbette önce insanları şekillendirerek. Din öyle bir sâik ki, insanın içine yerleştikten sonra, onun bütün davranışlarını etkileyen ve kuvveti oldukça fazla olan bir motivasyon kaynağı oluveriyor. Öyleyse, insan davranışlarını kendisine konu edinen psikolojinin, din gibi insan davranışı üzerinde âşikar ve ölçülebilir, gözle görülebilir etkileri olan bir gerçeği, inceleme alanı dışında bırakmamalıdır. Öyle de yapıyor zaten. Günümüzde psikolojinin 50 küsur alt dalından biri kabul edilen «din psikolojisi: (psychology of religion)» gittikçe yıldızı parlayan bir bilim dalı olarak kendini hissettirmeyi başarıyor. Genel olarak dinin insan davranışı üzerindeki etkilerini inceleyen din psikolojisi, inceleme konusu ve yöntemleri açısından insanlık için faydalı bilgiler elde etmek noktasında önemli bir alan. Nitekim araştırma konusu, en başta, insan üzerinde daha sonra da toplumlar üzerinde oldukça etkili olan bir gerçeklik; «din».

Din psikolojisi, dinin insan üzerindeki etkileri, insanların neden bir yaratıcıya inandıkları, insanların neden din değiştirdikleri, insanda tanrı tasavvurunun nasıl teşekkül ettiği, ibadetlerin psikolojik boyutları gibi pek çok konuyu inceleme alanına almaktadır. Bu anlamda insanın dinî davranışlarının altında yatan psikolojik boyutları idrak edebilmesi ve dolayısıyla da kendini tanıma bakımından önemli adımlar atması noktasında din psikolojisinin bizlere sunduğu bilgiler oldukça değerli.

Peki dinin insan davranışları üzerindeki etkisi nasıl oluyor? Bu etkiler olumlu mudur?

Din, insan tarafından kabul edilip, hazmedildikten sonra, insanın duygu, düşünce ve davranışlarına yön verir hâle gelmektedir. Din buradan da topluma sirayet eder. Bu dinin, davranışlar üzerindeki etki boyutunun en temel ve basit anlatımlı şeklidir. Dinin insan davranışları üzerinde oldukça etkili olmasının en temel sebebi, dinin bir «inanç» sistemi olmasıdır. İnanmak, insanı inancının mâhiyetine uygun davranmaya iter. Hazmedilmiş bir inancın en temel göstergesi davranışa yansımasıdır. Nitekim arkasında bir tehlike olduğuna gerçekten inanan bir insan, bu tehlikeden kendini korumak için davranışta bulunacaktır. Ancak bu tehlikenin varlığına gerçekten inanmıyorsa, tehlikeye karşı kendini savunmak için tedbir almayacaktır. Amelin îmandan bir cüz olup olmadığı İslâm tarihinde çeşitli devirlerde tartışılmış. Ancak tartışma ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, Allah’ı görüyormuşçasına yaşayan ve ona bu hissiyatla inanan birinin, davranışlarına çeki-düzen vermemesi mümkün müdür? İşte burada inanç, öze inmiştir ve artık bu inancın davranışı etkilememesi söz konusu olamaz.

Dinin; fikrî, amelî ve hissî olmak üzere üç temel boyutu bulunmaktadır. Bu boyutların her biri insanın, akıl, kalp ve bedenine hitap etmektedir ki insanı oluşturan üç ana merkezdir bunlar. Bu üç ana merkeze de hitap eden emirleri içerisinde barındıran bir din, böylece insanı tümüyle sarmalamış olur. Özellikle müntesibi olduğumuz İslâm dini, insanı düşünceye sevk eden ve akla hitap eden emirleriyle; sevgi, saygı, huzur ve beşerî münasebetler gibi kalbe hitap eden unsurlarıyla ve bedenî bir takım emir ve yasaklarıyla, insanın üç temel boyutu olan akıl, kalp ve bedenine hitap etmektedir.

Böylece, tam anlamıyla İslâm dinini yaşayabilen bir insan, ruh sağlığı açısından âdeta bir zırhla çevrilmekte, sanki bir lâbirent içerisinde eline çıkış yolunu gösteren bir harita tutuşturulmuşçasına, emin adımlarla her iki cihanda da saadete yürümektedir. Bu bile, İslâm dininin insan üzerindeki olumlu tesirlerini tespit etmeye yeterlidir.

Genel olarak bakıldığında İslâm dini, insanların şahsiyetlerinin eğitimi ve davranışlarının müspet değişimi için teorinin yanında hareketi ve aktif katılımı istemektedir. Bunun için dinde; namaz, oruç, zekât ve hac gibi çeşitli ibadetler, inananlara farz kılınmıştır. Tüm bu ibadetlerin düzenli bir şekilde yerine getirilmesi, inananlar üzerine bir yükümlülüktür. Bu sebeple mü’minin bu ibadetleri, ihlâslı ve düzenli olarak yerine getirmesi, onu rûhî hastalıklardan koruduğu gibi ruh sağlığını güçlendirmeyi temin eden güzel hasletler kazanmasını sağlamaktadır.

İslâm dininin içerisinde barındırdığı ibadetlerin insan üzerindeki olumlu tesirleri üzerinde ülkemiz din psikolojisi literatürüne girmiş farklı araştırmalar bulunmaktadır. Oruç, namaz, hac, zekât gibi ibadetlerin insan üzerinde olumsuz tesirlerinin olduğuna dair bir araştırma sonucuna da rastlanmamıştır. Aksine, ibadetlerin insanlar üzerinde müspet tesirleri olduğunu tespit eden araştırmalar bulunmaktadır. Meselâ namaz, kişiye rûhî bir sükûnet getirerek günlük hayatın sebep olduğu baskıdan kaynaklanan rûhî gerginliği almaktadır. Thomas Hayslo: «Uzun seneler boyunca yaptığım deney ve tecrübeler sonucunda uykuyu sağlayan en önemli şeyin namaz olduğunu gördüm. Ben bunu doktorluk sıfatımla söylüyorum. Nefislerde dinginliğin kalıcı olması, sinirlerde sükûnetin sağlanması noktasında bu güne kadar gördüğüm araçların en önemlisi namaz olmuştur.” demektedir.

Namazda olduğu gibi abdest de rûhî etkisinin yanı sıra fizyolojik bir takım faydalar ihtiva etmektedir. Çünkü günlük fâsılalar hâlinde olmak üzere günde beş defa suyla yıkanma, adalelerin rahatlamasına yardımcı olmakta bedenî ve rûhî gerginliği hafifletmektedir.

Bunların yanı sıra her sene oruçla bir ay boyunca şehveti kırma ve onu kontrol etmeyi sürdürme, insana irade gücünü ve dirençli bir kararlılığı kazandırmaktadır. Nitekim üst düzey zihnî ameliyeler arasında kabul edilen, hazzı erteleme kabiliyeti, insanı diğer mahlûkattan ayıran en önemli özelliktir. Bu özellik aynı zamanda, sağlıklı bir rûhî yapının da göstergesi niteliğindedir. Bu sebeple, sabretme ve hazzı erteleme gibi hasletlere sahip bir insanın üstünlük ve başarı noktasında kendi dışındakilerden önde olacağı kesindir. Bu yeteneğin kazanılması ve güçlendirilmesi için ise, oruç, mükemmel bir eğitim fırsatıdır.

Tıpkı namaz, abdest ve oruç gibi zekât da Müslüman’a diğerlerini sevmeyi ve paylaşmayı öğretme özelliğiyle, ibadetlerin insan üzerindeki yapıcı etkilerine dair güçlü bir misâldir. Kendi kazancında fakirin hakkı olduğunu bilen kimse, kazandığını toplumla paylaşma şuuruna erişir. Bu da şahsî olarak bencillik, kendini beğenme, zayıfı ezme, cimrilik ve açgözlülükten kurtulma gibi faydaların yanı sıra, içtimaî olarak sosyal dayanışmayı teşvik etme, fakir ve zengin sınıfını dengelemek gibi sayısız faydaları içerisinde barındırmaktadır.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, müntesibi olduğumuz İslâm dininin, bizler için mükemmel bir hediye olduğunu anlamalı ve şükrünü edâ etmeye uğraşmalıyız. Bunun şükrü ise, ibadetleri gerektiği şekilde yerine getirmekle olmaktadır. Bizler artık ibadetlerimizi yerine getirirken, bu ibadetlerin bizler için rûhî ve maddî anlamda sayısız faydalar barındırdıklarını biliyoruz. Özetle vurgulamak istediğim şudur:

Allah insanı mükemmel yaratmıştır. Tek yapmamız gereken onu keşfetmektir. Dosdoğru huzura ermek, başarılı ve mutlu bir hayat sürmek isteyenler, istikamet üzere olarak, Allah rızâsı istikametinde bunu gerçekleştirebilirler. Bu açıdan bakıldığında, ulvî bir kaynaktan beslenen ve insana, kendini gerçekleştirerek ruhunun derinliklerinde yatan sırlara muvafık olup, mutlu, doyum veren, huzurlu, başarılı, fıtrata uygun, kısacası «ideal» bir hayat yaşamayı öğreten en büyük kitap «Kur’ân-ı Kerim»dir. Bu kitabı okuyup anlayabilenler, sonsuzluğun ve hakikatin kapılarının anahtarlarını elde etmiş demektir. Bu ise, hakikî mutluluğun, huzurun ve hikmetin tâ kendisidir.