Ürküten Merhamet

Şefik BARIŞ

Semâyı dolduran öfkeli uçaklar, şehre bomba yağdırıyordu. Ve bir çocuk masum gözlerle olan biteni dehşetle izliyordu.
Az önce karşısındaki eve bir bomba düşmüştü. Acı çığlıklar etrafa dağılıyor, can derdine düşmüş insanların hengâmesinde kaybolup gidiyordu. Uzaktan bir ambulans sesi geliyordu ama, o karşı evdeki yaralılar için miydi yoksa daha kötü bir şekilde harap olmuş onlarca evlerdeki yaralılar için mi, kimse bilmiyordu?!.
Çocuk ağlıyordu.
Sabahleyin evin bir bölümüne düşen bombayla ölen anne-babası ve iki aylık kardeşi gözünün önüne geliyordu. Ama ölüm ne demek henüz bilmiyordu. Derin bir uykuya dalmışlar, birazdan uyanacaklar diye ümitle bekliyordu.
Alevler yağıyordu gökten şehre. İnsanlık rûhu nedir bilmeyen kara uçaklar, vahşet saçıyordu etrafa.
Çocuk ağlıyordu.
Kurşun vızıltıları kulakları sağır ediyor, enkazlardaki insan feryâtları ciğerleri dağlıyordu.
Çocuk ağlıyordu. Nereye koşacağını, kimin kucağına sığınacağını bilmiyordu. Boş gözlerle feryât ede ede sokağa fırladı.
İkinci adımını atamadı.
Çünkü yerden seken bir şarapnel parçası göğsüne saplanmıştı. Daha o anda nefesi kesildi. Kimsenin dikkatini çekmedi. Kimse onu fark etmedi. Fark edemeyecekti de. Çünkü bu defa uçaklardan yapılan yeni bir bombardımanla çocuğun bütün vücudu toz toprağın arasında tamamen kayboldu.
Akşam karanlığı çöktü şehrin üstüne. Bombaların çıkardığı yangınlarla şehir cehennem gibiydi. Başka evlerdeki çocuk feryâtlarını susturacak hiçbir ninni ve güven verici bir kanat kalmamıştı. Harabelerin arasında ufacık bedenlere o kadar çileler yüklüydü ki, anlatmak mümkün değildi.
Bu yükü onların sırtından alabilecek tek kucak olan merhamet de, maalesef düşmanın kalp mayınında çok ağır yaralanmış, derin bir çukurda can çekişiyordu. Az evvel bedeni bombardımanlarla yok olmuş olan küçük çocuğun rûhu merhametin hâline baktı. Baktı, tekrar baktı. Baktıkça ürktü.
Tekrar ağlamaya başladı.