MÜSLÜMAN BUNALIMA GİRMEZ

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ t أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ j قَالَ:

«مَثَلُ الْمُؤْمِنِ كَمَثَلِ خَامَةِ الزَّرْعِ ،يَفِىءُ وَرَقُهُ مِنْ حَيْثُ أَتَتْهَا الرِّيحُ تُكَفِّئُهَا، فَإِذَا سَكَنَتِ اعْتَدَلَتْ، وَكَذٰلِكَ الْمُؤْمِنُ يُكَفَّأُ بِالْبَلاَءِ ،وَمَثَلُ الْكَافِرِ كَمَثَلِ الأَرْزَةِ صَمَّاءَ مُعْتَدِلَةً حَتّٰى يَقْصِمَهَا اللّٰهُ إِذَا شَاءَ»

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Mü’min yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü’min de böyledir; o da belâ ve musîbetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve kökü üzerinde dimdik duran erz ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.” (Buhârî, Tevhîd, 31):

BİR MESAJ: Belâ ve musîbetler karşısında,
rüzgârın önündeki ekin gibi ol!

“Muhammed’in canı elinde olan Allâh’a yemin olsun ki mü’min, altın parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.” (İbn-i Hanbel, II, 199)

“Muhammed’in canı elinde olan Allâh’a yemin olsun ki mü’min, altın parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.” (İbn-i Hanbel, II, 199)

Sevgili Peygamberimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- mü’minin; şiddetli rüzgârlar karşısında dimdik ayakta kalan, kırılmayan bir ekin gibi olduğunu bildirmektedir. Her türlü belâ ve musîbet onu sarsar, onu üzer, hattâ onun boynunu büker ama o yine Allâh’ın izniyle ayakta kalmayı başarır, doğrulur ve hiçbir zaman yıkılmaz, bunalıma girmez.

Kâfir ise çam ağacına benzeyen erz ağacı gibidir. Her ne kadar zâhiren ekinden daha sağlam, gösterişli ve daha cüsseli dursa da şiddetli bir rüzgâr estiğinde ortadan ikiye bölünür veya kökünden sökülür.

Bu vecîz teşbihten yola çıkarak diyebiliriz ki, mü’min asla bunalıma girmez Allâh’ın izniyle… Çünkü yaşadığı şu fânî dünya hayatında mü’minin tutunacağı birçok dal vardır. Bunlar aynı zamanda mü’minin hayat sigortalarıdır.

Mü’min bunalıma düşmez, çünkü en başta güvenip dayandığı;

«Hasbünallah ve ni‘me’l-vekîl: Bana Allah yeter. O ne güzel bir vekildir!» dediği, her şeyi yaratan ve her şeye gücü yeten bir Rabbi vardır onun. Ne zaman darda kalsa; ne zaman bunalıma, ümitsizliğe düşecek gibi olsa; «Allah» der ferahlar mü’min, O’nun sevgisini kalbinde hisseder, karanlık dünyasına aydınlık bir kapı aralar mü’min.

Müslüman bunalıma düşmez, çünkü her ne hâlde olursa olsun mütemâdiyen Rabbine şükreder;

«Elhamdülillâhi alâ külli hâl!» der, belâ ve musîbetlere karşı sabreder. Hiçbir hâlde çizgisini değiştirmez. Onun sevinci de hüznü de seviyelidir, her iki hâlde de hiçbir zaman ölçüyü kaçırmaz. Onun için onun bu hâline gıpta edilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Mü’minin durumu hayret vericidir. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik, sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

Bu bakımdan müslüman bunalıma düşmez, çünkü onun sabır adında bir dayanağı vardır. Fakirlik, yokluk, ölüm, hastalık, hattâ eziyet ve zulümlere karşı sabreder ve ecrini Cenâb-ı Hak’tan talep eder, ama asla isyan etmez, mücadeleyi bırakmaz; «Ben bittim.» demez, Allâh’ın izniyle…

Üstelik bu dünyada bir mü’minin başına gelebilecek her ne hastalık, keder vs. varsa bunların hepsi onun günahlarına keffârettir. Mü’min olarak buna îmân eder ve bu îmânı, belâ ve musîbetler karşısında onu dimdik ayakta tutar. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

“Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi; Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhârî, Merdâ, 1)

Eğer başımıza gelen hastalık, hüzün, acı vesaireye bu gözle bakabilirsek; bunalım nedir bilmeyiz Allâh’ın izniyle… Aksi durumda, sabır gösteremezsek, hele Allah korusun isyan edersek; neticede hem dünya başımıza yıkılır, hem de Allâh’ın nusret ve rahmetinden mahrum kalmış oluruz.

Müslümanın gönlü daralmaz Allâh’ın izniyle… Çünkü onun namaz gibi bir ibâdeti vardır. Günde en az beş defa; tam gönlü kayarken dünyaya, belki biraz daralırken, namaz yetişir onun imdâdına. Namaz, mü’minin gönlünü arındıran ne muhteşem bir ibâdettir. Onun için Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Erihnâ yâ Bilâl: Bizi ferahlat ey Bilâl!” diyerek Hazret-i Bilâl’den namaz için ezan okumasını isterdi. Çünkü namaz ferahlıktır, namaz insanın gönlünü arındırır. Aynı zamanda namaz, insanı kötü söz ve davranışlardan alıkoyar. Onun için hakkıyla namaz kılan bir mü’minin gönlü daralmaz Allâh’ın izniyle…

Nitekim Rabbimiz âyet-i kerîmede başımıza gelebilecek belâ ve musîbetler karşısında sabır ve namazla Allah’tan yardım talep edebileceğimizi ve böylece felâha erebileceğimizi beyan buyurmaktadır:

“Ey îmân edenler! Başınıza gelecek her şeye sabretmekle ve namaz kılmakla Allah’tan yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 2/153)

Mü’minin bunalıma girmesi mümkün değildir Allâh’ın izniyle, çünkü onun Kur’ân gibi gönüllere şifâ bir kitâbı vardır. Mü’min her gün Kur’ân’la buluşur, onu okur ve hayatına yansıtır. Mü’min; her gün Kur’ân’la başlar hayatına, onunla dost olur. Zira onunla dost olmak Allah -celle celâlühû- ile dost olmaktır. Mü’min, Kur’ân okurken Rabbinin huzûrunda olduğunu hisseder, böylece gönlü genişler, arınır, durulur ve sekînet iner gönlüne. Güne Kur’ân ile başlayan, onu gönlüne indiren bir mü’min; bunalıma girer mi Allah aşkına! Girmez Allâh’ın izniyle…

Mü’min, asla bunalıma girmez Allâh’ın izniyle… Çünkü o, hem bedenen hem de rûhen sağlıklı bir hayat yaşar. Her gün dişlerini fırçalar, temizliğine dikkat eder. Yemesine içmesine itina gösterir. Tabiî beslenir. Uykusuna dikkat eder. İhtiyacı kadar uyur ve erken kalkar. Mekruh vakitte uyumaz. Sabah namazıyla birlikte hayata başlar. Bedenine bu şekilde ihtimam gösterirken, zamanımızda çoğumuzun yaptığı gibi rûhunu ihmal etmez. Rûhunun da gıdasını vermekten geri durmaz. Namaz kılar, Allâh’ı zikreder, iyilik eder, sâlih ameller işler. Takvâ üzere bir hayat yaşamaya çalışır. Bu şekilde itina ile yaşayan bir kişinin bunalıma girmesi mümkün değildir Allâh’ın izniyle…

Başına her ne gelirse gelsin mü’min asla ölümü istemez. Çünkü ölümü istemek; âcizliktir, mücadeleyi bırakmaktır, yenilgiyi kabul etmektir. Hayat bu; ola ki mü’min eğer çok zor durumlarda kalacak olursa, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in şu nasihatine kulak verir:

“Başına bir belâ geldi diye hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Mutlaka ölümü istemek zorunda kalırsa;

«Allâh’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm hayırlı olduğu zaman da benim canımı al.» desin.” (Müslim, Zikir, 10)

Mü’min asla bunalıma girmez Allâh’ın izniyle… Çünkü onun kanaat adında bir hazinesi vardır. Onun için o, dünya malına karşı hırslı değildir, Çünkü Peygamber Efendimiz’in buyurduğu üzere; gerçek zenginlik, mal zenginliği değildir. Gerçek zenginlik gönül tokluğuna sahip olmaktır, yani kanaattir.

Mü’min asla bir ümitsizliğe bir karamsarlığa düşmez, Allâh’ın izniyle… Meselâ günün birinde dünyadaki en sevdiği varlığı elinden alındığında;

«Allâh’ım! Alan da Sen’sin, veren de Sen’sin.» der, belki üzülür, gözlerinden yaşlar boşanır ama asla yıkılmaz, ama asla isyan etmez; Rabbine tam teslim olur ve bu sabırlı tavrından dolayı Rabbine olan yakınlığı artar.

Mü’minin bunalıma girmesi düşünülemez. Zira onun zikir gibi bir nûru vardır. Mütemâdiyen Allâh’ı hatırlayarak yaşadığından, mü’minin gönlü bunalır mı hiç? Bunalmaz Allâh’ın izniyle… Rabbimiz insan için mutluluk reçetesini yazmış ve şöyle buyurmuştur:

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 13/28)

Rabbimiz zikirden uzak durduğumuzda yani gaflet içerisinde bir hayat yaşadığımızda, bizi nasıl bir neticenin beklediğini şöyle beyan buyurmaktadır:

• “Kim Ben’im zikrimden yüz çevirirse; şüphesiz onun hakkı, dar geçimdir ve Biz onu, kıyâmet gününde kör olarak haşrederiz.” (Tâhâ, 20/124)

• “Kim Rahmân (olan Allâh)’ı zikretmekten gafil olursa, yanından hiç ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.” (ez-Zuhruf, 43/36)

Demek ki zikir gönlümüzü nurlandırıyor, zikir bizi mutlu kılıyor. Zikirden uzak durmak da gönlümüzü karartıyor; bu dünyada kör bir şekilde yaşamamıza sebep olduğu gibi, mahşer günü de kör olarak bizi haşrediyor, Allah korusun. Şunu bilmemiz gerekir ki dünyanın oyun ve eğlencesi; bize mutluluk vermekten ziyade bizi karanlığa itiyor, bataklığa sürüklüyor.

Mü’min; hırs, kıskançlık, sû-i zan, çekememezlik, kin, haset gibi gönlünü karartan ve bunaltan kötü hasletlerin peşine takılmaz. Bütün bu duygularını kontrol edip gönlü arı duru bir şekilde yaşamaya çalışır. Bu duygulardan arınmış bir gönlün bunalması mümkün mü? Mümkün değildir Allâh’ın izniyle…

Evet, mü’min Allâh’ın izniyle asla bunalıma girmez. Çünkü o bilir ki, hadîs-i şerifte de bildirildiği üzere;

“Allâh’a kavuşacağı güne kadar mü’min erkek ve kadınların kendisine, çocuğuna ve malına sıkıntı ve musîbet gelmeye devam eder.” (Tirmizî, Zühd, 56)

Rabbimiz, gönüllerimizi karartan her türlü duygu ve düşüncelerden gönüllerimizi arındırsın…

Rabbimiz, gönüllerimize genişlik versin…

Rabbimiz, gönüllerimizi namazın nûruyla, zikir ve tesbihatın nûruyla nurlandırsın…

Âmîn…