DEVLET PUAN VERİRSE…

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Son zamanlarda bir haber okudum. Çin Devleti, kurduğu «Sosyal Kredi Sistemi» ile vatandaşlarının hayatını takip ve kontrol etmeyi hedefliyor. Yapay zekâ araştırmalarına büyük yatırım yapan Çinli teknoloji şirketleri; ülkenin her yerine milyonlarca kamera yerleştiriyor ve yüz tanıma teknolojisine sahip sistemle, vatandaşlarını gözetlemeye hazırlanıyor.

Sosyal kredi sistemi; -şimdilik- daha çok, vatandaşların vergilerini ve bankalardan aldıkları kredileri düzenli ödeyip ödemediklerini, kanunlara uyup uymadıklarını denetliyor. Ancak sistemin; vatandaşların bütün hayatlarını, siyâsî görüşlerini ve tercihlerini takip etmek için de kullanılabileceği belirtiliyor.

2014 yılında resmî olarak varlığı açıklanan sosyal kredi sistemi; internet üzerinden topladığı verilerle, vatandaşların ne sıklıkta alışveriş yaptığını, arkadaşlarının kimler olduğunu, hangi siteleri takip ettiğini izleyebiliyor. Bütün şahsî bilgiler üzerinden her vatandaşa bir «vatandaşlık puanı» verilerek, puanına göre; vatandaşın iş bulması, seyahat etmesi, eğitim alması vs. kolaylaşıyor veya zorlaşıyor.

«Asya Haber Kanalı»na göre; 600 milyon yüksek teknolojili güvenlik kamerası, Çin’in 1,4 milyar vatandaşını izlemek üzere yerleştirildi bile. Bu uygulamaya maruz kalan vatandaşlardan; 9 milyonunun, uçak bileti alması yasaklandı ve 3 milyon vatandaş da artık birinci sınıf uçamayacak.

2020 yılında bütün vatandaşlarının kullanmasının mecburî hâle getirileceği sistemle, vatandaşlar yapay zekâ tarafından «iyi veya kötü vatandaş» olarak listelenebilecek.

Komünist Çin hükûmeti; daha önce de şehirlerde yaşayan milyonlarca insanın iş ve okuldaki performansları hakkında bilgi toplayarak, bunları «dang’an» adı verilen dosyalara kaydetmişti. Bu dosyalara aynı zamanda politik görüşleri işlenerek vatandaşlar fişlenmekteydi.

Çin hükûmeti; uygulamaya koyduğu sosyal kredi sistemi sayesinde, hükûmete bağlı «tek tip» bir halk yetiştirmeye çalışmakta. Hem internet hem de kameralar vasıtasıyla izlenen Çin halkının saklanacak yeri bulunmayacak.

Bu haber iki şeyi düşündürdü:

Birincisi; Çin hükûmetinin zaten türlü baskılar uyguladığı Doğu Türkistanlı müslüman halkının bu sistemle izlenip asimile edileceğini tahmin etmek zor değil.

İkincisi; bir süre önce Rusya devlet başkanı Putin, ABD başkanlık seçimlerinde Trump’ın seçilmesini yorumlarken;

“–Liberalizm hükümsüz hâle geldi.” demişti. Sözlerinin detaylarında; insan hakları ve özgürlük anlayışının, fertlere ne isterlerse yapabilmesi hakkı tanımasının artık kabul edilemez bir noktaya geldiğini ifade ediyordu.

Putin’in Avrupa tarzı bir liberalizm anlayışına hiç de sıcak bakmadığı biliniyor. Toplumun, aile yapısının ve küçüklerin korunması için gerekirse bazı yasakların konulabileceğini savunuyor. Bu anlayışla Rusya Devleti, 2013 yılında sapkınlıkları özendirici yayınlara da yasak getirdi ve bu yasa çerçevesinde bazı oyunların on sekiz yaşından küçük çocuklara satışı yasaklandı. Hattâ bu gibi ilişkileri normalleştiren haberler yapan gazeteciler bile cezalandırılabiliyor.

Amerikan siyaset teorisyeni Francis Fukuyama «Soğuk Savaş»ın batının zaferiyle sonuçlanmasına bakarak; «Tarihin Sonu ve Son İnsan» makalesinde;

«Batı liberalizminin dünyanın her yerine yayılmasının» bütün ideolojilerin sonu olacağını ilân etmişti. Ama bugün liberalizm farklı yönlerden tenkit ediliyor.

Devletin; vatandaşını davar sürüsü güder gibi gütmesi, fertleri sadece ekonominin bir birimi hâline getirmesi, tarihte firavunların yaptığı gibi, sunduğu dünyevî konfor karşılığında vicdanlara hükmetmeye kalkması elbette kabul edilemez. Devlet, neticede fertlerin ayakta tuttuğu bir nizamdır ve vazifesi de fertlerin iyiliğini temin etmektir. Ancak fertlerin daha büyük iyilikleri için, bazen aslında bir hürriyet sayılamayacak marazî istek ve arzulara da set çekebilir.

Bütün dünyada devletler, vatandaşlarına kanunlar koyar. Bu kanunlara uyanları emniyetli ve düzenli bir hayat yaşama imkânı ile mükâfatlandırırken, cürüm ve kabahatlerini de müeyyidelerle cezalandırabilir. Ama en önemli husus şu:

«Neyin cürüm olduğunu veya olmadığını kim tayin edecek?»

Biz müslümanlar; dünyanın arayış içinde olduğu bir zaman diliminde, kendi dînimizden ilham alarak fikir üretiyor muyuz? Yoksa tam tersine, yakın zamana kadar dîne savaş açmış Sovyet ülkelerinin bile kabule yanaşmadığı ölçüde her türlü sapkınlığı meşrûlaştıran bir liberalizme teslim mi oluyoruz?

Avrupa tarzı liberalizm; artık bütün dünyada tartışılırken, bizim ülkemizde Avrupa Birliği’ne üye olmak uğruna önümüze hangi kanun konulursa düşünmeden imza atıyoruz. İnsan hakları denildiğinde, mültecîlerin, hattâ ufacık masum çocukların bile hayat hakkına aldırış etmeyen batı; her türlü anormallik ve sapkınlığı hak olarak savunabiliyor. Bizim insan hakkı anlayışımız bu mu?

Bu soru bir dergi yazısına sığacak bir konu değil elbette; ama bir girizgâh olarak, üzerinde düşünmeye vesile olması için aklıma şöyle bir fikir geliyor:

Çin hükûmetinin kendi anlayışı çerçevesinde uyguladığı sosyal kredi sistemi, İslâm hukukunun «âdil şahit» mefhumu temelinde uygulanamaz mı?

Biraz daha açıklamak gerekirse; İslâm hukukunda kanunlar herkese âdil bir şekilde uygulanmakla beraber, fertlerin şahitliklerinin kabulü gibi hususlarda hukuk önünde farklı statüleri de bulunabilir. Burada ferdin ahlâkî durumu esas alınır. Şahitliğine güvenilmesi için kişide belli bir ahlâkî olgunluk aranır. Bir hâkim, baktığı dâvâya şahit olarak bildirilmiş kişiyi araştırır. Buna «tezkiye» adı verilir. Bu sistem; yalancı şahitlik, menfaat karşılığı şahitlik ihtimallerini bertaraf etmek için uygulanır.

Elbette eskiden insanlar mahalle düzeninde yaşadığı için, insanların ahlâkî durumu yakın çevrelerinden araştırılıp soruşturulabiliyordu. Günümüzde ise kişilerin hâl ve hareketlerine dair tutulan kayıtlarla, hakkında bir ahlâkî puan belirlenebilir.

Bu puan, meselâ aile içi şiddeti önlemeye dair devlete vazife yükleyen kanunların uygulanmasında esas alınabilir. Çünkü son zamanlarda bir yandan şiddet ve cinayetlerde yüzde otuzluk bir artış görülüyor. Diğer yandan; devletin şikâyet üzerine müdahale ettiği bazı ailelerde -iftira ihtimali göz ardı edilerek- işinde, gücünde bir aile reisi kendi evinden, çocuklarından uzaklaştırılabiliyor.

Bu gibi durumlarda; şikâyet eden veya hakkında şikâyet edilen kişilerin geçmişleri göz önüne alınarak, eğer sabıkalı ise, gerçekten bir cinayet şüphesi bulunuyorsa, gereken korumanın hakkıyla sağlanması yoksa psikolog-danışman gibi kişilerin duruma uygun şekilde müdahalesi sağlanabilir.

Bu uygulama sadece aile içi meselelerde değil; okul, iş yeri ve kamu kuruluşları gibi birçok yerdeki şikâyetlerin değerlendirilmesinde de faydalı olabilir. Mobbing yani eziyet ve taciz gibi birçok iddialarda devletin işini kolaylaştırabilir.

Elbette bu sistem; devletin vatandaşını izlemesi, etiketlemesi, kalite kalite tasnif etmesi ve belki birçok kişinin damgalandıktan sonra bir türlü kurtulamayıp, ümidini yitirip çok kötü durumlara sürüklenmesi gibi riskleri de beraberinde getirebilir. O yüzden mutlaka insanlara sicilini temizleme ve puanını yerinde yükseltme fırsatları da sunulmalı. En mühimi de sistemin siyâsî, ideolojik veya şahsî menfaat sâikıyla belli bir kesim tarafından yönlendirilme ve sû-i istimalden korunması…

Kısacası; devletten aile içi meseleler gibi, özel alanlarda dahî çözüm üretmesi beklenirse, bu durumda devletin de vatandaşını daha fazla izleme hakkı istemesi kaçınılmaz olacaktır.

Eğer devletin böyle devleşmesini istemiyorsak o zaman sivil fertlerin ve cemiyetlerin iyiliği emretmekte, kötülükten men etmekte daha aktif rol alması en iyi çözüm olur…