Türkçenin Geleceği

Hadi ÖNAL

Türkçeye saldırıdaki ana hedef, insanımızda var olan düşünce ve duygu kalıplarını yıkmak, geçmişi ile hâli arasındaki mânâ köprülerini tahrip ederek milletimizi geleceğe karşı duyarsızlaştırmaktır. Bu oyun, gayet açık oynanmaktadır.

Düşünmenin, konuşmanın, yazışmanın ve anlaşmanın aracı olan dil; aynı zamanda milletlerin varlığının ve devamlılığının olmazsa olmazlarındandır. Milletleri millet yapan ana unsurların en başında şüphesiz ki dil gelmektedir. Dil, sadece sanat ve edebiyat alanlarında değil hemen her alanda kalkınmanın, ilerlemenin de mayasıdır. Dil bir milletin en önemli varlığı, millî hazinesidir. Millî hazinenin zenginliği ve güçlü oluşu da millî varlığın, dolayısı ile devletin geleceği ile doğrudan ilişkilidir. Bundan dolayı her Türk insanının dilin bu özelliğini çok iyi bilmesi onu vatan toprağı, bayrak gibi kutsalı olarak görmesi ve gereken titizliği göstermesi gerekir.

Ancak, günümüz Türkiye’sinde dil konusunda gereken hassasiyeti göstermek, onu sevmek, korumak ve yüceltmek bir yana açık bir şekilde Türkçemizi yok etmek isteyen menfur emellere çanak tutulmakta; vurdumduymazlığın, gafletin katmerlisi ile dilimizin gün geçtikçe fakirleşmesine hattâ yok olmasına göz yumulmaktadır.

Dilde «özleşme hareketi» adı altında Türkçeyi dinamitleyen; genç kuşakların, daha dün diyebileceğimiz beyin ve duygu dünyamızın mimarları yazar ve şairlerin eserlerini okuyup, anlamalarını engelleyen bu çarpık düşüncenin sonu nereye varır? Soruyorum sizlere bugün dünyanın hangi ülkesinde, 50 yıl önce yazılmış bir eserin dili sadeleştirilmektedir? Bir İngiliz, 16’ncı yüzyılda yaşamış Shakspeare’ini; bir Fransız 16’ncı yüzyılda yaşamış Montaigne’ini rahatça okuyup anlarken bizim gençlerimiz maalesef Türk dilinin gelişmesine öncülük eden Ömer Seyfettin’i, Türk edebiyatının güçlü şairi Yahyâ Kemâl BEYATLI’yı, İstiklâl Marşı’mızın yazarı Mehmed Âkif ERSOY’u, Reşat Nuri GÜNTEKİN ve daha nice söz ustalarımızı sözlük yardımı ile okumak ve anlamak zorunda bırakılmışsa burada durmak düşünmek ama çok düşünmek gerekmez mi?

Bir taraftan Türkçemizin öz suyuyla yoğrulmuş; köylüsünden kentlisine herkes tarafından anlaşılan sözcükleri sırf doğu asıllı diye dilden atar; diğer taraftan batıdan gelen her kelimeye kapılarımızı ardına kadar açarsak, dilimize ihânet etmiş olmaz mıyız?

Eğer kısa zamanda bu yanlışlıktan ve garabetten dönülmezse korkarım Türkçe bir karnaval dili olup çıkar. İşte, felâketler de o zaman başlar. Türkçe benim namusum, Türkçe benim vatanım, Türkçe benim bayrağım diyen insanların bu gidişe bir an önce dur demeleri gerekmiyor mu?

Bugün, bu söylediklerimiz teyit eder mahiyette gelişmeler yok değil. Türkiye’mizin hemen her şehrinin en işlek caddelerini süsleyen mağazaların ışıklı ışıksız tabelalarına bir bakınız: VCD Wolkman, Perlina, Pierre Cardin, Crispino, Loft Colins, MV Moda Vizyon, Angle, Burger King, Big Star, Benson Jeans, Big Free, Conan Jeans, Cotton Shop, Carousel, Capitol Galleria, Carrefour, Gross Market, Shopping Center, Medya Center, Shoppin Clup, Whimpy Bar, Domino’s Pizza, Galila Restaurant, Groseri Market, Little Big, Lee, LC Waikiki, Marko Deli, McDonald’s, Pizza Hut, Rodi, Tifanny, Weber Jeans … ve daha yüzlerce söylenişinde ve yazımında zorlandığımız kelimeler.

Bu kadarla kalınsa iyi. Hani marka isimleri diyeceksiniz ya dilbilgisi kurallarını alt üst eden ve işyeri adlarının tahrifi sonucu meydana getirilen Ali’s Kırtasiye, Yataş Home, Dürüm Center, Cafe Bayram, Galaxy Alışveriş Merkezi, Rainbow Market, Vatan Computer, Aydın’s Kumpir, Büfeterya Kamil, Professional Emin Parfümeri, Pabuçland Ziyya’ya ne diyeceğiz? Dahası Leyla’dan bozulmuş Laila, Remzi’den bozulmuş Ramsey, Kadir Mahmut, Turgut isimlerinin ilk hecelerini bir araya getirerek Ko Ma Tu Alışveriş Merkezi gibi ne olduğu belli olmayan demeyeceğim ne olduğu belli olan bir zıpçıktı ve ucûbeler zinciri, yabancı taklitçiliği, bir anlamsız özenti, günlük konuşmalara kadar inen kendi dilini ve kültürünü bilerek veya bilmeyerek hor görme, aşağılama gayreti.

Konuyu sadece dili bilememe zavallıcılığının zavallılık zinciri olarak görmek hatadır. Sokaklarımızla, caddelerimizle, gördüklerimizle, günlük konuşmalarımızla, gazetelerimizle, dergilerimizle, seyrettiklerimizle, duyduklarımızla adeta kendi kendimizi inkârı heceler gibiyiz. Türkçeye karşı başlatılan bu açık savaş ve o savaşı tribünlerden seyreden suskun; üzerlerine ölü toprağı serpilmiş milyonlar. Bu gidişin sonu nereye varır? Ne demişti Üstad Cemil MERİÇ: “Kāmusa uzanan el, namusumuza uzanmış demektir!”

Türk demek Türkçe demektir. O hâlde bizim gönüllü olarak, biraz da güle oynaya kabullendiğimiz bu yabancılaşmanın temelinde yatan sebepler nelerdir? Yabancı hayranlığı olarak görmek ve meseleyi küçümsemek felakete davetiye çıkarmaktır.

Dilimizin ve dolayısı ile kültür değerlerimizin böylesine saldırıya uğramasının altında neler yatıyor? Ne yapılmak isteniyor? Devlet olarak, üniversiteler olarak bu yolda doğru teşhis koymak ve çözüm üretmek zorundayız. Dil, bir milletin en değerli hazinesidir. Dil, atalarımızın bize emanet ettikleri en kutsal değerimizdir. Ama görünen o ki biz, Cemil MERİÇ’in «namus» olarak gördüğü bu kutsal değerimize -Güzel Türkçemize- yeterince sahip çıkamıyoruz. Onun katli karşısında susuyor, bir bakıma yok oluşunu kabulleniyoruz.

Bir ülkenin kültürü ve kültür seviyesi dilini güzel, etkili ve doğru kullanması ile ölçülür. Dilini güzel, etkili ve doğru kullanamayan fertlerin oluşturdukları ülke, önce dilini sonra kültürünü daha sonra da millî benliğini kaybeder.

Biz, dilimize -Türkçemize- yapılan bu açık saldırılar karşısındaki suskunluğumuzla, kabullenişimizle yalnız kendimizi değil geleceğimizi de tehlikeye atıyoruz. Oysa Türkçemiz son derece güçlü bir dildir. Zaten bu kadar sürekli ve güçlü saldırılara karşı hâlâ varlığını koruması da yapısındaki gücünden gelmektedir.

Türkçeye yapılan, gün geçtikçe boyutları genişletilen ve yoğunluğu artırılan bu saldırı, Türk insanının doğrudan doğruya düşünce sistemine, organik iletişiminin büyük bilgisayarı durumunda olan beynine yapılan bir saldırıdır. İnsanımızda var olan düşünce ve duygu kalıplarını yıkmak, geçmişi ile hâli arasındaki mânâ köprülerini tahrip ederek geleceğe karşı duyarsızlaştırmak ana hedeftir. Oyun budur ve gayet açık oynanmaktadır. Bu oyunu bozmak zorundayız. Bugün dilimize sahip çıkamazsak yarın toprağımıza, daha sonra bağımsızlığımıza ve diğer kutsal değerlerimize sahip çıkamayacak hâle geliriz.

Hedef belli, bu hedefe adım adım yaklaşma gayreti içerisinde olanlar bellidir. Elbette ki bütün bu yıkıcılığa karşı duracak kuruluşlarımızın başında Millî Eğitim ve üniversitelerimiz gelmektedir. Onların emrine verilen okullar, kurumlar ve emanet edilen çocuklarımız, gençlerimiz… Ancak millî eğitimimizin ve üniversitelerimizin bu yaraya parmak basmak yerine nelerle uğraştıkları hepimizin malûmu. Üniversite kapılarına yığılan milyonlarca sözüm ona genel eğitimle donanımlı gençlik. Nasıl bir genel eğitimse?!. Ve bu çarpık eğitim sistemi ile zekâ ve becerilerine göre yönlendirmediğimiz geleceğini kararttığımız gençlerimiz… Çoktan seçmeli imtihan cinneti ile okumayan, düşünmeyen, tartışmayan ve doğrulara ulaşamayan sadece ve sadece karalayarak seçen insanlar…

Uygulanan bu eğitim sistemi ve sürdürülen bu dil anlayışıyla yalnız köklerinden kopardığımız gençlerimize değil; ülkemizin geleceğine de ihânet ediyoruz.