Râşid Halîfeler Dönemi (Hulefâ-i Râşidîn) BÖLÜM I

Ahmet MERAL

Hazret-i Ebûbekir Dönemi -2

(632-634)

Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış, ulaşınca da onu geç!

[Hazret-i Ebûbekir]

“YANLIŞ HAREKET EDERSEM BENİ DOĞRULTUNUZ!”

Hazret-i Ebûbekir, halîfe olarak seçilmesinin hemen ardından Hazret-i Peygamber’in ev halkı tarafından yürütülen Hazret-i Rasûl’ün teçhiz ve defin işlemleri hakkında Hazret-i Ali’den bilgi aldı. Ertesi gün Mescid-i Nebevî’de yapılan biat toplantısına İslâm toplumunun ileri gelenleri, kabîle reisleri ve birçok zevât katıldı. Hazret-i Ebûbekir bu seçkin topluluğun huzurunda, takip edeceği siyasetin genel esaslarını şöyle ifade etti:

“Ey Müslümanlar, en iyiniz olmadığım hâlde başkanlık makamına getirilmiş bulunuyorum. Görevimi hakkıyla yerine getirirsem bana yardım ediniz, yanlış hareket edersem beni doğrultunuz. Doğruluk emanet, yalancılık hıyânettir. Güçsüz olanınız eğer haklıysa hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanınız haksız ise kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya dek benim katımda güçsüzdür. Bir millet Allah yolunda cihadı bırakacak olursa, Allah behemehâl o milleti zillete uğratır. Herhangi bir millette kötülükler yaygın olursa, o millete de umumî bir belâ verir. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Şayet Allâh’a ve Rasûlü’ne karşı gelirsem bana itaat etmekle mükellef değilsiniz.”

ÜSÂME BİN ZEYD’İN SURİYE ÜZERİNE GÖNDERİLMESİ

Hazret-i Peygamber, vefatından kısa bir süre önce Mûte Savaşı’ndan kalan yaraları sarmak ve kuzey sınırlarında Bizans’a karşı teyakkuz durumunu sürdürmek için Suriye’ye göndermek üzere Üsâme bin Zeyd komutasında bir ordu hazırlatmıştı. Ancak Hazret-i Peygamber’in ağırlaşması üzerine bu ordu sefere çıkamamıştı. Hazret-i Ebûbekir’in ilk işi genç Üsâme komutasındaki bu orduyu yola çıkarmak olmuştur. Bazı sahâbeler dinden dönme olaylarını ve iç karışıklıkları gerekçe göstererek tecrübesiz âzatlı bir kölenin liderliğinde ordunun yola çıkmasının sakıncalarını öne sürdüyse de Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Peygamber’in yola çıkardığı bu orduyu engellemeyeceğini kesin bir dille ifade etti. Ayrıca Üsâme atlı, kendisi yaya olarak bir müddet yürüdükten sonra askerlere şu hitâbede bulundu: “Allah yolunda kâfirlerle savaşın, hâinlik etmeyin, ganîmet malına zarar vermeyin, çocukları, kadınları ve yaşlı insanları öldürmeyin, meyve veren ağaçları kesmeyin, yemek ihtiyaçları dışında koyun, sığır ve develeri boğazlamayın, manastırlara çekilmiş kimselere dokunmayın.”

Hazret-i Ebûbekir’in bu tavrı, dinden dönmelerin ve kabile karışıklıklarının yaşandığı dönemde art niyetli kişilere ve fırsat kollayanlara karşı ciddî bir güç gösterisiydi. Ayrıca Üsâme de 2,5 ay kadar süren bu seferinde yol güzergâhı üzerindeki dinden dönme hareketlerini bastırdığı gibi İslâm’a bağlı olanları teşvik ederek dinî ve siyasî birliğin sağlanmasına hizmet etmiştir.

ARAP YARIMADASI’NDA BİRLİĞİ SAĞLAMA ÇABALARI

Hazret-i Peygamber’in vefatına kadar Arap Yarımadası genel olarak İslâmiyet’e girmişti ancak hâlâ bedevî bazı kabilelerin İslâm’ın temel mesajlarını ve inceliklerini kavradıkları söylenemezdi. Medine, Mekke, Taif gibi kent merkezleri İslâm’ın rûhuna uygun bir hayat tarzı benimsemişken, kentler dışındaki birçok kabile İslâmî kimliklerini henüz tamamlamış sayılmazdı. Daha Rasûl-i Ekrem zamanında İslâm’a girmeyi şartlara bağlamak isteyen kabileler mevcuttu. Bu kabileler çölün insanlara dayattığı kayıt dışı yaşama arzularını bir türlü terk ederek tek bir otorite etrafında toplanmak istemiyorlardı.

Ayrıca Yemen bölgesinde var olan Hıristiyan tesirleri henüz tam olarak silinemediği gibi kuzeyde de Bizans’ın civar kabileler üzerindeki etkileri tamamen ortadan kaldırılamamıştı.

Hazret-i Rasûl’ün getirdiği dinin insanlardan istediği ruh olgunluğu ve cemiyet dokusunu sevgi ve adâlet temeline dayandırma gibi değişimler bütün Arabistan’a istenilen düzeyde teşmil edilememişti. Nitekim İslâmî hâkimiyetin Mekke’nin hemen yanı başındaki Taif şehrine yerleşmesi de ancak Tebük Seferi’nden sonra mümkün olabilmişti.

Bütün bunlara rağmen İslâm, Arap Yarımadası’nda öncelikle şehirler ve çöldeki kabileler arasında bir realite olarak siyasî birliğin mayasını oluşturacak dinamiklere sahipti.

YALANCI PEYGAMBERLER VE ZEKÂT VERMEYENLERLE MÜCADELE

Hazret-i Peygamber’in görevini tamamladıktan sonra hastalanması, peygamber olduğunu ileri süren bazı yalancılara cesaret vermişti. Onun vefatı ile beraber bu tip hareketler isyana dönüşmüştü. Bazı kabileler de namaz kılmakla birlikte İslâm’ın ferde yüklediği malî yükümlülüklerinden olan zekâtı vermeyeceklerini ilân etmişlerdi. Üstelik yeni Müslüman olmuş bazı kabileler Medine ile siyasî ve dinî irtibatlarını kesmişler hattâ bununla da yetinmeyerek yalancı peygamberlere destek vermeye başlamışlardı. Yalancı peygamberlerle savaşılması gerektiği konusunda Medine Müslüman toplumu arasında ihtilaf olmamakla beraber zekât vermeyenlere karşı kuvvet kullanılması fikri problem olmuştu. Hazret-i Ömer «Kelime-i Tevhîd»i söyleyenlerle savaşmanın doğru olmayacağı görüşündeydi. Bazı sahâbeler ise zekât konusunda esneklik gösterilmesi görüşündeydi. Hazret-i Ebûbekir ise kararlı tutumu ile bütün bu tartışmalara son vermiştir. Bu doğrultuda namaz ile zekâtın birbirlerinden ayrılamayacağını, bu ayrımı yapanlarla mücadele edeceğini belirterek bu konuda sahâbelerin yardımını istedi. Hazret-i Ebûbekir önce Fezâre kabilesinin zekâtına el koyup Medine’ye saldırmak üzere olan Harîse bin Hısn el Fezârî’nin üzerine giderek âsîleri dağıttı. Böylece İslâm başkentinin güvenliği sağlanmış oldu.

Hazret-i Ebûbekir, başta yalancı peygamber Tuleyha bin Huveylid olmak üzere, karışıklık peşindeki diğer mürtedlerin üzerine bizzat gitmek istediyse de, Hazret-i Ali ve diğer sahâbeler güvenlik meselesini öne sürerek bunu engellediler. Hazret-i Ebûbekir dinden dönenlerle savaşmak üzere 11 birlik teşkil ederek her birine bir komutan tayin etti. Bu komutanlardan Hâlid bin Velid üstün başarılar göstererek yalancı peygamberler Tuleyha, Secah ve Müseylemetü’l-Kezzab’ın ortadan kaldırılmasında başrol üstlendi. Yemen ve Hadramut’taki isyanlar Muhacir bin Ebû Ümeyye komutasındaki ordu ve mahallî valilerin gayretleri sonucunda bastırıldı. Bahreyn ve Umman’daki isyanların da aynı biçimde sona erdirilmesiyle çok kritik bir dönem aşılmış, sayıları birkaç milyonu bulan bu isyan ve irtidat ateşi söndürülmüş, artık Arap Yarımadası’nın gerçek anlamda dinî ve siyasî birliği sağlanmış oldu.

YARIMADA DIŞINDAKİ İLK FETİH GİRİŞİMLERİNİN BAŞLAMASI

Hazret-i Ebûbekir İslâm dinini tebliğ etme konusunda Hazret-i Peygamber döneminde başlayan stratejiyi devam ettirerek Sasanîler’in elinde bulunan Fırat’ın aşağı bölgelerine ordu göndermeye karar verdi. Bu dönemde Sasanîler’in başında III. Yezdücerd bulunuyordu. Bu bölgeye daha önce hâkim olan Hire Krallığı Sasanîler tarafından ortadan kaldırılmıştı.

Ordu gönderilen bölgenin nüfusu beş altı milyon civarında iken Sasanî Şehinşahlığı 40 milyon nüfusuyla Bizans’la baş edebilecek güçte orduya sahipti. Yüz binlerce askeri bulunan bu ordunun savaş tekniğini iyi bilen, meydan savaşını ustalıkla yönetme becerisine sahip tecrübeli komutanları vardı. İran, Horasan, Azerbaycan ve Ermenistan’ı içine alan ve Hindistan’a kadar uzanan bir hâkimiyete sahipti.

Bir avuç askerden oluşan Haris bin Müsennâ komutasındaki İslâm ordusu, Sasanîlerle mücadeleye girerek üstün bir başarı gösterdi. Ancak Irak bölgesindeki fetihlerin başkahramanı, Hazret-i Ebûbekir’in bölgedeki Müslüman kuvvetlere önce yardım daha sonra da komuta etme göreviyle gönderdiği Hâlid bin Velid oldu. Dünya tarihinin bu eşsiz kahramanı, Basra Körfezi’ndeki önemli yerleşim merkezlerini birer birer fethetmeye muvaffak oldu. Ayrıca İyaz bin Ganem adlı komutan, Adiy bin Hâtem’in yardımıyla bugünkü Bağdat’ın bulunduğu Anbar kenti ve civarını ele geçirdi. Übülle ve Kazıma kentleri alınırken ünlü İranlı Komutan Hürmüz de öldürülenler arasındaydı. 100 bin dirhem değerindeki tacı da Müslümanların eline geçmişti. Böylece Irak büyük ölçüde İslâm devletinin sınırları içerisine girmiş, burada yaşayan gayr-i müslimler de savaşsız cizyeye bağlanmıştı.

BİZANS’LA ÇATIŞMALAR, SURİYE VE ÜRDÜN’E ORDU YOLLANMASI

Ecnadin Savaşı: 634

İran sınırından başlayıp hızla yayılarak Suriye-Bizans sınırına dayanan İslâm fetihleri Bizanslıların kaygılarını artırmıştı. Bizanslılarla Müslümanların temasları daha Hazret-i Peygamber zamanında yapılan Mûte Savaşı’yla başlamış, Tebük Seferi’yle devam etmişti. Bizanslılarla yapılan bu savaşların hedefi, bölgenin güvenliğini sağlamak ve orada yaşayanların uğradığı zulüm ve haksızlıklara son vermekti.

Suriye çevresindeki Hıristiyan Arapların asker toplayıp Müslümanlara saldıracakları ve kuvvetli bir ordunun bölgeye sevk edildiği haberi üzerine, Hâlid bin Velid Suriye’ye yöneldi. Bizanslılar bölgeye güçlü ordular sevk etmiş ve Ecnadin denilen yerde karargâh kurmuşlardı. Burada yapılan savaş Müslümanların zaferiyle noktalandı ve Filistin’in kapıları Müslümanlara açılmış oldu.

Yermuk Savaşı: 634

Hazret-i Ebûbekir 633 yılının sonbaharından itibaren 3.000 kişiden oluşan üç ayrı birliği Suriye’nin güney ve güneydoğu bölgesine göndermiş, kısa bir müddet sonra ordunun mevcudu 7.500’e ulaşmıştır. Hâlid bin Velid, Amr bin As, Yezid bin Ebû Süfyan ve Hâlid bin Sait komutasındaki İslâm ordusunun bölgedeki kentleri, kasabaları ve köyleri birer birer ele geçirmesi üzerine teknik açıdan üstün Bizans ordusuyla İslâm ordusu 30 Temmuz 634 günü karşı karşıya gelmiştir. Hâlid bin Velid’in komutasında kıyasıya devam eden savaşın sonlarına doğru Hazret-i Ebûbekir’in ölüm haberi geldi. Hazret-i Ömer halîfe seçilmiş ve Ebû Ubeyde bin Cerrah cephede yeni komutanlığa tayin edilmişti. Ebû Ubeyde savaşın sonuna dek bu emirnâmeyi açıklamadı. Hâlid’in komutasında başlayan savaş yine onun komutasında sona erdi. Artebun komutasındaki Bizans birlikleri bozguna uğrayıp dağıldı. Müslümanlar da büyük kayıplar vermişlerdi. İkrime bin Ebû Cehil, Hişam bin As, Nâdir bin Hâris ve Eban isimli önemli komutanlar şehit olurken bir düğüm noktası olan bu savaştan sonra Bizans ülkesinin Suriye kapısı da İslâm ordularına açılmış oldu. Böylece Bizans Suriye’ye vedâ etmek zorunda kaldı.

KUR’ÂN’IN TOPLANMASI

Hazret-i Ebûbekir döneminde yapılan en önemli işlerden biri de, Kur’ân âyetlerinin kitap (Mushaf) hâline getirilmesi olmuştur. Nâzil olan âyetler önceleri vahiy kâtipleri tarafından deri, tahta, taş, hurma yaprağı gibi malzemeler üzerine yazılıyor ve hâfızlar tarafından ezberleniyordu. Bu hâfızlardan önemli bir kısmının yalancı peygamberlerle mücadele ve iç karışıklıkların bastırılması sırasında şehit olmaları üzerine, gelecekte Kur’ân üzerinde ihtilaf çıkmasını önlemek amacıyla Kur’ân âyetlerinin toplanarak kitap hâline getirilmesine karar verildi. Bu amaçla Hazret-i Ömer’in teklifiyle Zeyd bin Sâbit başkanlığında bir heyet oluşturuldu. Zeyd bir yıl süren titiz bir çalışmayla bu zor görevi tamamladı. Böylece Kur’ân-ı Kerim günümüze kadar hiçbir kelimesi değişmeden gelmiş oldu.

HAZRET-İ EBÛBEKİR’İN VEFATI

Hazret-i Ebûbekir, İslâm ordularının Suriye bölgesinde zafer üstüne zaferler kazandığı bir sırada 23 Ağustos 634 yılında vefat etti. Hazret-i Ömer cenaze namazını kıldırdı ve ilk İslâm halîfesi Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Peygamber’in yanına defnedildi.

Hazret-i Ebûbekir sadece ahlâkı, hitabet gücü, cömertliği ve Hazret-i Peygamber’e sadakâti ile değil, Hazret-i Peygamber sonrası Arap Yarımadası’ndaki İslâm birliğinin sağlanması, iç karışıklıkların giderilerek sağlam bir devlet organizasyonun gerçekleştirilmesindeki başarısıyla da tarihe yön vermiş bir İslâm büyüğüdür. Onun dönemi sadece içte rûhî olgunluğun tamamlandığı örnek bir toplum olma özelliği ile değil, aynı zamanda İslâm ordularının üç koldan Arap Yarımadası dışına taşarak İslâm’ın evrensel (cihanşümul) mesajının diğer ırk ve toplumlara ulaştırılmaya başlandığı bir dönemdir.