Kur’ân-ı Kerim’den EĞİTİM PRENSİPLERİ -2-

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

HAREKET VE SÜKÛN

Mekân değişikliği Kur’ân-ı Kerim’de nazarlarımıza sunulan bir eğitim metodudur.

Hazret-i Âdem’in işlediği zelleye karşılık, Cenâb-ı Hakk’ın tedibi «mekân değiştirme» oldu. Hazret-i Âdem; hem cennetten, hem Hazret-i Havvâ’dan, en önemlisi de Hakk’ın iltifatından uzakta, gurbette kalarak terbiye oldu. İnsan; çevresiyle ünsiyet eden bir varlık olarak, yalnız kaldığında tefekkür ve kendini sorgulamaya daha fazla imkân bulmaktadır. Ünsiyet bir yönüyle oyalayıcı ve nisyana sevk edicidir.

Bu gurbet sebebiyle, dünyaya gelen her insan; gerçek vatanı olan öbür âleme hicret olan yolculuğuna başlar. Nereye giderse gitsin, dönüş hep Allâh’adır. Bunun çok iyi şuurunda olan şehid, hayatını ortaya koyarak Hakk’a hicret eder ve varlığıyla Hakk’ın şahidi, şehîdi olur. Bunun en güzel misali Hâbil olmuştur. Ölümü pahasına masumiyette ısrar etmenin şehîdi, yani «canlı şahidi»…

Habîb-i Neccar, ashâb-ı uhdûd’un şehidleri, Firavun’un îmân eden sihirbazları gibi kahramanlar da; bu noktada müthiş mesajlar vermişlerdir. Şehid, bu mânâda da ölmemiş, zâhiren can veren vücuduyla ölümsüz bir ders vermiştir. Şehid; ölen, kaybedilen, zayiat değil, tersine galip olandır.

Kavganın bir tek şehiddir galibi…

Fakat, dünyevî olarak da var kalmak gerekiyorsa, hicretin mekân boyutu devreye girer. Efendimiz’e Mekke’de kalıp şehid olmak değil, Medine’ye hicret edip, dâvâsını bir başka boyuta taşımak emredildi.

Hicret etme cesaretini kendinde bulamayan, bu sebeple küfür diyarında zillet içinde kalanlara; Kur’ân-ı Kerim’de «Allâh’ın arzı geniş değil miydi?» uyarısı yapılır. Arz Allâh’ındır ve geniştir. Davet tebliğ edilir. Tebliğde maksat hasıl olmuyorsa, alternatif arayışına geçilir. Tercihi Hak’tan yana kullanmaktır hicret… Hicret iyi hâli ama ilâhîyi tercih…

Moğol İstîlâsı karşısında Hazret-i Mevlânâ’nın ailesinin de aralarında bulunduğu büyük kitleler, hicreti seçtiler. Bu hicretler Anadolu, Balkanlar gibi coğrafyaların İslâm vatanları olması neticesini getirdi. Asrımızda çeşitli tazyiklerle, göç kabul eden memleketlere şuurlu bir şekilde göç eden kişiler; yeni coğrafyalara İslâm davetini ulaştırmış oldular.

Hazret-i İbrahim de, hep sefer hâlindeydi. Nemrut’un diyarından hicret etti. Bâbil, Harran, Filistin, Ürdün, Mısır, Hicaz…

Çünkü harekette bereket vardır. Cevelân eden nâil olur. Sükûn; eğer gereksizse meskenete, miskinliğe götürür.

Ancak adres bulununca sükûn ve karar gerekir. Hâlâ oradan oraya hareketlenmek, «sâbit olan nâbit olur» kaidesinin gösterdiği bereketten mahrumiyet demektir. Efendimiz; adresi, yani Medine’yi bulduktan sonra; onu, fethettiği Mekke’ye bile değişmemiştir.

Hareket için de izin gerekir. Hazret-i Yûnus, azapla müjdelediği kavminden hicret etmemiş, orayı terk etmişti. Bindiği gemide «kaçak» muamelesine tâbî tutuldu. Denize atıldı, balık tarafından yutuldu. Tesbihatı ve tevbesiyle yine Hakk’a yönelince, kurtuldu. (el-Enbiyâ, 87, 88; es-Sâffât, 140-146; el-Kalem, 48-50) Asırlar sonra gelecek adaşı, Yûnus Emre’nin de dergâhtan izinsiz ayrılış menkıbesi vardır ki, o da mürşidinin eşiğe baş koyarak kendini affettirecektir.

Firavun baskısı altında köleleşmiş, (eş-Şuarâ, 22) oğullarının öldürüldüğü, kızlarının rezaletlere sürüklendiği (el-Bakara, 49) zulümlerde aşağılık duygusuna kapılmış, birçok menfî hasletler kazanmış İsrailoğullarına da mekân değişikliği gerekti. (Tâhâ, 47; eş-Şuarâ, 17)

Hazret-i Musa; kavminin karşılaştığı problemleri, kendi kendine inisiyatif kullanarak ve bilhassa sertlikle çözmeye çalışınca, hiç istemediği bir duruma düştü. Katillikle suçlandı. Yine hicret göründü. (el-Kasas, 18-21)

Firavun diyarından kavmini çıkardıktan sonra, Tûr’a vahyi telâkki etmeye gitti. Döndüğünde kavminin puta tapındığını gördü. Kavmini bozan Sâmirî idi. Bu kez «uzaklaştırma» cezası Sâmirî’nindi. İsrailoğullarından ayrılacak ve kimse onun yanına yaklaşamayacaktı:

“Musa (Sâmirî’ye); «Defol!» dedi, artık hayatın boyunca sen; «Bana dokunmayın!» diyeceksin.” (Tâhâ, 97)

Hazret-i Peygamber, zinâ suçunu işleyen bazı kadınlara da mekân değişikliği uyguladı. Hayatında yeni bir sayfa açması gereken kişilerin yeni bir ortama taşınmaları önemli bir metottur. Osmanlı, devşirdiği gençleri Türk aileleri yanında eğitiyordu. Fakat dikkat edilmesi gereken husus; gidilecek şartların hayra dönüştürücü, geçmişi unutturucu vasıfta olmasıdır. Buna dikkat edilmezse netice tam tersi olur. Olumsuz vasıflar perçinlenir. Günümüzde cezaevleri dönüştürmemekte, perçinlemekte…

Haksızca yapılan sürgünler ise, hicretin bir başka adıdır ve toprağından sökülüp atılan bir çiçeğin, belki de daha verimli bir toprakta sürgün vermesine vesile olabilir. Mekke’deki tazyikler, İslâm çınarının Habeşistan’da Necâşî gibi bir filiz vermesine vesile oldu. Hudeybiye’nin meşhur maddeleriyle Medine’ye hicretin önüne konan tazyik de, Ebû Basîr vakasını ortaya çıkararak yeni bir sürgün daha verdirdi.

Hazret-i Yûsuf’un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması, sonra da oradan geçen bir kervana üç-beş kuruşa satılması da sürgün şeklinde gerçekleşen bir hicrettir. Hazret-i İbrahim’in Hazret-i Hâcer’den olma evlâdı İsmail de, Hazret-i Yûsuf da bulunduğu mekânda haset ve nefrete uğrayacaklardı. Uzaklık iki misalde de hayırla neticelendi. Bu misallerde masum olan uzaklaşıyordu. Hâbil gibi, didişmek yerine alternatif bir çözüme sevk ediliyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki arz Allâh’ındır ve geniştir.

Sâmirî hâdisesinde hem kovma (fizikî uzaklık) hem irtibatı yasaklama (tecrit) vardır. Bu terbiyenin bir benzeri Tebük’e mazeretsiz katılmayan üç sahâbîye verilen cezaya benzetilebilir. Bu üç sahâbî elli gün kadar, Medine içinde tecrit edilmişlerdi. Kimse onlara selâm vermiyor, onlarla konuşmuyordu. Peygamber Efendimiz’in; ashâbından yalan söylediğine muttalî olduğu kişilere de böyle bir ilgi kesme cezası uyguladığını Hazret-i Âişe Vâlidemiz haber veriyor.

Hicrette, hecr, hicran, terk etme, ayrılma mânâsı vardır. Kur’ân, aile huzurunu bozucu hareketler sergileyen hanımlarını terbiye etmek isteyen kocalara, önce vaaz u nasihatte bulunmalarını, ikinci derecede de, onlara evin içinde hicran / ayrılık cezası vermelerini tavsiye eder.

Mekân değişikliği olmasa da ilgiyi kesmek…

Tahrim Sûresi’nin ilk âyetlerinin sebeb-i nüzulleri, bu cezayı Efendimiz’in de uyguladığına işaret etmekte. Aile içi geçimsizliklerde her iki tarafın sürekli didişmek yerine, bir süre irtibatsız kalarak düşünmeye sevk edilmeleri hayırlı olacaktır.

Bütün bu metotlarda ilgisizlik bir metot olarak kalmalı, derin ve şamil bir sevgi ise, gönüllerde canlı tutulmalıdır.

Hicret, hareket ve sükûn dengesiyle eğitimin vazgeçilmez bir metodudur.