YOLCUYUZ YOLCU!..

Sami GÖKSÜN

İnsan, sefere çıkan bir yolcudur. Onun bu yolculuğunun ilk başlangıcı, Allah Teâlâ’nın bildirdiği şu iki âyet-i kerîmede işaret edilen noktadandır:

 

(Allah Teâlâ) buyurdu: 

 

«–Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır.»” (el-A‘râf, 24)

 

Diğer bir âyet-i kerîmesinde ise Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

 

“Rasûlüm; hani o vakit ki, Rabbin Âdemoğullarından ve onların sulbünden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şâhit tutmuş ve onlara; 

 

«–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» demiş onlar da; 

 

«–Evet Sen bizim Rabbimiz’sin, bizler şâhidiz.» demişlerdi.” (el-A‘râf, 172)

 

İnsanın bu seferinin sona ermesi; ancak selâmet yurduna, ebedî karar kılma (yerleşme) yurduna varmasıyladır. Bu da âhiret yurdudur. İnsana bu yolculuğunun sona ermesine kadar, dört konaklama yeri vardır: 

 

Bunlar; 

 

•Babanın sulbü, 

 

•Ana rahmi, 

 

•Ömrünün sonuna kadar kalacağı dünya, bir de 

 

•Dünya hayatının son bulduğu ve âhirette son yerleşme vaktine kadar geçirilecek yerdir. (Kabir, berzah âlemi.)

 

Diğer taraftan insan için bu konaklarda iki durum vardır:

 

Birincisi: Geçici ve emânet bir hâldir. İşte insan az önce işaret ettiğimiz şu dört menzilin her birinde muvakkat ve emânet olarak bulunur. Çünkü belirli bir müddet sonra bulunduğu yerden ayrılacaktır.

 

İkincisi: Bu durumda; insan artık o menzile yerleşmiş, istikrar bulmuştur. Bu nokta ise insanın ebedî karar kılma yeri olan âhiret yurduna (cennete) gitmesi ile orada karar kıldığı zaman hâsıl olur. Bu hususa Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle işaret etmiştir:

 

“O, sizi bir tek nefisten (Âdem’den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır…” (el-En‘âm, 98)

 

İnsanın, kazanç sağlamak ve azık temin etmek zorunda olduğu menzil, yeryüzünde (dünyada) bulunduğu zamandır. O hâlde insan; dünyada bulunduğu müddetçe çalışıp kazanmak, zahmet ve meşakkatlerle karşılaşmak zorundadır. Karar kılma yeri olan âhiret yurduna sefer edinceye kadar, insanın bu safhalarda, gayret ve zahmetlerle karşılaşması muhakkaktır. Nitekim Rabbimiz Kur’ân’ında şöyle buyurur:

 

“Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O’na varacaksın.” (el-İnşikāk, 6) 

 

Ve yine Rabbimiz başka bir âyet-i kerîmesinde ise şöyle buyurmuştur:

 

“And olsun ki, biz, insanı (yüz yüze geleceği nice) zorluklar içinde yarattık.” (el-Beled, 4)

 

İnsanoğlu, rahatına düşkün yaratılmıştır. Fakat rahatlığı arayıp temin etme bakımından insanlar, iki kısma ayrılmışlardır:

 

Birinci kısım: Bu kısım insanlar, âhiret hayatına inanmamış, bu hususta, tamamıyla körlük ve şaşkınlık içerisinde kalmışlar ve şöyle demişlerdir:

 

“Dediler ki:

 

«–Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder.» 

 

Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.” (el-Câsiye, 24)

 

Yahut da her ne kadar ağızları ile böyle söylemeseler de, böyle söyleyenlerin yaptıklarını yapmaktan geri kalmamaktadırlar. Bu grupta bulunan insanlar, huzur ve rahatlık bulunmayan şeylerde rahatlık arar dururlar. Bu gibi kimseleri Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle vasıflandırmaktadır:

 

O inkârcılara gelince; onların amelleri, engin çöllerdeki bir serap gibidir. Susayan kimse onun bir su olduğunu sanır. Nihayet o, buna vardığı zaman onu bir şey olarak bulamaz.” (en-Nûr, 39)

 

Bu kısımda olan insanlar; dünyadan, onun tabiatında bulunmayan şeyleri istemişlerdir. Bunun elde edilmesi de imkânsızdır. 

 

Ne güzel bir tembihtir:

 

“Dünyadan ebedîlik isteme! Kendisinde yok ki, sana versin!..”

 

İkinci kısım: Bu kısımdaki insanlar, dünyayı da âhireti de bildiler. Ve yine şunu da bildiler ki; gerek dünya gerekse âhiret, Allah Teâlâ’nındır:

 

“…(Ey insanlar!) Sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır.”
(el-Bakara, 36)

 

“…Âhiret yurdu; hakikaten o ebedîdir…” (el-Ankebût, 64)

 

O insanlar gerçekten bilmişlerdir ki, dünya hayatı belirli bir zaman içindir. Âhiret hayatı ise ebedîdir. İnsan ancak âhiret hayatında istikrar bulur. Ve ancak orada istenen itmi’nan ve huzura kavuşmuş olur. Bu hususu yüce Rabbimiz Kur’ân’da şöyle dile getirir:

 

“Ey huzur ve itmi’nâna ermiş olan can, Rabbin senden râzı, sen de Rabbinden râzı olarak Rabbine dön. Seçkin kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, 27-30)

 

Yine bu insanlar kesin olarak bildiler ki, insan zarûrî olarak âhiret âlemine sefer yapmak zorundadır. Nitekim sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

 

“Sefer yapınız, sıhhat bulursunuz, ganîmete erersiniz.” (Taberânî, Evsat, No: 7400) İşte bunun içindir ki; insanı gerçek huzur ve saâdete kavuşturacak her yorgunluk, bizzat rahatlık demektir. Ve yine bu bilgi ve tatbikatları sonucu bu insanlar, gerçekten saâdete erdiler. Rabbimiz de zaten öyle buyuruyor:

 

“O mesut olanlara gelince onlar ebediyyen cennettedirler…” (Hûd, 108)

 

Hadîs-i şerifte buyurulur:

 

“Kimin endişesi âhiret olursa, Allah, zenginliği onun kalbine koyar, işlerini dağınıklıktan kurtarır ve dünya ona boyun eğerek gelir. 

 

Her kimin endişesi de dünya olursa Allah fakirliği onun gözü önüne koyar, kendisini derbeder eder ve dünyadan da kendisine ancak takdir edildiği kadar gelir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 30/2465)

 

Hiç şüphe yok ki; 

 

Bu hususu anlamak ve saâdete erişmek, ancak aklın şer-‘i şerîfin nûruyla aydınlanmış olması ile ve Allah Zülcelâl’e tam güvenip, rızâsını gözetmekle mümkün olur. (Râğıb el-Isfahânî, Mutluluğun Kazanılması, Terc. Lütfi DOĞAN, İstanbul 1998, s. 118-125)       

 

Cenâb-ı Hak, ebediyet yolculuğunun sonunda, cehennemlerden âzâd olup, cennet ve «Cemâlullâh»a kavuşanlardan eylesin… Âmîn…