MÜ’MİNİN MÂNEVÎ GIDÂLARI
Prof. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com
BİR HADİS:
عَنْ أَب۪ي أُمَامَةَ الْبَاهِلِيِّ،… قِيلَ : فَمَا يُعِيشُ النَّاسُ ف۪ي ذٰلِكَ الزَّمَانِ ؟ قَالَ :
« اَلتَّهْل۪يلُ، وَالتَّكْب۪يرُ، وَالتَّسْب۪يحُ، وَالتَّحْم۪يدُ،
وَيُجْرٰى ذٰلِكَ عَلَيْهِمْ مُجْرَى الطَّعَامِ »
Ebû Ümâme el-Bâhilî -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre… bir gün Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e;
“–Âhirzamanda insanları yaşatan (azık) nedir?” diye soruldu. O da şöyle buyurdu:
“–Tehlîl (Lâ ilâhe illâllah), tekbîr (Allâhu ekber), tesbîh (Sübhânallah) ve tahmîd (Elhamdülillâh). Bu zikirler, insanlara yemek yerine geçirilecektir.” (İbn-i Mâce, Fiten, 33)
BİR MESAJ: “Bedeninin gıdâsı olduğu gibi, rûhunun da gıdâsı olduğunu unutma!”
“Teni aşırı besleyip geliştirmeye bakma! Çünkü o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen gönlünü beslemeye bak!
Yücelere gidecek ve şereflenecek olan odur…”
(Hazret-i Mevlânâ -rahmetullahi aleyh-)
Batı Şeria’da Beytüllahim’deki evinden baskınla kaçırılarak tutuklanan Filistinli esir Muazzez Abayat; İsrailli gardiyanlar tarafından dokuz ay boyunca demir çubuklarla dövülmüş, her türlü işkence, aç ve susuz bırakma gibi ağır ve kötü muamelelere maruz bırakılmıştı. Serbest bırakıldıktan sonra kendisi ile yapılan bir röportajda Abayat, bütün dünyaya şöyle sesleniyordu:
“–Yemek yok! Sadece duâ var!.. Allâh’a nasıl duâ ediyordum biliyor musunuz? «Allah’ım! İmrân’ın kızı Meryem Vâlidemiz’i nasıl rızıklandırdıysan beni de öyle rızıklandır!» Zira Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhisselâm- her ne zaman mihraba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buluyordu. (Bkz. Âl-i İmrân, 3/37) Vallâhi biz bu şekilde doyuyorduk. Duâ ediyordum, duâ ediyordum...”
Muazzez Abayat, sonra serlevhamızı tezyîn eden hadîs-i şerîfimizi bizlere hatırlatıyor:
“Âhirzamanda ümmetimin gıdâsı; tehlîl, tekbîr, tesbîh ve tahmîd getirmek olacaktır.”
“Ben de; «Sübhânallah» ve; «Lâ ilâhe illâllah» diyordum…
Allâh’a hamdolsun böyle doyuyordum…
Elhamdülillâh…
Sonra şöyle diyordum:
«–Allâh’ım Sen; ‘Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ben’im habîbimdir.’ buyuruyorsun. Sen’i sevdiğim gibi O’nu da seviyorum.”
İslâm muvahhid ve mücâhidi Muazzez Abayat; geçirdiği travmayı, şu anda Beytüllahim’de bir hastahânede atlatmaya çalışıyor, aynı zamanda hâfıza kaybıyla mücadele ediyor ve ailesini tanıyamıyor.
Rabbim bu mücâhid kardeşimize âcil şifâlar lutfetsin ve mükâfâtını versin. Böyle mücâhidlerin de sayısını artırsın inşâallah…
Evet; bedenin ayakta kalabilmesi için gıdâlandığı ve rızıklandığı hususlar olduğu gibi, rûhun da gıdâlandığı ve rızıklandığı hususlar vardır. Hattâ rûhun ihtiyaçları, bedenin ihtiyaçlarından daha da ehemmiyetlidir.
Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:
“Rûha mânevî gıdâlar ver. Olgun düşünüş, ince anlayış ve rûhî gıdâlar sun da, gideceği yere güçlü-kuvvetli gitsin!”
Bedeni ayakta tutan ruhtur. Beden aç, susuz kalır ama ruh gıdâsız kalamaz. Veya gıdâsını alamayan ruh yükselemez, terakkî edemez.
Husûsen günahların, haksızlıkların, isyanların kol gezdiği şu âhirzamanda; mü’min, sığınabileceği, huzur bulabileceği sakin bir liman arayışı içindedir.
Şimdi gelin mü’minin mânevî olarak gıdâlandığı şeylerden bazılarına burada işaret etmeye çalışalım:
Mü’mine ruh veren, can veren en mühim husus tevhiddir. Tevhid; ümmeti birleştiren, ümmete ruh veren bir esastır. Tevhîd üzere yaşayan bir mü’min; Allah’tan başka hiç kimsenin önünde eğilmez, iki büklüm olmaz. Tevhid; mü’mine ruh verir, can verir…
Rûhumuzun en mühim mânevî gıdâlarından biri ibâdetlerdir. Hakikatte ibâdetler, Rabbimiz tarafından biz kullarına lutfedilen büyük nimetlerdendir. İbâdetler; mü’minin kalbine huzur verir, hayatını düzene koyar. Konuşmalarını ve davranışlarını kontrol altında tutar.
İbâdetler içerisinde gönle huzur veren en mühim mânevî gıdâlardan biri, dînin direği namazdır. Mü’min, namazla huzur bulur. Huşû içinde kılınan bir namaz, ezân-ı Muhammedî’de de nidâ edildiği gibi mü’mini felâha kavuşturur. Namaz, insanı; «hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.» (Bkz. el-Ankebût, 29/45)
Yine oruç ibâdeti de rûhumuzun gıdâlandığı ibâdetlerdendir. Açlıkla birlikte, ruh terakkî eder. Oruç, kişide merhamet hislerini uyandırır. Sabır, metânet gibi ahlâkî erdemleri pekiştirir.
İnsana hem maddî hem de mânevî olarak can veren zekât ibâdeti, kişiyi anasından yeniden doğmuş gibi bir hâle sokan hac ibâdeti; mü’mini mânevî olarak gıdâlandıran en mühim ibâdetlerdendir.
Mü’minin ruh olarak gıdâlandığı en mühim gıdâlardan biri de zikir ve tesbihattır. Gönüller zikir ve tesbihat ile gıdâlanır. Zikir ve tesbihat, mü’minin mânevî direncini güçlendirir. Zikir ve tesbihat, âhirzamanın fitnelerine karşı en güçlü kalkanlardan biridir. Hayata bakış açısını pozitif mânâda destekler.
Âhirzamanda ümmetin mânevî gıdâlarından biri de, Kur’ân ve Peygamber Efendimiz’in sünnetine sımsıkı sarılmaktır. Kur’ân ve Sünnet, rûhumuzu besleyen ve bizim doğru yolda ilerleyebilmemizi sağlayan mânevî gıdâlardandır.
Kur’ân, çorak gönüllere şifâdır. Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:
“Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir.” (el-İsrâ, 17/82)
Sözlerin en güzeli olan Kur’ân’ın ve yolların en güzeli olan Muhammed -aleyhisselâm-’ın yoluna tâbî olan bir mü’min; yolunu asla şaşırmaz, hem bedenini hem de rûhunu temiz ve helâl şeylerle gıdâlandırmış olur.
İlim, yolları aydınlatan kandil gibidir. Hikmet ise bilginin arkasındaki sırlardır, mü’minin yitiğidir. Hikmet, irfânın mahsûlüdür. Bilgi kirliliğinin arttığı şu âhirzamanda mü’min, ilim ve irfânın peşinden giderek hem mânevî olarak gıdâlanır hem de hakikat perdelerini birer birer aralar.
İnsan, beden ve ruhtan müteşekkildir. Onun bedenini ayakta tutan hususlar olduğu gibi, rûhunu da besleyen hususlar vardır. İşte bu mânevî gıdâlardan biri de kardeşlik ve ümmet şuuruna sahip olmaktır. Ümmet arasındaki birlik ve beraberlik, dayanışma, mânevî bir gıdâ olarak, bu dünyada yalnız olmadığımızı bize bildirir. Birlik rûhu, mânevî bir güç kaynağıdır ve fitnelere karşı ümmetin en sağlam kalesidir.
Helâl ve temiz gıdâ, hem maddî hem de mânevî gıdâ olarak mü’minin en mühim gıdâlarından biridir. Zira helâlde bereket vardır, huzur vardır.
Helâl ve temiz gıdâ; mü’minin bedenen sağlıklı olması için mühim olduğu kadar, rûhu için de önemlidir. Helâl ile beslenmek, bir mü’minin hem bedeni hem de rûhu için bir mes’ûliyettir aynı zamanda…
Haram gıdâda bereket yoktur. Haram; bedenin dengesini bozduğu gibi, rûhu da şiddetli bir şekilde tahrip eder. Haramdan kaçınan mü’min, şüpheli şeylerden de kaçınır, uzak durur. Günümüzde gıdâlara katılan katkı maddeleri ve hormonlar, ümmetin sağlığını tehdit etmektedir. Esasında şüpheli olan gıdâlardan sakınmak, takvâ yoludur.
Günümüzde birçok insan bir tüketim çılgınlığı içinde bocalayıp duruyor. Tüketim çılgınlığı, insanlarda rûhî ve fizîkî zayıflamaya yol açmaktadır. Husûsen israf illeti, cemiyetleri içten içe kemirmektedir. Bu bakımdan mü’min, isrâfı terk ederek sade bir hayat sürmeli ve kendisine verilen nimetlerle yetinip şükretmelidir.
Çünkü israfta bereket yoktur. İsraf yapılan bir evde bereket olmaz. Bir mü’min israftan uzak bir hayat yaşarsa; evinde bereket bulur, rûhâniyetli bir hayat yaşar.
Zor zamanlarda sabır ve eldeki nimetlere şükür, en büyük zenginlik olan kanaat, ümmetin rûhunu doyuran ve ayakta tutan en önemli mânevî gıdâlardandır. Rabbimiz;
“Şayet şükrederseniz, size olan nimetlerimi artırır da artırırım.” buyurmaktadır. (İbrâhîm, 14/7)
Rabbimiz! Bedenimizin gıdâsını lutfettiğin gibi rûhumuzun da gıdâsını lutfet!
Rabbimiz! Bizleri Sen’in sevginle, Habîbi’nin sevgisiyle rızıklandır!
Âmîn…