GÜZEL ÖLMEYE GAYRET ETMEK
Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com
Dünya; zamanın keskin pençeleri arasında, cennetten çıkarılmış insanın, yeniden oraya dönmesi ve kulluğunun hakikatine varması için hazırlanmış, dayanmış, döşenmiş bir imtihan sahnesi. Bu imtihan mekânından, kimin ne zaman ayrılacağı bir sır. Dolayısıyla sahneyi ne zaman terk edeceğini bilmeden, son âna kadar kendisine verilen rolü canla, başla icrâ ediyor insan.
Her varlığın mutlak ve muhakkak bu sahneden bir ayrılış zamanı var. Bu ayrılışa biz ölüm diyoruz. Ölüm, sınırlı olan dünya hayatında mahlûkatın varacağı en son menzil. Bu menzile her canlı farklı sebepler ve şekillerde gelecek.
Ölüm; insanoğlunun en baştan beri çözmeye çalıştığı, lâkin başaramadığı bir muammâ. Ondan kurtulmak için akla gelen her türlü çareye başvursa da yakasını kurtaramadığı müthiş bir düşman.
Yaşadığı hayatı sadece dünyadan ibaret gören, onun içindeki geçici zevklere ve tatlara aldanan, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar için ölüm elbette çetin bir düşman. Harcayamayacağı kadar mal biriktiren; binemeyeceği kadar arabası, oturamayacağı kadar yatı, katı, malı olanlar ve bunların her şeyleri olduğuna inananlar için dünyadan ayrılmak elbette zor bir iş. Zira bu tip insanlar için dünya; yemek, içmek, gezmek, almak, satmak ve aklına ne gelirse, nefsi neyi istiyorsa yapmak olarak şekillenmiştir.
Böyle insanlar, kendilerini çok akıllı ve üstün kabul etseler de aslında; gözleri kör, kulakları sağır ve kalpleri ölüdür. Bu tür kalpleri Allah Teâlâ taşlardan bile daha kötü olarak addetmiş, hattâ bazı taşların bu kalplerden daha kıymetli olduğunu haber vermiştir. (Bkz. el-Bakara, 74)
Ölüm kimilerine göre bir son ve yok oluş olarak algılansa da; sahip olduklarımızı kaybetmemizin, sevdiklerimizden ayrılmamızın sebebi sayılsa da; kendisiyle şereflendiğimiz İslâm dînine göre ölüm, ebedî sürecek hayatımız için aslında ikinci bir doğum olarak kabul edilmektedir.
Ölüm kapıları insan için bir sona değil, yeni bir başlangıca aralanır. Bu kapıdan sonra; hayatın karmaşası, keşmekeşi, koşturmacası bir anda durur, ardından gizlenen sadelik ve huzur, ölümle birlikte sahneye çıkar. Bize ne kadar karanlık görünse de aslında ölüm kendi içinde derin bir aydınlık taşır.
İslâm’ın temel inançlarından biri, hayatın geçici olduğu ve asıl hayatın âhirette başlayacağıdır. Bu hususta Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de;
“Her nefis ölümü tadacaktır…” (Âl-i İmrân, 185) buyurmuş, yine
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de;
“Allâh’ım! Gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1) buyurarak hayatın fânî, ölümün ise kaçınılmaz bir hakikat olduğunu bize hatırlatır.
Müslüman için ölüm; korkutucu bir son değil, aksine âşığı mâşûka kavuşturmak için açılan bir kapı mesâbesinde olmalıdır. Zira, beden kafesinde yıllarca esir olan ruh; bu geçici kısıtlamalardan kurtulup asıl menziline ulaşmış, dünyevî sıkıntılardan, hastalıklardan ve geçici acılardan kurtulmuş olacaktır.
Allah Teâlâ bizi bir zaman içerisinde yaratmış. Ancak bu zamanın çeşitli boyutları var. Biz bu boyutların sadece muhatap olduğumuz kısmını biliyoruz. Ona göre her şeyimiz ayarlanmış. Hayat muhteşem bir hakikat, ama sonu var. Ölüm ise bu boyuttan başka bir boyuta geçiş; bitmek, kaybolmak, yok olmak, yok. Evet bir ayrılık var; acı veriyor, ağlatıyor, hüzün veriyor, ama geçici.
Bedîüzzaman’ın;
“Firkat olsaydı ölüm yol bulamazdı.” meâlinde bir sözü var. Bizden ayrılıp gidenlerin her birine olan muhabbetimiz ve bağlılığımız, bize ölümü mûnisleştiriyor ve bizi ölüme alıştırıyor. Onlara kavuşmak için bir fırsat olduğunu bize hatırlatıyor.
Ölüm her şeyin sonu olsaydı, doğmanın ve yeniden başlamanın bir mânâsı olmazdı. Yaratılışımızın da yaşayışımızın da ölümümüzün de bir hikmeti var. O hikmeti aramak ve bulmak için gayret etmemiz lâzım.
Dînimizde ölüm, Allâh’ın takdirine bir teslîmiyet olarak kabul edilir. Yakınımızın ölümünde bize tesellî verenler;
“Hüküm Allâh’ındır.” (Yûsuf, 40) âyet-i kerîmesini bize hatırlatır. Rahmet ve merhamete muhatap olmak için, bu kapıdan geçmek gerekir. O hâlde ölümü güzelleştirmek bizim elimizde. Bunu sağlamak için;
1. Teslîmiyet: Ölümü bir son değil, başlangıç olarak görmeli. Her şeyin sahibi olan Allâh’ın takdirine râzı ve teslim olmalı.
2. Âhiret inancı: Ölüm, ebedî bir hayatın kapısı olarak bizi âhiretteki asıl yurdumuza, cennete ve mükâfatlara ulaştıracağı için; onu bir kayıp değil, kazanç olarak görmeli.
3. Ölümün iyiliği: Ölümden sonraki hayatın güzellikleri için, dünyada güzel yaşamaya gayret etmeli.
4. İçtimâî bakış: Vefât eden birinin ardından geride kalanlar, bir gün aynı sonla muhatap olacakları hakikati ile yüzleşmek sûretiyle; birbirlerine destek olmaya, kıymet bilmeye ve zamanlarını daha verimli bir şekilde kullanmaya teşvik etmeli.
Bizden önce gidenlerin bize bıraktığı; «İyilik yapanların iyiliği, kötülük yapanların ise kötülüğü konuşulur.» meâlindeki ibretlik bir hakikati ilk defa duymuş gibi, bugün bir başlangıç yapmak, ötelerdeki güzelliklere ulaşmak için önce buradaki güzelliklere gayret etmek gerektiğini hatırlayarak, güzel olmaya ve güzel ölmeye hazır olmak lâzımmış, ehline ilân olunur.
Rabbimiz; yaşarken güzel yaşayanlardan, ölürken de güzel ölenlerden eylesin. Hem dünyamızı hem ukbâmızı güzelliklerle doldurmayı nasip eylesin. Âmîn…