Mânevî Cihad RAMAZAN ORUCU -2-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

 

Rabbânî buyruk devam ediyor:

 

اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ
 فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ۝١٨٤

 

(Farz kılınan oruç), o sayılı günlerdir. Ancak (o günlerde) içinizden hasta veya yolcu olan (kimse orucunu tutamadıysa), başka günlerde sayısınca tutar. (Yaşlılığından ya da süreğen bir hastalığından dolayı) orucu tutmakta zorlananlar (tutamayanlar) için, bir yoksulun (sabah-akşam günlük) yiyeceği kadar fidye vermesi gerekir. Kim de gönülden gelerek, daha fazla bir ihsanda bulunursa, bu onun için daha hayırlıdır. Ama (gücünüz yeterse) orucu tutmanız, sizin için (fidye vermekten) çok daha hayırlıdır; eğer bilirseniz (bunu idrâk ederseniz tabiî).” (el-Bakara, 2/184)

 

Daha önceki farziyet hükmünün ardından; oruç yükümlülüğünün sayılı günler ile sınırlı olduğu, buna göre ömür boyu sürecek bir farz ya da yılın bütün günlerini kapsayan korkulacak bir mükellefiyet olmadığı belirtiliyor. Bunun yanı sıra, hastalar iyileşinceye kadar ve yolcular evlerine dönünceye kadar, oruç yükümlülüğünden muaf tutulmuşlardır. Bu muâfiyetin gayesi, insanlara kolaylık sağlamaktır.

 

Âyetin hastalık ve yolculukla ilgili hükmü mutlaktır, sınırlandırılamaz. Buna göre oruca mâni her tür hastalık ve seferîlik oluşturan her tür yolculuk oruç tutmamaya gerekçe olabilir. Yalnız; hasta iyileşince ve yolcu evine dönünce, tutamadığı günler yerine oruç tutmalıdır. Bu yorum hem bu mutlak ifadeli âyete uygun düşer ve hem de zorluğu ortadan kaldıran, zarara meydan vermeyen genel İslâmî yaklaşımla bağdaşır. Âyetin hükmü, hastalığın ağırlığına ya da yolculuğun sıkıntısına bağlanmamıştır, mutlak anlamda hastalıktan ve yolculuktan söz edilmiş ve insanlar için zorluk değil, kolaylık istendiği gerekçesi vurgulanmıştır.

 

Biz, yüce Allâh’ın, oruç tutmama muâfiyetini mutlak anlamda hastalığa ve yolculuğa bağlamasının bütün hikmetlerini bilemeyiz. Yolculukta ve hastalıkta sırf yüce Allâh’ın bildiği ve insanların bilmediği, dikkate alınması gereken daha başka özellikler bulunabilir. Belki bu durumlarda hemen ortaya çıkmayan veya insanın dikkati dışında kalan başka sıkıntılar, zorluklar vardır. Yüce Allah belirli bir hükmün gerekçesini açıklamadı ise eğer, biz ona aklımız sıra bazı sebepler yakıştırarak yorum getiremeyiz. Bunun yerine, hikmeti bizim için gizli kalsa da söz konusu hükme, noktası noktasına uyarız. Çünkü o hükmün arkasında, mutlaka bir hikmet vardır. Biz o hikmeti hakkıyla kavrayamasak da bu böyledir.

 

Din, insanları Allah ve Rasûlü’ne itaat ettirmek için, benimsenen yol yani takvâ yoludur. Ayrıca, bu din yüce Allâh’ın dînidir; insanların uydurup, adına din dedikleri şey değildir! Yüce Allah; bu dînin dengeli bir şekilde yaşamasını sağlamak için, nerede kolaylık tanıyıp, hangi durumlarda zora başvurması gerektiğini herkesten daha iyi bilir. Bu açıdan bakıldığında; herhangi bir konuda kolaylık gösterilmişse, bu, kolaylık gösterilmeden bazı faydaların sağlanamayacağından dolayıdır. Bundan dolayı Peygamberimiz -aleyhisselâm-; yeri geldikçe sevgili ashâbına, yüce Allâh’ın kendilerine tanımış olduğu kolaylıklardan yararlanmalarını emretmiştir.

 

Diyelim ki; insanların herhangi bir kuşağı bozuldu, yoldan çıktı. Bu insanların düzeltilmeleri, ıslah edilmeleri; bazı dînî hükümleri hafifleştirerek olmayacağı gibi, ağırlaştırarak da olmaz. Bu ancak onları doğru bir eğitimden geçirmek sûretiyle, kalplerini düzelterek ve ruhlarında takvâ duygusunu canlandırarak mümkün olabilir. 

 

Diyelim ki; insanlar arası münasebetleri düzenleyen hükümlerde (muamelâtta) sıkı bir tutum benimsemek, insanların bozuk dönemlerinde, caydırıcı ve bahanelerin yolunu tıkayıcı ve olumlu bir çözüm şeklidir. Fakat o alanda bu metod geçerli olsa bile, ibâdet maksatlı hareketlerde durum farklıdır. Çünkü ibâdet maksatlı hareketler; hesabı Allah ile kul arasında kalan konulardır, bunlar insanlar arası irtibatları düzenleyen meseleler gibi, doğrudan doğruya kamu yararını ilgilendirmezler. Kamu yararını yakından ilgilendiren hükümlerde, dış görünüş göz önüne alındığı hâlde; ibâdetlerde, bunlar takvâ temeline dayanmadıkça, dış görünüş hiçbir işe yaramaz. Kalplerde takvâ bulununca, hiç kimse, yerine getirmesi gereken farzdan kaçmaz. Kolaylık ilkesini; sadece gönül huzuru duyduğu, daha yararlı olduğunu düşündüğü durumlarda uygular, ancak bu yolla Allâh’ın emrine uyacağı kanaatine varırsa, karşılaştığı vazifenin muâfiyetli şıkkından yararlanır.

 

Durum ne olursa olsun, işin en doğrusu; her konuyu, her meseleyi Allah ve Rasûlü’nün rızâsına uygun olarak ele almamız, onu Allâh’ın murâd ettiği şekilde benimsememizdir. O; kolaylıkların olsun zorlamaların olsun, bunların arkasında bulunan kısa ve uzun vâdeli yararları, bizden daha iyi bilir ve daha isabetli biçimde belirler. Bu alandaki sözlerin özü budur.

 

Yüce Allah, oruç tutamayanlara, âyet-i kerîmenin ifadesi ile bu konuda kolaylık «ruhsat» tanımıştır. Bu kolaylık; «tutamadığı günlere bedel olarak bir yoksulu doyurmak şartıyla» tanınmıştır.

 

Arkasından; böylelerini, yoksullara yemek verme konusunda, bu zorunlu miktardan daha fazlasını yapmaya mutlak anlamlı bir ifade ile teşvik etmiştir. Yani bu fazladan yemek verme, hem fidye dışında tutulan bir bağış olarak ve hem de verilecek fidyenin miktarını fazla tutarak olabilir. Meselâ; oruç tutulmayan her Ramazan günü karşılığında, bir fakir yerine iki, üç ya da daha çok sayıda fakire yemek verilebilir.

 

Daha sonra yolculuk ve hastalık dışında kalan bu muâfiyetli durumlarda, sıkıntılarına rağmen oruç tutmanın tercih edilmesi özendirilmiştir.

 

Yani; «eğer bu durumda oruç tutmanın içerdiği hayrı, yararı bilirseniz, bunu takdir edebilirsiniz» ifadesi ile bunu da apaçık ortaya koymuştur.

 

Bu özendirici ifade; orucun irade eğitimini sağlayıcı, dayanma gücünü geliştirici ve yüce Allâh’a ibâdet etmeyi, şahsî rahata tercih ettirici fonksiyonuna dikkatimizi çekiyor ki, bunların hepsi, İslâmî eğitimin müslümanlara kazandırmak istediği unsurlardır.

 

Yorumu nasıl yapılırsa yapılsın; bu ilâhî direktif, sağlığı yerinde ve yolcu olmayan müslümanlardan oruç tutmayıp karşılığında fidye verme kolaylığının kaldırılmasına hazırlık ve mutlak anlamda oruç tutmanın farz olduğunu vurgulama özelliği taşır. Nitekim daha sonraki âyet-i kerîmede bu husus belirtiliyor. Bu kolaylık hükmü; sadece orucun bitkin düşüreceği ve tutamadığı günleri ileride kazâ edebilecek bir duruma geleceği beklenmeyen, aşırı yaşlılar için geçerli kalmıştır.

 

Sağlığı yerinde ve yolcu olmayan kimseleri, bu farzı yerine getirmeye özendiren bir başka gerekçe de şudur: 

 

Bu oruç, içinde Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği ay olan Ramazan ayında tutulacaktır. Kur’ân-ı
Kerîm’in, Ramazan ayında indirilmesi de ya bu Kitâb’ın bu ayda inmeye başlaması veya büyük bir çoğunluğunun bu ayda inmiş olması anlamındadır.

 

Allah Teâlâ Hazretleri, sevgili kulları için en iyisini isteyip emrediyor.

 

Peygamber Efendimiz ise sevgili ashâbını bu hassâsiyetle yetiştiriyor.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-