TAŞ

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Osmanlı tarihçisi arkeolog Cevdet Bey’in not defterinden…

 

Didim-Milet arkeolojik kalıntılarında bir ekip ile çalışıyorduk, yemek molası sırasında küçük çevre gezintileri yapıyordum.

 

Bu gezintiler sırasında Milet antik tiyatrosuna yakın bir yerde, yıkılmış harap hâlde küçük bir cami kalıntısı gördüm.

 

İncelemek üzere yakınına geldim, viran hâldeydi ama duvarları tamamen yıkılmamıştı.

 

O sırada içeride bir kişi gördüm; ayakta durmuş, dikkatle karşısında duvardaki taşa bakıyordu.

 

Ben caminin yıkık minaresine doğru yöneldim, yıkık minarenin içinden tavana çıktım ve bir süre çevreyi ve yapıyı inceledim.

 

Tekrar caminin içine döndüğümde, caminin içindeki şahıs yoktu.

 

Onun duvara baktığı yere doğru gittim ve o taşa bakmaya başladım, üzerinde birtakım işaretler vardı. 

 

Taş, duvar yıkık olduğu için; gevşek şekilde serbest duruyordu, taşı incelemek üzere yanıma aldım. Uygun şekilde sardıktan sonra, arabamın bagajına koydum.

 

Birkaç ay sonra çalışmamıza ara verip İstanbul’a döndük.

 

Bir gün arabamla Unkapanı’ndan Eminönü’ne doğru ilerlerken; -sonradan adını öğrendiğim- deniz tarafındaki o küçük eski, viran Ahî Çelebi Camii’ni gördüm.

 

Kendi kendime; «Yakınlarında onca görkemli camiiler varken, bu küçük camiyi buraya niçin yapmışlar?» diye konuşurken, arabam su kaynatmaya başladı, yolda kalmıştım.

 

Arabamı kenara çektim ve bagajdan su bidonunu alıp biraz evvel hakkında konuştuğum o Ahî Çelebi Camii’ne gitmek zorunda kaldım.

 

Cami viran durumdaydı; bir taraftan bidonu doldururken bir taraftan da kırık pencereden meslekî merak gereği içeriye göz atıyordum, içeride bir kişi vardı ve ayakta sâbit bir şekilde durmuş duvara doğru bakıyordu, sanki bu sahneyi daha evvel bir yerden hatırlıyordum.

 

Ben elimdeki su bidonunu doldurup arabamın radyatörüne boşalttıktan sonra bidonu bagaja koyarken, o taşı sardığım paket gözüme ilişti ve Milet’teki o viran camide gördüğüm şahıs aklıma geldi, hemen camiye geri döndüm ama o şahıs ortadan kaybolmuştu.

 

Hemen o şahsın baktığı duvara doğru koştum, duvarda tuğla büyüklüğünde bir boşluk vardı. 

 

Tekrar arabama dönüp bagajdaki taşı aldım geldim ve taşı o boşluğa yerleştirdim; tam olarak oturmuştu, iyice şaşırmıştım. 

 

Taşı alıp tekrar arabama döndüm ve bu durumu çözmek için Güzel Sanatlar Fakültesindeki ressam arkadaşıma uğramaya karar verdim. 

 

Ressam arkadaşım; 

 

“–Özel bir teknik kullanılmış, bakalım çözebilecek miyiz?” dedi.

 

Aynı zamanda litografi (taş baskı) sanatı ile de uğraşan arkadaşım taşı aldı ve bir çeşit kimyevî mürekkepler sürüp kâğıda bastırdı, kâğıdın üzerinde Arapça harflerden oluşan bir yazı çıktı.

 

Hocama teşekkür edip kâğıdı ve taşı yanıma alıp Fındıklı’daki okuldan çıktım, her başım daraldığında yardımıma koşan firâset sahibi ve gönül gözü açık İmam Hüseyin Efendi’ye koştum, kâğıdı ve taşı ona gösterdim. 

 

Baktı ve şunları söyledi: 

 

“–Burada yazılı olan Bakara Sûresi’nin 74. âyeti:

 

«(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan; 

 

•Öylesi var ki; içinden ırmaklar kaynar. 

 

•Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. 

 

•Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağıya yuvarlanır. 

 

Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.» (el-Bakara, 74)

 

“–Hocam, ne mânâya geliyor bütün bunlar?”

 

“–Şimdi bak; öncelikle bu taşı, Ahî Çelebi Camii’ne götür yerine koy.”

 

“–Sana mesleğinin gereğini yerine getirmen için işaret gönderilmiş. Anlattığın kadarıyla bu camiler tâdilâta muhtaç, bu konuyla ilgilen inşâallah.”  

 

Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. 

 

Hocama teşekkür edip, hemen bakanlık nezdinde bu camilerin tamiratıyla ilgili girişimlerde bulunmaya başladım. Kendim de bilgilerim doğrultusunda restorasyonda bulunacağımı ve yardım edeceğimi bakanlığa bildirdim.