REZİL ÇARPITMA
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com
Yana yakıla aradılar. Ayıplayacak bir şey, bir zaaf, bir noksan, bir kusur. Âlemlerin Fahri’ne sürülebilecek bir leke!..
Yolsuzluk, menfaatperestlik aradılar. Fakat kapısına yığılan ganîmetlerden kendisine bir dirhem kalmayıncaya kadar fakir fukaraya dağıttığını gördüler ve geri çekildiler.
Gaddarlık, zulüm ve haksızlık aradılar. 20 yıl boyunca kendisine zulmetmiş düşmanlarını, en güçlü zamanında; «Haydi serbestsiniz!» deyip bırakıverdiğini gördüler. «Malzeme bulamadık» deyip geri çekildiler.
İsraf ve lüks hayat aradılar. Karnına bağladığı taşı gördüler. Vücudunda iz bırakan hasır yatağı buldular. Kaçıştılar.
İltimas, ayrıcalık aradılar. “Kızım suç işlese onu cezalandırırdım!” dediğini duydular. Geri çekildiler.
Dahası, bir de omzunu açıp; “Kime vurdumsa gelsin vursun!” dediğini görüp, iyice kapattılar o defterleri.
Aradılar… Bir yalan kırıntısı, bir dedikodu, bir eğrilik, bir yanlışlık… Hayır bulamadılar. Bulmak için oryantalist, doğubilimci oldular. Arapça öğrendiler. Hadis, tefsir ve rivâyet kitaplarını hatmettiler. Hiçbir şey bulamadılar.
Zaaf aradılar, fazîlet buldular. Kusur aradılar, mükemmellik buldular. Noksan aradılar, nübüvvet binasını tamamlayan en zirve parçayla, üsve-i haseneyle karşılaştılar.
Lâkin hâinler;
“–Bu arayıştan büsbütün eli boş dönmek olmaz!” dediler. Hiç değilse çarpıtabilecek bir hakikat aradılar.
Bula bula şunu buldular:
Peygamberimiz’in, en yakın dostunun Ebûbekir Efendimiz’in kızıyla, Hazret-i Âişe ile evliliğini buldular:
“–Ooo bakın Hazret-i Âişe ne diyor:
–Ben evlendiğimde 9 yaşındaydım.”
–Kim getiriyor Hazret-i Âişe’yi o eve?
–Annesi…
–Kim evlendiriyor onu?..
–Babası.
Hattâ o baba ki;
“–Yâ Rasûlâllah, kızımızla akdinizi yapmıştık. Neden hâlâ düğünü yapmıyorsunuz?” diye sormaya geliyor da;
“–Mehir verecek param olmadığından erteliyorum.” diyen ve ağırdan alan Varlık Nûru’na, kızına verilecek mehri de o veriyor. Yani daha geç olabilecek bir evliliği babası öne alıyor.
Hazret-i Âişe anlatıyor:
Ensar kadınları;
“–Hayır ve bereket üzerine, nasîbin en hayırlısına!” duâlarıyla karşılıyorlar Hazret-i Âişe’yi.
Normal bir düğün… Bütün bir şehir, dostu ve düşmanı bu hâdisede kınanacak bir şey görmüyor. Gizli saklı, ayıp, tuhaf bir şey yok. Hicretin henüz ikinci yılı. Ortalık çıfıt dolu, münafık dolu. Fakat; “Gözünün üstünde kaşın var!” diye kin kusacak kadar ayıp arayanlar, bu hâdisede tenkit edecek bir şey görmüyor.
Çünkü örf-âdet, toplumun anlayışı bu minvalde. O insanlar da benzer yaşlarda evleniyorlar. İklim sıcak, biyolojiler farklı. Günümüzde de bâliğ olma yaşının farklı tesirlerle değiştiği biliniyor.
Kimi muâsır âlimler ve hocalar, Hazret-i Âişe’nin, kendi yaşıyla ilgili beyanında bilgi yanlışı içinde olabileceğini söylüyorlar. Nüfus kaydını, doğum vesikasını geçelim, toplumda ortak kullanılan bir takvimin bile olmadığını hatırlayalım. Bir an için Hazret-i Âişe’nin böyle bir beyanda bulunmadığını düşünelim. Biz de Hazret-i Âişe’nin yaptığı 2.210 rivâyet, yetiştirdiği 300 talebe üzerinden düşündüğümüzde, yaşça daha büyük olduğunu tahmin ederdik. Bu âlimler de böyle yapıyorlar:
Hazret-i Âişe’nin;
-Tâ hicretten önce, Peygamberimiz ile olan akdinden de önce, Cübeyr bin Mut‘im ile nişanlanmış olmasını,
-Peygamberliğin 5’inci yılına kadar uzanan hâdiseleri, meselâ Kamer Sûresi’nin nüzûlünü anlatmış, nakletmiş olmasını,
-Baba bir ablası Esmâ ve Hazret-i Peygamber’in kızı Fâtıma ile bilinen yaş farklarını kıyaslayarak,
•Hazret-i Âişe’nin bu düğün esnasında en az 13-14 hattâ daha büyük yaşlarda olabileceğini söylüyorlar.
Hattâ Hazret-i Âişe’nin söylediği 9 ifadesinin, o günkü âdete göre, ergenlikten sonraki senelerin sayısı olduğu da ifadeler arasında.
Değişmeyen hakikat şu:
Hazret-i Peygamber, bir genç kızla, babasının rızâsıyla evlendi. Bütün toplumun onayladığı, duâlarla iştirak ettiği bir düğünle.
Bugünün telâkkîleriyle yaklaşarak bunu bir ayıp, bir kusur olarak göstermeye çalışmak, kelimenin tam mânâsıyla çarpıtmaktır. Hele hele bu hususla zerre kadar alâkası olmayan pedofili kelimesini böyle bir cümle içinde kullanmak, cinayettir, haysiyetsizliktir, düpedüz iftiradır.
Peygamberimiz’e bu çarpıtma ile saldıranların kendi annelerinin, anneanne ve babaannelerinin evlendiklerinde günümüzde tasavvur olunamayacak şekilde küçük olduğu ortaya çıkıyor. Efendimiz’e saldırmaya kalkışanlar bütün insanlığı aynı sözde suça ortak ettiklerinin farkında değiller.
Peki örf-âdetlerde değişim olmuş mu? Evet olmuş. Bugün 18 yaşından küçük evlilik kanunen yasaklanmış. Zaten velilerden de evlâtları için böyle bir şeyi düşünen, isteyen yok.
Örf-âdetlerdeki değişime çarpıcı bir örnek olarak, ülkemizde sadece son 20 senede evlilik yaşı ortalamasının üç sene yükseldiğini örnek veriyorlar. Bu iyi bir şey mi? O bahs-i diğer.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus var:
Hazret-i Âişe misâlinden çıkıp günümüze gelsek, burada dînimiz ne diyor?
Evvelâ evlilik akdi başkadır, düğün ve zifaf başkadır. Mâzîmizde beşik kertmesi gibi âdetlerde de görüldüğü üzere, bazen düğünden yıllar önce de nikâh akdi yapılabiliyordu. Düğünün gerçekleşmesi için ise, bülûğ çağı ve fizikî olarak gelişme ve büyüme bekleniyordu. Tabiî ki bu küçük yaştakilerin evliliği veliler tarafından yapılıyordu. Günümüzde 6-7 yaşında bir çocuğun hangi okulda okuyacağına kim karar veriyor? Velisi. Mâzîde, oğlunu, kızını evlendirmek de böyle bir tabiîlikte, velinin hakkı olarak görülüyordu.
Çünkü;
Evlilik akdinde evlenecek kız ve erkek, akdin tarafı olacak ise, ehliyet sahibi olmaları şarttır. Ehliyet için âkil ve bâliğ olmanın yanında bazı akitlerde rüşt de aranır.
“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden elverişli olanları evlendirin…” (en-Nûr, 32) meâlindeki âyeti kerîmede de evlendirilecek kişide salâh / evliliğe elverişlilik aranmasına işaret edilmiştir.
Yani bâliğ olmayan bir çocuk nikâh akdedemez. Lâkin toplumda yaygın örf, kız evlâtlarının babaları tarafından evlendirilmesi şeklinde tezâhür etmiştir. Hattâ birçok müçtehide göre ilk kez evlenecek kız evlâtlarda, velinin izni, kızın yaşı büyük olsa dahî şarttır.
Burada fıkıh, babada tam bir şefkata dayanan bir velâyet görür. Ancak babanın zekâ geriliği, kötü alışkanlıklar ve bozuk ahlâk gibi sebeplerle yanlış kararlar aldığı bilinen birisi olması durumunda, böyle bir babanın, kızını evlendirmesine İslâm mahkemesi mâni olur.
Baba ve dede dışındaki veliler; meselâ erkek kardeş, amca, amca oğlu gibi bir veli, velâyetinde bulunan küçük bir kızı evlendirmişse, o kızın bülûğ çağına erdiğinde bu nikâhı fesh etme muhayyerliği vardır. Yani sadece akit / sözleşme olarak var olan bu nikâh, düğüne dönüşmeden onu iptal edebilir. Bazı mezhepler, yetim kızları bülûğ çağına kadar kimsenin evlendiremeyeceğini söylemişlerdir.
Dikkat edilirse, âhirzamana doğru ailenin fert üzerindeki etkisi gitgide azalmaktadır. Maalesef buna paralel olarak mes’ûliyet duygusu da azalmaktadır.
Yani öteden beri, evlâdına şefkati tam olacağı düşünülen babaların, kızlarını istenmeyecek evliliklere zorlayabilecekleri zamanlar gelmiştir. Osmanlı’da eşya hukukunu düzenleyen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den sonra, 1919’da medenî hukuku tanzim eden Hukûk-i Âile Kararnamesi hazırlandı. Bu kararnamede, evlilikler için alt yaş sınırı getirildi.
Veliler tarafından kız çocuklarının bülûğun alt sınırı olan 9 yaşından önce evlendirilemeyeceği kanuna bağlandı. Bu sınırlama için fukahâdan İbn-i Şübrüme (ö. 144/761)’nin görüşü esas alındı.
Kendi iradesiyle evlenmesinde ise yaş 17 olarak tanzim edildi. Bu yaşın tespitinde İmâm-ı Âzam’ın kızlarda âzamî bülûğ yaşı esas alındı. Yani evlilik ehliyeti, diğer ehliyetten ayrıldı.
İslâm hukukunda fesâd-ı zaman sebebiyle değişen içtihatlara birçok misal verilebilir.
İslâmî bir idarenin mubah olan (İslâm’ın sınırlamadığı) sahalarda idarî tahditler koyması da mümkün ve câizdir.
Yani günümüzde; «İslâm ahkâmı cârî olsa, 9-10 yaşında çocuklar evlendirilecek mi?» diye bir yaygara ve şerîat aleyhtarlığı yapılması doğru değildir.
Evlilik aslen mubah alanla alâkalıdır. İslâm sadece kimin kiminle evlenemeyeceği, nafaka, adâlet, hüsn-i muâşeret, mehir, talâk, iddet gibi ahkâmı düzenlemiştir. Evliliğin yaşı örfî bir meseledir.
Eskiden -kız olsun erkek olsun- insanlara çok daha erken sorumluluk verilirken, zamanla hayatta konforun artması, şehirleşme, yıllar süren tahsil vb. gelişmeler, zamanımızda bu mes’ûliyetlerin ertelenmesine yol açmıştır.
Bugün okul servisine kendisi binemeyen yaştaki çocuklar, geçtiğimiz asırlarda kılıç kuşanıp savaşa gidebiliyor, köylerde koca koca sürüleri güdebiliyor yahut en azından bir ustanın yanında çıraklık edip meslek öğrenmeye koyuluyordu.
Aradılar, bulamadılar, iftira ettiler. Ama içimizde, aramızda bunu fırsat bekleyenler de eksik olmadı! 14 sözüm ona ilâhiyatçı “Şerîat İslâm değildir.” diyerek tarihselci bir bildiri imzaladılar.
Bu 14 kişinin çoğunu tanımıyoruz. Fakat tanıdıklarımız yetiyor.
•Kur’ân’ın Allah sözü olmadığını söyleyen, en son agnostik de olduğunu öğrendiğimiz birisi…
•Ben panteistim dediği için din kültürü öğretmenliğinden atılan bir diğeri…
•Siyer alanındaki saçmalamalarıyla meşhur bir diğeri…
Hepsi modernist, sünnet düşmanı, tarihselci vs. Bunların unvanlarına aldanmayın. Körler sağırlar birbirini ağırlar…
Daha önce bir yazımızda belirttiğimiz üzere, zaten konuşmalarıyla ateist sitelerine malzeme sağlayan kişiler, şimdi de bir ateistin çarpıtmasının kuyruğuna takılmışlar.
İşin doğrusu: Şerîat Allâh’ın emir ve yasaklarının bütünüdür. Şerîat dindir, İslâm hukukunun eş anlamlısıdır. Cenâb-ı Hak, ferde ayrı, karı-kocaya ayrı, anne-babaya ayrı, topluma, devlet idaresine ayrı tâlimatlar vermiştir. Hayatın her safhasını düzenlemiştir. Bunların tamamı şeriattır.
Aynı zamanda cihanşümul / evrensel olduğu için o kanun külliyâtı içinde, geçtiğimiz asırlarda tercih edilen bülûğa girer girmez evlilik imkânları da vardır. Günümüzde olduğu gibi daha fazla olgunluktan sonra evliliği tercih edene de o imkân vardır. Bu saha şeriatın zorladığı, şart koştuğu bir şey değildir.
Yıllardır insanımız; el-Kāide, Daeş, İran, Nijerya, Afganistan diye korkutuluyor. Bir buçuk asırdır başı kopmuş bir gövdenin çırpınışlarını sergileyen İslâm âleminde elbette şerîat nâmına, İslâm nâmına en ideal görüntüler ortaya çıkmayabilir. Tecrübesiz, harpten ve inkılapçılıktan çıktığı için sert uygulamalar sergileyen örnekler…
Lâkin; biz Selçuklu, Osmanlı mîrâsının devamıyız. Son devrinde bile Mecelle ve Hukûk-i Âile Kararnamesi gibi mühim kanunlara imza atmış fıkıh tecrübemiz var. Ebussuudlarımız, Kemalpaşazâdelerimiz, Zembilli Ali Efendilerimiz var. İbn-i Âbidînlerimiz, Ahmed Cevdetlerimiz var.
Peygamber Efendimiz, bütün hayatı her teferruatıyla kayda geçirilmiş ve mümkün olan en sağlam şekilde zamanlara intikal ettirilmiş tek şahsiyettir. O’nun hayatını didik didik edip kusur arayanların bulabildiği tek şeyin, örfteki değişiklik sebebiyle bugün garip gelen bir evlilikten başka bir şey olmaması dahî, Allah Rasûlü’nün mükemmelliğine bir nişandır.
Selâm hidâyete tâbî olanadır.