KUR’ÂN, EHL-İ KİTÂBI ÖVER Mİ?

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

Yüce Allah; ilk insan Âdem’den beri insanlığa hitaplarda bulundu, suhuflar, kitaplar gönderdi. Rasuller, yeni şerîatler getirirken; nebîler, kendilerinden önceki Rasûl’ün risâletine tâbî oldular.

 

Lâkin hikmeti sebebiyle; bazı kavimlerde ve bazı devirlerde vahyin fetrete uğradığı, bir peygamberin gelmediği, vahyin olmadığı zamanlar da oldu. 

 

Bu sebeple Kur’ân’da nüzul asrı insanlarının iki içtimâî grupta mütalâa edildiğini görürüz:

 

Ümmîler ve Kitâbîler…

 

Araplar, uzun zamandır rasûl veya nebî gelmemiş bir topluluk idiler.1 Ümmî idiler.2 Bin yıllara varan bir süre önce, Hazret-i İsmail’in o topraklarda risâleti olmuştu. Hanîflik de bunun şâhidiydi. Fakat ortada ezberlerde veya levhalarda bir kitap bakiyesi yoktu.

 

Kitâbîler ise; yahudi, hıristiyan ve sâbiîler idi. Bunların ellerinde kitap vardı. Daha önce indirilmiş semâvî kitaplar olan; Tevrat, İncil, Zebûr muhtevâsı ellerindeydi. Asırlar içinde lâfzen ve mânen tahriflere uğramışsa da bu topluluklar, zaman içinde bir formasyona girmiş Yahudilik ve Hıristiyanlığı, kendi mezhep ve meşreplerine göre yaşıyorlardı. 

 

Mekke Dönemi…

 

Kur’ân-ı Kerîm’in ilk muhatabı Kureyş müşrikleriydi. Yani ümmîler… 

 

•Bu dönemde nâzil olan Mekkî sûrelerin muhtevâsında kıssalar çokça yer aldı. Kıssalar ekseriyâ kitâbîlerin mâzîde başlarından geçenleri anlatıyordu. Dolayısıyla onların fedâkârlıkları, hidâyetleri, cihadları mevzubahis olabiliyordu. 

 

•Bu dönemde Peygamberimiz’in Kur’ân’ı -hâşâ- bir yabancıdan, bir
beşerden öğrendiği iftiraları ileri sürüldü.3 

 

•Müşrikler, nübüvveti inkâr edip; 

 

“–Bizi bir beşer mi doğru yola iletecek?”4 gibi itirazlar ileri sürdüklerinde; Kur’ân-ı Kerim, Kitâbîleri referans göstererek;

 

“–Bilmiyorsanız onlara sorun!” dedi. Kitâbîler; vahiy ve nübüvvet hususlarında tecrübeli idiler.5 

 

Bu sahada, yahudilerden alınan akılla, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in peygamberliğini test etmek için, kendisine; 

 

“–Ashâb-ı Kehf kimlerdir ve Zü’l-karneyn kimdir?” gibi sualler sorulduğunu biliyoruz. 

 

Hıristiyan veya yahudi olduğu hâlde, Peygamberimiz’e îmân edip müslüman olan kişiler, Peygamberimiz için güzel bir şâhit mânâsına geliyordu.6 

 

•İşkence ve baskı sebebiyle Habeşistan’a hicret eden müslümanlar; orada hıristiyan bir idareci olan Necâşî’nin memleketinde, yıllarca hür bir şekilde yaşadılar. İleride Necâşî müslüman da olacaktı. 

 

Bu dönemin esas meseleleri; müşriklerle mücadele, tevhîdi, nübüvveti ve âhireti ispat olduğu için, ehl-i kitap ile doğrudan bir temas da söz konusu olmadığı için, Mekkî dönemde kitâbîlerle bir mücadele yoktu. Mekke döneminde müşriklerle bile kıtâle izin verilmediğini de hatırlamamız gerekir. 

 

Fakat kendisinden önceki kitaplara müheymin / şâhit ve musaddık olan Kur’ân, birçok noktada kitâbîlerin yanlışlarını da düzeltmeye başlamıştı. Kıssaların muhtevâsında, Hazret-i İsa’nın öldürüldüğü iddiasının7 ve teslis akîdesinin reddedilmesi; yahudilerin Hazret-i Meryem ve Hazret-i Süleyman hakkındaki iftiracı telâkkîlerinin düzeltilmesi8 gibi hususlar Mekke döneminde başlamıştı. 

 

Medine Dönemi…

 

Hicret ile beraber Medine dönemi başladı. Artık muhatap kitleye, yahudiler ve münafıklar eklenmişti. Yahudiler, bugüne kadar propagandasını yaptıkları hâlde; Son Peygamber’e çoğunlukla inanmadılar. Fakat içlerinden Abdullah bin Selâm -radıyallâhu anh- gibi mü’minler çıktı. Medine’deki kabîlelerin bir bir isyan ve fesat hareketleri, son olarak Hayber’de biriken yahudi gayzının bertaraf edilmesi tabiî olarak birçok âyete yansıdı. 

 

Necran hıristiyanlarıyla, Yemen, Şam bölgesindeki hıristiyan Araplarla temas başladıkça kitâbîler de artık İslâm tebliğinin muhatabı oldu. Selmân-ı FârisîNecâşî ve Addâs gibi şahsiyetler, hıristiyan iken müslüman olanlara örnektir. 

 

Mûte ve Efendimiz’in son seferi Tebük, Bizans’a ve onun hıristiyan müttefiklerine karşı idi. Hıristiyan dünyasının reisleri; Kur’ân-ı Kerîm’in semen-i kalîl / az bir bedel dediği riyâsetlerini kaybetme kaygısıyla, İslâm’a düşman kesildiler. 

 

Cihâda iznin verildiği ve sonrasında; «Din / ibâdet, Allâh’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!»9 emrinin verildiği Medine döneminde, Mekke döneminin aksine, doğrudan kitâbîlere hitaplar, azarlamalar, hücumlar ve îkazlar nâzil oldu.10 

 

Kur’ân’ın, daha Mekke’de başlayan tahrif edilmiş dinlerdeki bozuklukları bir bir sayma hususiyeti, Medine döneminde artarak devam etti. Atalarının geçmişteki günahları da ortaya döküldü. Bu sebeple bu azarlamaların ardından; bunlardan istisnâ olan mü’min, müttakî ehl-i kitâbı da zikretmek siyâset-i şer‘iyye muktezâsı oldu. Buna önce neşter, sonra pansuman üslûbu diyebiliriz.

 

Ehl-i kitap için örnekler yazının devamında gelecek. Burada Bedevîler hakkındaki örneği verelim:

 

Neşter:

 

“Bedevîler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allâh’ın Rasûlüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.

 

Bedevîlerden öylesi vardır ki (Allah yolunda) harcayacağını angarya sayar ve sizin başınıza belâlar gelmesini bekler. (Bekledikleri) o kötü belâ kendi başlarına gelmiştir. Allah pekiyi işiten, çok iyi bilendir.” (et-Tevbe, 98-99)

 

Pansuman:

 

“Bedevîlerden öylesi de vardır ki, Allâh’a ve âhiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber’in duâlarını almaya vesile edinir…” (et-Tevbe, 100)

 

100’üncü âyet, 98 ve 99’uncu âyetteki hakikatleri iptal etmiyor. Ama bedevî sınıfı hakkındaki tenkitlerinin, bütünü kapsamadığını, istisnâlarının olduğunu ifade ederek, gönül alıyor. 

 

Müslüman oldukları hâlde; hâlâ onlardan ehl-i kitap diye bahsedilmesi, en başta zikrettiğimiz toplum sınıflandırmasının bir îcâbıydı. 

 

Belâgatte, îtibâr-ı mâ kân denilebilecek bir üslûp idi. 

 

Bütün bu asr-ı saâdet hulâsasının bir gayesi var. 

 

Asırlar sonra İslâm anlayışını, Kur’ân meâli üzerine temellendirmek isteyenler; rivâyet tefsiri birikimini, sünneti, siyer-i Nebî’yi, îtikādî ve fıkhî mezheplerimizin müktesebâtını hiçe sayanlardan bazıları kaçınılmaz olarak, bazı yanlış sonuçlara ulaştılar. Kur’ân-ı Kerim’de ehl-i kitâbı öven âyetler üzerinden, şu bozuk akîdeyi ileri sürdüler:

 

•Kur’ân, yahudi ve hıristiyanların Allâh’a ve âhiret gününe îmân edenlerinin cennete gideceğini müjdeledi! Öyleyse, ehl-i kitap, müslüman olmasa da, Allah Rasûlü Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i tasdik etmese de, Kur’ân’ı reddetse de, cennetlik olur!.. 

 

Yetmişli yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış bir akademisyen, bazı Ankara İlahiyat hocaları bu iddiayı doğrudan seslendirdiler. Fetö de dinler arası diyalog, Muhammed’siz ezan(!), âmentüde birlik, ortak kelime gibi çarpıtmalarla bu yolu döşedi. Maalesef bu iddianın soluk izleri, meşhur ve yaygın bazı tefsirlerde hâlâ duruyor.11

 

 

 

 

Sadece bu mesele bile; sağlam bir tefsire müracaat etmeden, doğrudan mealden din, akîde inşâ etmeye kalkmanın tehlikelerini ortaya koymaya yeter. 

 

Şimdi istismâr edilen âyetleri, tasnif metoduyla ele almaya çalışalım:

 

•Kur’ân-ı Kerim’de ehl-i kitâbı medh ü senâ eden âyetler var: 

 

–Bunlar kadîm yani o dînin sahih olduğu zamanların ehl-i kitâbı hakkında ise herhangi bir müşkil yok. 

 

TARİHÎ HAKİKAT

 

Çünkü, Hazret-i Âdem’den Peygamberimiz’e kadar nice peygamber geldi ve ümmetlerine İslâm’ı tâlim etti. Hak katında hepsinin adı İslâm’dır. 

 

Meselâ:

 

“Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların (İsrailoğullarının) içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik.” (es-Secde, 24)

 

“Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlar (İsrailoğulların)a lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları vârisler kılalım.” (el-Kasas, 5)

 

“Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mîrasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi…” (el-A‘râf, 137)

 

Bu üç âyette açık bir şekilde görüyoruz ki, masum ve mazlum oldukları dönemde İsrailoğulları methedilmektedir. Daha sonraki isyan, günah ve itirazlarında ise yanlışları yüzlerine vurulmaktadır. 

 

Aşağıdaki âyet, en çok istismâr edilen âyetlerdendir:

 

“Şüphesiz îmân edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden de Allâh’a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 62)

 

Âyetin nüzûl sebebi olarak rivâyet edilen hâdise şöyledir: 

 

Ashâb-ı kiramdan Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh-, önce hıristiyan iken Medine’ye geldikten sonra müslüman olmuştur. Bir defasında Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, kendileriyle arkadaşlık yaptığı hıristiyanların amellerinden, hâl ve davranışlarından bahsedince Efendimiz; 

 

“–Onlar İslâm dîni üzere ölmediler” buyurmuştu. Bunu duyan Hazret-i Selman son derece üzülmüş ve dünyası kararmıştır. Sonra Efendimiz’e tekrar tanıdığı bir kısım hıristiyanların dînî gayretlerini ifade etmeye çalışmıştı. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Ardından Allah Rasûlü, Selmân’ı çağırıp şöyle buyurdu: 

 

“–Bu âyet senin arkadaşların hakkında indi. Kim benim peygamber olarak geldiğimi işitmeden önce İsa’nın dîni ve İslâm üzere ölürse o hayırdadır. Fakat bugün kim beni iştir de bana îmân etmezse o da helâk olmuştur.”12 

 

Sebeb-i nüzul bilgisinden anlaşılacağı üzere, Peygamberimiz’in gelişini ve Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlünü öğrenmek bir nirengi noktasıdır. Peygamberimiz’den haberdar olduktan sonra, onu inkâr ederek eski dînine devam etmesi kabul görmeyecektir. 

 

Önceki dinlerin uğradığı tahrifatı düşündüğümüzde, Efendimiz’in risâletinden haberdar olmanın öncesindeki kabulün bile Allâh’ın rahmeti olduğunu idrâk ederiz. Yine bu rahmetin; «Baba, Oğul, Rûhulkudüs» diyerek şirk koşanları şümûlüne alıp almadığı, bahsedilenlerin tevhid üzere olan hıristiyanlardan ibaret olup olmadığı ihtilâflıdır.

 

ÎMÂN EDEN GRUBU TEBRİK

 

–Kur’ân-ı Kerim’de ehl-i kitâbı öven âyetler, asr-ı saâdette yaşayan ve müslüman olan ehl-i kitap hakkında ise yine müşkil yoktur. 

 

Meselâ:

 

“İnsanlar içinde mü’minlere en şiddetli düşmanlık besleyenlerin, yahudiler ve Allâh’a şirk koşanlar olduğunu görürsün. 

 

Yine insanlar içinde mü’minlere sevgi, şefkat ve alâka bakımından en çok yakınlık duyanların ise; 

 

«–Biz hıristiyanız!» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde ilim ve ibâdetle meşgul, dürüst din âlimleri ve kendilerini Allâh’a adamış râhipler vardır. Onlar, gerçekler karşısında büyüklenmezler.” (el-Mâide, 82)

 

Bu âyetin, Peygamberimiz’e ve Kur’ân’a îmân eden hıristiyanlardan bahsettiğini söylememize itiraz edenler olabilir. Açıkça; «Biz hıristiyanız!» dediklerinden bahsedildiği hâlde, neden bu kişilerin müslüman olduğunu söylüyoruz? Müteâkip âyetin delâletiyle:

 

“O âlim ve râhiplerin, Peygamber’e indirilen Kur’ân’ı dinledikleri zaman, kendi kitaplarında görüp tanıdıkları gerçeği bunda bulmaları sebebiyle gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün! Onlar şöyle derler: 

 

«–Rabbimiz! Biz îmân ettik, artık bizi gerçeğe şâhitlik edenlerle beraber yaz.»” (el-Mâide, 83)

 

Bir başka örnek:

 

“…Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde îmân edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Âl-i İmrân, 110)

 

Bu âyette, ehl-i kitâbın çoğu fâsık olarak vasfediliyor ve müteâkip iki âyette; inkâr, küfür ve cinayetleri sayılıyor. Ardından şu âyetler, ehl-i kitap denilen toplum zümresinin içinde istisnâlar bulunduğunu ifade ediyor:

 

“Bununla birlikte ehl-i kitâbın hepsi aynı değildir. İçlerinde îmân edip doğruluktan şaşmayan, istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde kıyamda durur, Allâh’ın âyetlerini okuyarak secdelere kapanırlar.

 

Onlar Allâh’a ve âhiret gününe inanır, iyiliği teşvik edip kötülükten sakındırır ve hayır işlerde birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar, sâlih kullardandır.

 

Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.” (Âl-i İmrân, 113-116)

 

Burada bahsedilenlerin; yine Kur’ân’ı ve Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i tasdik eden ehl-i kitap olduğunu sebeb-i nüzullerden ve tefsirlerden öğreniyoruz:

 

“Medine’de yahudilerden Abdullah bin Selâm, Sa‘lebe bin Sa‘ye, Useyd bin Sa‘ye, Esed bin Ubeyd gibi kimseler müslüman olunca yahudi hahamları; 

 

«–Muhammed’e ancak bizim kötülerimiz îmân ettiler. Eğer onlar bizim hayırlılarımızdan olsalardı, atalarının dînini terk edip başka bir dîne gitmezlerdi!» dediler. Sonra da onlara hitâben;

 

«–Dîninizi başka bir dinle değiştirmekle ihânet ettiniz, kâfir olup hüsrana uğradınız!» demeleri üzerine bu âyet-i kerîmeler indirildi.”13 

 

Diğer rivâyete göre, bu âyetler, Hazret-i İsa’nın dîni üzere iken Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ı tasdik eden kırk Necranlı, otuz iki Habeşli ve üç de Rum hakkında nâzil olmuştur.14 

 

Âl-i İmrân Sûresi 199’uncu âyetin de müslüman olan Habeşliler veya müslüman olup îmânını gizlemek zorunda kalan ehl-i kitap hakkında indiği bildirilmiştir.

 

Müslüman olanlara niçin hâlâ ehl-i kitap dendiğini yukarıda îzâh etmiştik. Asabiyetin hâkim olduğu bu topraklarda, kişiler sınıflarıyla aynîleşiyordu. 

 

Müslüman olup, ezvâc-ı tâhirât, dolayısıyla ümmehât-ı müslimîn arasına dâhil olduğu hâlde, Hazret-i Safiyye’ye; kumalarının; «Yahudi kızı!» diye sataştıklarını hatırlayalım. Hazret-i Selmân’ın ve âzatlı Zeyd’in oğlu Üsâme’nin «kimlerden?» olduklarının nasıl sorgulandığını, «kara kadının oğlu» hakaretinin nasıl dillerden dökülüverdiğini hatırlayalım. Dolayısıyla ehl-i kitap, müslüman olsa da ehl-i kitaptı. 

 

SICAK ÜSLÛPLA DAVET

 

–Kur’ân-ı Kerim’de ehl-i kitâbı öven âyetler, asr-ı saâdette yaşayan ve müslüman olmayan ehl-i kitap hakkında olabilir mi?

 

Sebeb-i nüzulleri reddedip; «Hayır bu âyetler, bizzat o devirdeki yahudi ve hıristiyanlar hakkındadır.» denilecek olursa, yukarıda zikrettiğimiz, neşter-pansuman üslûbundan bahsetmemiz gerekir. Kur’ân nüzulüne, dolayısıyla davetine devam ediyor. Hâlâ hidâyet nasîb olmamışsa da, mevcut dîninde mütedeyyin, hassas kişileri yumuşak bir üslûp ile Hak dîne davet ediyor. 

 

Zaten Kur’ân-ı Kerim, ehl-i kitâbın zâlim olmayanlarına bu üslûpla yaklaşmayı kendisi emretmiştir:

 

“Zulme batmış bulunduklarından dolayı kendileriyle iyi münasebet kurulması mümkün olmayanları dışında ehl-i kitap ile en güzel yolla mücadele edin. Onlara şöyle deyin: 

 

«–Biz, bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da tek olan Allah’tır. Biz, yalnız O’na boyun eğen müslümanlarız.»” (el-Ankebût, 47)

 

Yani burada bir siyaset-i şer‘iyye olarak, mevcut ehl-i kitâbı İslâm’a ısındırmak gayesi de görülmektedir. 

 

Meselâ; 

 

Âl-i İmrân, 75; ehl-i kitâbın çoğunun; “Ümmîlere yapacağımız bir zulmün bize vebâli yoktur!” anlayışı yüzünden, kendilerinden olmayanların emânetlerini kolayca gasp edebildiklerini söylerken, içlerinden gayet dürüst, son derecede emîn kişilerin de var olduğunu bildirir. 

 

Hadîd Sûresi, 27’de, Hazret-i İsa’ya tâbî olanların kalplerine re’fet ve rahmet bahşedildiği belirtilir. 

 

Günümüzde İsrail zulmünü protesto etmek hususunda bazı hıristiyanları aktif görebiliyoruz.

 

Kur’ân; hakşinaslık göstererek, ehl-i kitâbın içindeki elverişli kişilere sıcak
davetler gönderiyor. 

 

Davet ve tebliğ metodunda, muhatabın olumlu bir hasletini zikrederek, gönlüne girecek bir damar aramak tavsiye edilir. 

 

Fakat bu övgüleri cımbızla alarak, buradan akîdevî bir neticeye gitmek; ehl-i kitâbın, Peygamberimiz’e ve Kur’ân’a inanmasa da Allâh’ın rahmetine nâil olabileceğini iddia etmek, kesinlikle Kur’ân ile bağdaşmaz. 

 

Çünkü Kur’ân’da;

 

•Ehl-i kitaba; daha kendi kitaplarında bile, gelecek nebî ve kitâba uymaları emredildiği bildirilmiştir.15 

 

•Kur’ân’a ve âhirzaman Nebîsine îmân emredilmiş ve bu emre ittibâ etmeyenlerin küfrü ilân edilmiştir.16 

 

Dolayısıyla, İncil’in orijinali bulunsa; «İsa Allâh’ın oğlu değilmiş, peygambermiş.» diye inançlarını tashih etseler dahî, Hazret-i Kur’ân’ı ve Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ı inkâra devam ettikçe sahih bir mü’min olamazlar. 

 

•Yahudi ve hıristiyanların kitaplarının tahrif edildiği,17 akîdelerinin teslis, oğul isnâdı, ırkçılık, din adamlarını rab edinme ve benzeri sûretlerle bozulduğu, bunları yapanların kâfir olduğu açıkça beyan edilmiştir.18 

 

Hâl böyleyken, âyet cımbızlayarak, sebeb-i nüzulleri ve üslûp hakikatleri ketmedilerek; Kur’ân münkiri, risâlet-i Ahmediyye münkiri şahıslara cennet dağıtmaya kalkmak dalâlettir.

 

Burada birtakım kelime oyunları da yapılmaktadır: 

 

Meselâ «Ehl-i kitâbın mü’minleri» denildiğinde ne anlamalıyız? 

 

•Mevcut bozuk dîninin müntesibi mi? 

 

•İslâm’da sahih kabul edilen îmânın mü’mini mi? 

 

Îman tecezzî etmez. Yani; «Ya hep ya hiç!» kaidesine tâbîdir. Altı maddesinin bütün tafsilâtına îmân edilmedikçe îman sahih olmaz. 

 

-Bir tek peygamberi inkâr; «Peygamberlerine îman» maddesini ihlâldir. 

 

Yani; «Hıristiyanlar da Allâh’a inanıyor.» denmesi, İslâm îmânı açısından hiçbir şey ifade etmez. 

 

Kaldı ki, müşrikler de Allâh’a inanıyorlardı. Fakat O’na şirk koşuyorlardı. Hıristiyanlar da İsa -aleyhisselâm-’ı Allâh’a oğul ve ortak isnâd ederek şirke girdiler, kâfir oldular.

 

Kur’ân’ın, ehl-i kitâbı İslâm’a daveti, kıyâmete kadar sürecektir. Kur’ân-ı Kerim’deki övücü üslûbu, tasavvuftaki; «Gel, dön de gel!» üslûbunun temeli olarak görmek gerekir. Onlara verilen cennet pâyesi olarak değil. 

 

Selâm, hidâyete tâbî olanlaradır.  

 

______________________

Bkz. Yâsîn, 6. 

Bkz. el-Cum‘a, 2. 

Bkz. en-Nahl, 103; el-En‘âm, 105.

Bkz. et-Teğâbün, 6.

en-Nahl, 43; el-Enbiyâ, 7. 

Bkz. el-Ahkāf, 10. 

Bkz. en-Nisâ, 157.

Bkz. el-Bakara, 102.

Bkz. el-Enfâl, 39. 

10 Bakara Sûresi’nin ilk yarısı İsrailoğullarına târiz ile doludur. Âl-i İmrân ve Mâide’de hıristiyanlara bu târizler devam eder. 

11 Kur’ân Yolu Tefsiri, c: 1, s: 654-655.

12 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 461. Nakleden: Ömer ÇELİK, Hakk’ın Daveti.

13 Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 122. Nakleden: Ömer ÇELİK, Hakk’ın Daveti.

14 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, VIII, 164. Nakleden: Ömer ÇELİK, Hakk’ın Daveti.

15 Âl-i İmrân, 81. Ayr. bkz. el-Bakara, 38; Tâhâ, 123.

16 el-Bakara, 91; en-Nisâ, 15; el-Beyyine, 1-6.

17 el-Bakara, 75; Âl-i İmrân, 78; en-Nisâ, 46; el-Mâide, 13, 41.

18 el-Mâide, 17, 72, 73.