MEŞRIK-I İSLÂMÎ (DOĞU İSLÂM DÜNYASI), 431/1040-467/1075

Prof. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com

 

“Anadolu Selçuklu Devleti” ismi, lise müfredâtında bu isimle anılan devletin, genellikle bütün Anadolu’ya hâkim olduğu intibâını oluşturmaktadır. Hâlbuki bu devlet, özellikle bu manzûmede ele alınan haçlı seferlerini karşıladığı ilk devirlerde ve bilhassa da sahillerdeki birçok arazisini kaybettiği ilk sefer sonrasında, Orta Anadolu’da çok dar bir coğrafyaya sıkışıp kalmış, bu sebeple müslüman tarihçilerce «Konya ve çevresi sultanı» vb. ifadelerle anılmıştır. (Meselâ ilk dönemde Dânişmendliler onlara göre çok daha geniş bir sahaya hâkim ve etkilidirler.) Buna rağmen o zamanki İslâm dünyasının en ucunda olması hasebiyle -bazen Anadolu’daki diğer beyliklerle beraber- karadan gelen haçlı ordularını ilk önce karşılama gibi çok büyük bir mes’ûliyeti üstlenmiş ve bu mes’ûliyeti de büyük ölçüde muvaffakiyetle yerine getirmiştir. Ne var ki, Suriye ve Irak gibi o zamanki merkezî İslâm ülkelerine (ve dolayısıyla oralarda mebzûl miktarda bulunan tescil kişi ve vasıtalarına) uzak ve çok yeni bir coğrafyada oluşu sebebiyle bu muvaffakıyyeti kanaatimizce kayıtlara hak ettiği vurguyla geçememiştir. Bu manzûmede, kuruluşunun yüzüncü sene-i devriyesinde olduğumuz mevcut devletimizin bulunduğu toprakları ilk defa vatan yapan işte o; «Konya ve çevresi sultanları»nın, -bugünlerde yine bizleri derinden yaralayan acı hâdiselerin cereyan ettiği- Filistin’i istîlâya giden haçlıların önünü kesmek için gösterdikleri gayreti terennüm etmeye çalışıyorum. Bu vesileyle aynı zamanda doğup büyüdüğüm, on yıldan fazla bir zamandan beri de tekrar kendisinde yaşamaya başladığım bu şehre olan vefâ ve minnetimi de ifade etmiş olacağımı umuyorum.

 

 

MEŞRIK-I İSLÂMÎ (DOĞU İSLÂM DÜNYASI), 431/1040-467/1075

 

Kutlu sâat erişip Fahr-i cihân etti zuhûr,

Şarktan garba bütün âleme neşreyledi nûr!

Göz alan nûru varıp bir gün Oğuz içlerine, 

Âl-i Selçûk’u dahî kıldı nihâyet mâmûr. 

Âl-i Selçûk o zaman oldu büyük bir devlet, 

Buldu hükmündeki milletler adâlet ve huzur.

Şîa’dan kurtarıp ez-cümle Benî Abbâs’ı,

Oldular sünneti te’yîd ile dâim meşhur.

Tuğrul ardınca çıkıp tahta yiğit Alparslan, 

Kıldı küffârı Malazgird’de perîşan, makhûr. 

Vardı on yılda fetihler Kadıköy sâhiline,

Başvurup garba; «Medet et!» dedi kayser; «Ne olur!»

Bu fetihlerde hep öndeydi Kutalmış oğlu;

O, Melikşâh ile bir soydan olan merd-i gayûr! 

 

Ki odur işte bahâdır Kılıçarslan atası! 

Hak bu, her methe sezâdır Kılıçarslan atası!

 

FRENGİSTAN, 1095-1096

 

Mey edip dîni o günlerde çakar ehl-i salîb,

Mest olup âlemi al kanla yıkar ehl-i salîb.

Tutuşup Rimpapa’nın yaktığı fitneyle bütün,

Ehl-i İslâm’a hep öfkeyle bakar ehl-i salîb.

Her taraftan katılanlarla bir azgın sel olup,  

Müslüman yurduna taşkınca akar ehl-i salîb,

Sözde din uğruna kat‘ ettiği yollarda azıp,

Geçit üstünde ne bulduysa yıkar ehl-i salîb.

Kendi dindaşları kurtulmaz elinden hattâ,

En yakın dostunu nankörce sokar ehl-i salîb.

Bu sebepten duramaz çok uzun İstanbul’da,

Yollanıp Asya’ya güçlükle çıkar ehl-i salîb.

Ehl-i İslâm’a musallat olur artık orada,

Nice mel‘unluk eder etmeyip âr ehl-i salîb.

 

Buna ilk karşı duran işte Kılıçarslan’dır!

Yâni küffârı kıran başta Kılıçarslan’dır! 

 

DİYÂR-I RÛM (ANADOLU), 489/1096-490/1097 

 

Piyer’in ordusu olmuştu en evvel ulaşan,

Pâyitaht İznik’i tehdîd ederek haddi aşan.

Lâkin imhâ edilip pek azı hâriç bunlar,

Çok şükür kalmadı etrafta bir ipsiz dolaşan. 

Çıktı meşrıkta fütûhâta muzaffer hünkâr,

Yeni yerler alarak katmak için şânına şan!

Arkadan geldi fakat küfrün asıl orduları, 

Aldılar İznik’i elbet yine ilk önce nişan.

Koştu kurtarmak için şehrini Sultan lâkin, 

Onu kurtarmaya yetmezdi Hızır olsa koşan.

Âkıbet gamlı şehir kaysere teslîm oldu,

Neylesin başka o tûfanla sarılmış boğuşan?

Cengi, vur-kaçları kâr etmedi Sultân’ın hiç, 

Üstelik ordusunun oldu büyük kısmı ziyan.

 

Gördü yurdunda kıyâmet Kılıçarslan eyvâh! 

Getirip hiss-i nedâmet Kılıçarslan dedi âh!

 

ÂLEM-İ İSLÂM, 490/1097-492/1099

 

Neye yansın bu gönül, Urfa’nın işgāline mi? 

Sonra art arda düşen bir nice emsâline mi? 

Çok yiğit bir direnişteyken ihânet görerek,

Kaybedilmiş olan Antakya’nın iğfâline mi? 

Onu kurtarmak için Kürboğa emrinde gelen,

Berkyaruk ordusunun muzmahil ahvâline mi?

Saltanat kavgalarından dağılıp za‘fa düşen,

Ehl-i İslâm’ın o gün ağlanacak hâline mi? 

Aslen Antakya hudûdunda biten Haçlıların, 

Tam sönerken yeniden parlayan ikbâline mi?

Her düşen yerde boğazlanmış olan halkların,

Kanının yerde kalıp büsbütün ihmâline mi? 

Yoksa Aksâ’ya giren ehl-i salîb ordusunun,

O gün İblîs’e dahî zül gelen ef‘âline mi?

 

Ne kadar ağlasa azdır Kılıçarslan buna, az!

Ağlamak lâkin onun derdine dermân olmaz! 

 

DİYÂR-I RÛM, 492/1099-494/1101

 

Fethi zannetme ki mâtem ve şikâyetle gelir, 

Bir hümâdır o ki Allah’tan inâyetle gelir.

O inâyet dahi birlik ve uhuvvet ister,

Yâni mü’minleri kardeş kılan âyetle gelir.

Halep, Artuklu ve Harran’da bir olmuş beyler,

Hepsi Sultân’a uyup gazveye niyyetle gelir.

Hem Danişmend beyi Sultân’a omuz vermek için, 

Kapatıp Niksar’a Beymond’u* dirâyetle gelir.

Belki on kat daha çok orduların hakkından,

Ehl-i îman -şükür Allâh’a- kifâyetle gelir.

Kıyılar düşse de oymaklar akar merkeze hep,

Üs bilip Konya’yı tevhîde riâyetle gelir.

O yenilmez sanılan zırhlı salîb orduları, 

Şimdi gelsin bakalım hangi cinâyetle gelir? 

 

Şaşma dâim Kılıçarslan diyerek andığıma!

Gömdü üç orduyu art arda Diyâr-ı Rûm’a!

 

MERZİFON (AMASYA) 494/1101

 

İlkinin maksadı baştan beri Niksar oldu,

Çünkü kurtarmaya Beymond’u heveskâr oldu.  

Pek kolay aldı boşaltılmış olan Ankara’yı, 

Sonra lâkin nice bin derde giriftâr oldu.

Hep zehirliydi sular yolda, kül olmuştu ova,

Türk’ten yol boyu tek gördüğü ılgar oldu.

Tâ ki etrâfı tamâmen dağ olan bir ovada, 

Uğrayıp baskına dünyâ başına dar oldu.

Yapılan cenkte mağlûb olarak etti firâr,

Çok şükür orda zafer Türk’e gülüp yâr oldu.

Ehl-i İslâm alarak yüklü ganîmet ve esîr; 

-Merzifon şâhit- o gün hayli büyük kâr oldu.

Kime yettiyse kılıç vurdu yiğit gāzîler, 

Bafra, Samsun ve Sinop yolları gülzâr oldu. 

 

Yaşa, vâr ol Kılıçarslan sen o yârânın ile,

Çok işin var daha lâkin, hadi gayret eyle!

 

KONYA 494/1101

 

Mütereddit kalarak durdu diğer ordu bir an:

İlki ardınca mı gitsin, yola olsun mu revan? 

İlkinin mevkii tam olmayarak mâlûmu,

Âkıbet Konya’ya doğruldu çıkıp Ankara’dan.

Yol alırken Kulu üstünde o hantal hantal,

Yetti şimşek gibi atlarla mücâhid Sultan. 

Üç gün art arda hücûm etse de kâr etmedi hiç,

Ne yapar dinç, iri bir fille güreş tutmuş olan?

İlk usûl üzre devâm eyledi Sultan nâçâr,

Amma doğsun diye bir fırsatı gözlerdi her an.

Ne vakit düştü salîb ordusu bitkin ve susuz,

Verdi Sultan da hücûm emrini artık o zaman.

Düşmanın pek azı kurtuldu kaçıp Ermenek’e,

Verdi bâkīsi kılıçtan geçerek it gibi can. 

 

Yaşa, vâr ol Kılıçarslan sen o yârânın ile,

Haydi son orduya koştur bütün imkânın ile. 

 

AVLOS (AKGÖL) (EREĞLİ/KONYA) 494/1101

 

Bir salîb ordusu mağribden ayân oldu yine,

Akşehir’den geçerek şarka revân oldu yine.

Yetti Sultan ona başşehre gelirken yolda,

İttibâ ettiği evvelki plân oldu yine.

Deme üç kerre nasıl uygun olur aynı plân?

Oldu vallāhi, hem aynıyle olan oldu yine. 

Haçlılar Konya’yı geçtikte düşüp tâkatten,

Şanlı gāzîlere bir hoşça nişân oldu yine.

Hepsi nerdeyse kılıçtan geçerek yok edilip, 

Çok şükür cümlesinin kârı figān oldu yine.

Kaçtı güçlükle pek az kısmı Toros dağlarına,

Tutulan haçlının imhâsı yaman oldu yine.

Üç salîb ordusunun böyle katî imhâsı,

Şanlı gāzîler için bir yeni şân oldu yine.

 

Yaşa, vâr ol Kılıçarslan sen o yârânın ile,

Haşre dek ismin anılsın nice destânın ile.

 

EL-CEZÎRE, 495/1102-HABUR, 501/1108

 

Kılıçarslan ki hakîkatli yiğit bir er idi,

Allah uğrunda çıkıp harbe cihâd eyler idi.

Haçlılardan alıp Elbistan’ı zimmîyi korur,

Yâni her millet için hakkı tutup peyler idi.

Kazanıp gönlünü Harran ve Musul illerinin, 

Dâr-ı İslâm’da tevhîdi murâd eyler idi.

Âl-i Selçûk’un o olsaydı ne var en ulusu,

Geri kalmazdı Tapar’dan, o da bir Sencer idi.

Keşke öldürmemiş olsaydı bahâdır Çaka’yı,

O dahî Allah için bir ulu cengâver idi.

Oldu keffâreti ırmakta boğulmak gûyâ,

Râviler gerçi sebep zırhı deyû söyler idi.

Yaşı pek genç iken az vakte çok iş sığdırdı,

Üstelik gördüğü işler de büyük işler idi.

 

Kılıçarslan ki kesilmezdi seferden ayağı, 

Olsun ukbâda dahî cennet-i âlâ durağı.

 

ESKİŞEHİR 542/1147

 

Urfa’nın fethi ne dem Zengi’ye âsân oldu,

İşiten haçlıların içleri biryân oldu.

Düştüler yollara tekrâr salîb orduları, 

Dâr-ı İslâm’a akan hep yine insân oldu.

Eskişehr üstüne gelmiş Alaman küffârı,

Bozulup Tanrı’nın izniyle perîşân oldu.

Güç-belâ kaçtı kral birtakım efrâdıyle,

İlticâ eyleyerek kaysere mihmân oldu.

Elli yıl önce bu meydandı kayıplarla dolan,

Zaferin güldüğü meydan da bu meydân oldu.  

Bir diğer ordu da sâhil boyu tâkīb edilip, 

Fırsat oldukça hücûm etmeye imkân oldu.

Dökülen açlara lutfeyledi Sultan Mes‘ûd,

Bu da dînindeki ulviyyete burhân oldu. 

 

Bârekâllah sana Sultan Kılıçarslan oğlu!

Geri kalmaz atasından Kılıçarslan oğlu! 

 

MİRYOKEFALON (KONYA), 571-2/1176

 

Türk’ün ettikleri kâfî, dedi bir gün kayser, 

Güneşin doğduğu yer çıktı elimden yekser!

Durmayıp saldırıyor üstüme hâlâ yine bak; 

Ben durursam çıkar elden, bu Stanbul da gider! 

Yıkayım Konya’yı ordumla varıp başlarına,

Dîn-i İslâm’ı silip koymayayım ondan eser! 

Mancınıklar ve diğer bir nice âlet alarak,

Dev bir orduyla çıkıp etti hemen azm-i sefer! 

Beyşehir-Konya civârında ilerlerken o, 

Kılıçarslan da bilenmiş onu beklerdi meğer!

Kayserin ordusu girdikte derin bir geçide,

Kıldı vâdîyi onunçün bir alevden çember!

Dedi gûyâ ki unut ey Manuel, düşlerini,

Bize yazmış bu güzel beldeyi vaktiyle kader!

 

Bârekallah sana Sultan Kılıçarslan torunu!

Geri kalmaz adaşından Kılıçarslan torunu!

 

SİLİFKE (MERSİN), 584-5/1189 

 

Kudüs’ün fethi nasîb oldu nihâyet yeniden,

Amma kin eyledi küffâra sirâyet yeniden.

Hem deniz hem karadan çıktı salîb orduları, 

Kudüs âfâkını doldurdu o zulmet yeniden.

Alaman ordusu doğruldu Diyâr-ı Rûm’a, 

Kudüs’ün zaptı için duydu hamiyyet yeniden.

Pek kolay aldı boşaltılmış olan Konya’yı ya, 

Çıktı ordan açarak şevk ile râyet yeniden. 

Nehri geçmekte iken öldü kral Mersin’de,

Küfrü mahvetti yetip Hak’tan inâyet yeniden.

On bir evlâdına pay etse de sultan yurdu,

Men için kâfiri gösterdi dirâyet yeniden. 

Düşmanın geçtiği yollarda bir ot koymamaya, 

O dahî ceddi kadar etti riâyet yeniden. 

 

Dedirir kendine cidden «Kılıçarslan torunu!»

Geri kalmaz dedesinden Kılıçarslan torunu!

 

DİYÂR-I RÛM, 586/1190-700/1300

 

İşbu yer oldu vatan bunca gazâdan sonra,

Nice şahbâzı bu arzuyla fedâdan sonra.

O zaman geldi düzen işte Diyâr-ı Rûm’a,

Bir olup cümle gönül hayli nizâdan sonra.

Fetholup bir nice sâhil yeniden geçti ele, 

Sevinip güldü vatan derd ü belâdan sonra. 

Âl-i Selçûk ile yurt oldu hakîkat mâmûr,

Ona ayrılmış olan birçok atâdan sonra.

Bir zaman sonra zaaf geldi fakat güçlerine, 

Söndü mum, verdiği kuvvetli ziyâdan sonra.

Âl-i Osmân onu parlattı şükür devralarak,

Tuğlu-sancaklı merâsîmi edâdan sonra.

Oldu Hârun sanırım nazm ile kastın hâsıl, 

Sözü tekmîl ediver gayri duâdan sonra.

 

Göçtü devletle cihandan Kılıçarslan nesli!

Olsun ukbâda da handan Kılıçarslan nesli!

 

___________________________________________

* Bohemund adlı haçlı reîsinin İslâm kaynaklarında geçtiği şekli. Aslında müslüman tarihçiler بيمنت şeklinde sonunu te harfiyle yazmışlardır, ancak şiirde telâffuzun yumuşak olması için d harfi tercih edilmiştir. (msl bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 1997, VIII, 419)