ÇOCUKLUĞUM

Şerife Şule TESLİMOĞLU serifeteslimoglu00@gmail.com

 

 

Akdeniz çocuğuyum, her dem sıcaktır kanım,

Gurbetin ayazına sitem edişim ondan.

Yazayım bu şiire unutulmasın anım,

En başa döner insan, ölüm denilen sondan.

Silifke’m güzel ilçem, yoğurduyla meşhurdur,

Folklor oyunlarında keklikleri sekerler.

Çalışkan «Türkmen Kızı» kolaysa gel de durdur,

Kışın limon keserken, yazın çilek ekerler.

Köyümün bir tarafı, yüksek «Toros Dağları»,

Çıkılır yaylasına Ağustos sıcağında.

Bir tarafı «Akdeniz», kumda sera bağları,

Saçta bazlama pişer, her evin ocağında.

Gün doğmadan kalkılır, hemen ocak yakılır,

İnek, koyun sağılır; süt süzülür kazana.

Taze yumurta için kümese de bakılır,

Müsamaha yapılmaz, bu düzeni bozana.

Komşunun tulumbası, tenekeden kovalar,

Su taşırdık her sabah, yollara döke döke.

O yollar asfalt oldu, bina doldu ovalar,

Geçmişime dalarım, boynumu büke büke.

Ahırda atlar açken, ekmek yemezdi babam;

«Onlar çekiyor.» derdi; «Nimeti onca yoldan.

Hesap günü var kızım, ondandır ince çabam,

Hakkını alacaktır, sağ kolum bile soldan.»

Marangozluk mesleği sanatkârdı bir nevi,
Talaş tozu içinde tahtaları işlerdi.
Ahâlînin gözünde babam; derviş, münzevi,
Köşeye çekilince, bilmem ki ne düşlerdi.

Güzeldi el yazısı, sanki inci ekerdi,
Fahrî memurluk için, teklif almış askerken.
Dalar gider gözleri, sessiz yaşlar dökerdi;

«Ata hatırı için, teklifi ittim.» derken.

Uzun kış geceleri, hep masallar okurdu,
Nar ağlar, ayva güler, gözü açık uyur dev.
Hikâyeler gönlüme, ta o gün tahtı kurdu;

«Okuyacağım!» dedim, hüzünden sarsıldı ev.

Daha çocuktum, ama hayallerim büyüktü,
Kaybolurdum içinde, toprağı çapalarken.
Nerden bilebilirdim, bu bize ağır yüktü,
Bebek bile koşmayı ister ya apalarken.

İki göz evimizin, damı toprak kaplıydı,
Sağanak yağmur yağsa, sızardı köşe bucak.
Odun sobası elbet, kömürden hesaplıydı,
Çalı çırpı taşırdık, kış günü kucak kucak.

Evimizin önünde, kocaman ağaç vardı,
Dökülürdü yaprağı, sert poyrazlar esince.
Annem; kardeşim için, salıncağı kurardı,
Hep halama kaçardım, kuşlar bana küsünce.

Kardeşimle birlikte; koyun, kuzu güderdik,
Flamingolar yoktu, dolaşırdık sahilde.
Bazen sinirlenirdik, kavga bile ederdik,
Gönlümüze inmeyen, sözler kalırdı dilde.

Akdeniz’e dökülür «Göksu Nehri»nin suyu,
Koyunları yüzdürür, geçirirdik karşıya.
Anlatmak mümkün değil, o güzelim duyguyu,
Değişmezdik o ânı, göz alıcı çarşıya.

Koyunlar dinlenirken, ağacın gölgesinde,
Azıkları çıkarır, domates sıkma yerdik.
Rûhumuz dinlenirdi dalgaların sesinde,
En güzel hayalleri, libas diye giyerdik.

Ekinler derilirken, değişirdi güzergâh,
Ova sahilde kalır, tarlalara çıkardık.
Sol ele orak yoktu, kalırdı içimde ah,
Biçilen başakları, deste deste çekerdik.

Ağustos böcekleri, saz çalarken dallarda,
Karıncalar toplardı, dökülen buğdayları.
Dedem arı beslerdi, petek vardı ballarda,
Peltek dille sayardım, mevsimlerde ayları.

Keklik sesini duysam, hep peşinden koşardım,
Kaybolurdum ararken, kekliğin yuvasını.
Yılan görünce yerde, yolumu da şaşardım,
Kalsın anlatmayayım, korkunun havasını.

Babamı çok severdim, babam severdi çayı,
Taş ocağın içinde, alevde kaynardı su.
Doldururdum bardağa, sevgi ile dünyayı,
Yudumlarken biterdi, geleceğin korkusu.

Kalem durdu elimde, can alıcı noktam bu,
Sıcak çay buğusunda, hep o duygum saklıdır.
Yaksa da hissetmezdim, demliğin sıcak kulpu,
Atalar her sözünde, yerden göğe haklıdır.

Çaydanlığı sollayan, nice ateşler varmış,
Yüreklerde yanarmış, ateşin en harlısı.
İnsan bunu, gurbete savrulunca anlarmış,
Öz vatanda açarmış, çiçeğin baharlısı.

Ah mümkün olsa, şimdi yeniden çocuk olsam,
Atı suya götürüp, binip koşsam merada.
Yelesine tutunup, bulutlara yol alsam,
Zamanı ve mekânı, unutsam bu arada.

Okul yolu uzaktı, hep abimle giderdim,
Bazen oyuna dalar, geç kalırdık hâliyle.
Darılırdı çoğu kez, ben de sitem ederdim,

Bunu anlatamam ki size kalem diliyle.

Keşke tek oyun için, kırılıp darılsaydık,
En güzel yıllarımı, gurbete vermeseydim.
Her bayramda el öpüp, hasretle sarılsaydık,
Gözümden yağmur ekip, hasreti dermeseydim.

 

15 Mayıs 2019, Stuttgart/Almanya