İSLÂM’IN OĞLU SELMAN

Sami GÖKSÜN

Cennetin özlediği insanlardan birisi olması münasebetiyle, mü’min ve müslümanlara her hususta örnek olduğu için sizlere bu yazıda Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri’ni anlatmak istiyorum.

Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri, İran’da mecûsî dînine mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası İran’da kendilerine «Dikhan» denilen zengin bir çiftlik ağasıydı. Çocukluğundan itibaren dînine bağlı olan Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri’ni; kavminin dîni tatmin etmemişti. Sürekli bir arayış içindeydi.

Bir gün şehirlerine yakın bir beldede ibâdet eden hıristiyanlarla karşılaştı. Onların âyinlerini seyretti ve kendilerinden dinleri hakkında bilgi aldı. Eve geldiğinde, gördüklerini ve dinlediklerini babasına da anlattı. Ancak babası kendi dinlerinin daha üstün olduğunu söyleyerek, oğlunun tekrar kiliseye gitmesine izin vermedi. Ancak Hazret-i Selman, hakikat arayışından vazgeçmeyecekti. Nitekim kısa bir süre sonra bir yolunu bularak, evinden kaçtı. Ardından da bir ticaret kervanına katılarak Hıristiyanlığın merkezi olan Suriye tarafına gitti. Burada bir papazın yanında yeni dînini öğrenmeye karar verdi. Sadra şifâ arıyor fakat bulamıyordu. Musul, Nusaybin, Amuriye şehirlerinde hep derman aradı…

Tâbi olduğu son râhib, Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri’ne şu tavsiyede bulundu:

“Oğlum, dünyada artık bizim mesleğimizde ve yolumuz üzerinde bulunan kimseyi tanımıyorum. Ancak İbrahim’in dîni üzere gönderilecek Peygamber’in gelmesi çok yakındır. Bil ki O; Arap topraklarında zuhur edecek, sonra iki taşlık arasında bir yere hicret edecektir. Eğer bir yolunu bulursan benim ölümümden sonra o diyara git.”

Hıristiyan âlimden bu sözleri duyan Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri derhâl Arabistan taraflarına giden bir kervana katıldı. Vadi-i Kurâ denilen yere geldiklerinde, kervandakiler onu köle olarak bir yahudiye sattılar. Devir câhiliyye devriydi. Böyle gasp ve yağmalar yaygındı. Bir süre sahibinin yanında kaldı. Buraya Medine’den gelen Kureyzaoğulları’na mensup bir başka yahudi Hazret-i Selmân’ı sahibinden satın alarak Medine’ye getirdi. Böylece kader, onu asıl hedefine kendiliğinden ulaştırmış oldu.

Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri, Medine’de iken sürekli olarak Araplardan bir peygamber çıkmasını bekliyordu. Nihayet haber kendisine ulaştı. Mekke’de Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisini son Peygamber olarak ilân etmişti. Medineliler arasında gerçekleşen konuşmaları dinledikçe, Peygamber’e ulaşma isteği daha da artıyordu. Ancak kendisi bir köleydi, bu sebeple sahibini terk etmesi mümkün değildi, üstelik Mekke’den de epey bir uzakta bulunuyordu.

Nihayet bir gün sahibinin bahçesinde çalışırken Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği ve Kuba’da konakladığı haberini aldı. Haberi duyunca heyecan ve hayretini, sevinç ve neşesini gizleyemedi. Öfkeyle irkilen sahibi, kızgınlıkla Selmân’a bir tekme vurdu ve tokat atarak onu darp etti. Fakat o, başına gelenlere hiç aldırmıyordu. Zira yıllarca peşinden koştuğu hakikatin habercisi gelmişti. Bu sebeple daha Medine’ye ulaşmadan Son Elçi’yi Kuba’da karşılamaya karar verdi. Yanında götürdüğü hurmaları da Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e teslim etti. Daha sonra tekrar sahibinin yanına geri döndü.

Medine’ye hicretin gerçekleşmesinden sonra da Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri’nin Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin yanına gidiş gelişleri devam etti. Kısa bir süre sonra müslümanların arasına dâhil oldu. Ancak onun köleliği devam ediyordu. Hicretin beşinci yılına kadar bu şekilde yaşadı. Dolayısıyla Hendek Savaşı’ndan önce gazâlara iştirak edemedi. Bu arada Peygamberimiz’in tavsiyesiyle efendisi ile anlaşma yapmak sûretiyle hürriyetine kavuşmaya çalıştı. Ancak Yahudi olan sahibi, ondan ödemesi mümkün olmayacak bir meblâğ talep etti. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbından, kardeşleri Selman’a yardım etmelerini istedi. Neticede müslümanların yardımlarıyla istenen meblâğ karşılandı ve Hazret-i Selman hürriyetine kavuştu. Allah Rasûlü onu sahâbeden Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- ile kardeş yaptı.

Yurdundan uzak bir insan olduğu için Medine’de müslümanlar ona sahip çıkıp, himaye ettiler. O kadar ki, onu kendilerinden saymak için ashab arasında tatlı bir yarış başladı. Muhâcirler;

“Selman bizdendir!” diyerek kendilerinden sayarken, ensar da;

“Selman bizdendir. Biz ona sahip çıkmaya daha lâyığız!” iddiasında bulundular. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri’ni sevince gark eden şu ilânı yaptı:

“Selman bizdendir, ehl-i beytimizdendir.” (İbn-i Sa‘d, Tabakāt, IV, 83) Böylece Allah Rasûlü’nün hem sohbetlerine iştirak ediyor hem de ashâb-ı suffeye dâhil olarak ilim tahsil ediyordu. Peygamberimiz’e olan yüksek muhabbetleri ve yakınlığıyla peşin mükâfatlar görerek ilimde yüksek mevkîlere ulaştı. Neticede Peygamberimiz’in;

“Muhakkak Selmân ilimle dolmuştur!” (Buhârî, Savm, 50) müjdesine mazhar oldu.

Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri’nin Allah Rasûlü’nün döneminde adının duyulmasına sebep olan en önemli hâdise Hendek Savaşı’dır. Uhud Savaşı’nda kesin bir netice elde edememiş olan Mekke müşrikleri, hicretin beşinci yılında (m. 627) kalabalık bir ordu ile Medine’ye doğru harekete geçmişlerdi. Asker sayısı bakımından çok kalabalık olan düşman ordusuna, müslümanların bir meydan savaşıyla karşı durmaları zor görünüyordu. Üstelik Medine, üç taraftan açık bir şehirdi. Bu itibarla müdafaası da oldukça zordu. Dolayısıyla yeni bir savunma stratejisine ihtiyaç vardı. Peygamberimiz bu konuda ashâbıyla bir istişâre yaptı. Herkesin tek tek görüşünü aldı. Bu esnada söz alan Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri şu teklifi yaptı:

“Ey Allâh’ın Rasûlü! Bizler İran’da düşman süvarilerinin hücumuna karşı etrafımızı hendekle çevirir, kendimizi öyle savunurduk. Şimdi de böyle yapamaz mıyız?” Bu fikir, başta Peygamberimiz olmak üzere bütün sahâbî tarafından kabul gördü. Buna göre Medine’nin açık olan kuzey yönü boyunca hendek kazılacak ve düşmanın hücumu önlenecekti.

Müşrikler savaş için Medine’ye gelip derin ve geniş hendekle karşılaşınca çok şaşırdılar. Savaş başlayacaktı ama hendek engel oluyordu. Ancak taraflar birbirlerine ok atabiliyorlardı. Engeli aşmaya teşebbüs eden düşman süvarileri derhâl geri püskürtülüyordu. Çarpışma bu şekilde 15-20 gün devam etti. Geçen zaman, müslümanların lehine işliyordu. Çünkü müşriklerin erzakları azalıyor, sabırları tükeniyor, şehri ellerine geçirme ümitleri kalmıyordu. Bu şekilde Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri’nin teklifi Allah -celle celâlühû-ʼnun yardımlarıyla, müslümanlar büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldular.

Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri; ilim, fazîlet ve zühd bakımından da ashâbın en önde gelenlerinden birisi oldu. Aynı zamanda Efendimiz’den 60 civarında hadis rivâyet etmiştir.

İbâdetlere düşkünlüğü ile tanınan Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri, müslümanlara bu noktada şöyle tavsiyede bulunmuştur:

“Beş vakit namazı muntazam kılın! Büyük günah işlemediğiniz müddetçe beş vakit namaz, küçük günahlara keffâret olur. Çok ibâdet ederek kendini ibâdet edemeyecek hâle getirmekten sakın. Vasat bir şekilde, fakat devamlı olarak ibâdet et.”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri hakkında şöyle buyurmuştur:

“Cennet üç kişiyi özler. Bunlar; Ali, Ammâr ve Selmân’dır.” (Tirmizî, Menâkıb, 34)

Yüce Rabbimiz bizlere Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- Hazretleri’nin hakikate ulaşma gayretinden hisseler nasîb eylesin… Âmîn…