ÂHİRET İNANCI

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Din, fert ve toplum hayatını her yönüyle kuşatan; îman, ibâdet, ahlâk ve muâmelâtla ilgili ilâhî kanunlar bütünüdür. Bu değerler bütününün; îman şümûlünde yer alan en önemli kāidelerinden biri, âhirete îmandır.

Âhirete îman; dünyada yapılan davranışlara göre ya saâdet dolu bir hayat veya belirli bir süresi yahut da bütünü azaplarla çevrili, ebedî bir hayat yaşamak için, ölümden sonra tekrar dirilmeye inanmaktır.

İnsanın varlığı bir bitki gibi yalnız dünya hayatı ile sınırlı değildir. Kan pıhtısı ile başlayan bedenî yapımız, yer altında çürüyüp toprak olurken; insanın özü ve gerçek kişiliği olan ruh, âhiret dediğimiz ebedî dünyada, varlığını ve yeni hayatını devam ettirecektir.

Dolayısıyla hayat; sadece dünyadan ibaret olmadığı gibi, bu hayatın son bulduğu ölüm de bir yok oluş değildir; yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır.

Âhiret; iyi veya kötü, dünyada işlenen her davranışın hesabının verileceği ve neticede hak edilen sonuca göre, bir hayata sahip olunacağı bir yerdir. Onun için Sevgili Peygamberimiz;

“Akıllı insan, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için hazırlık yapan kimsedir.” (Tirmizî, Kıyâme, 25) buyurmuştur.

Bilindiği gibi insanı diğer mahlûkattan ayıran en önemli özelliği aklıdır. Aklın esas vazifesi ise nefis muhasebesi yapmak, geleceğini ve âhiretini düşünmek ve ebedî âlem için hazırlanmaktır. Çünkü insan, ölüm gerçeğini ve ondan sonrasını göz ardı edemez.

Âhiret gününe ve bu dünyada yaptığı her şeyin hesabını tek tek vereceğine inanmayan bir insan; dünya hayatını mânâlandıramaz, yaşama aşkı ve emelleriyle dolu, canlı ve gayeli bir hayat süremez, kendini fazîlete ve yüce gayelere yönlendiremez.

Âhiret günü ve hesaba çekilme inancı, kişiyi bencillik ve aşırılıklardan alıkoyar. Başkalarına daha saygılı olmayı sağlar. Her attığı adımın hesabını yapar. Doğru ve dürüst olur. Haksızlıktan ve haram lokma yemekten sakınır. Bunun içindir ki, âhiret gününe îman konusu; Kur’ân-ı Kerim’de çokça işlenmekte, varlığı ve oluş şekli, şuurlara yerleştirilmektedir. Âhiret hayatı bütün ayrıntılarıyla anlatılmakta; cennet ve nimetleri, cehennem ve azabı gayet açık bir şekilde tasvir edilmektedir.

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’in Teğābün Sûresi 7. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

“İnkâr edenler, öldükten sonra tekrar dirilmeyeceklerini ileri sürerler.

De ki:

«–Hayır! (Zannettiğiniz gibi değil!..)

Rabbime andolsun ki;

•Siz, mutlaka diriltileceksiniz.

•Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir.

•Bu ise Allâh’a kolaydır.»”

Âhiret inancı, insanın davranışlarına iki şekilde tesir eder:

Biri, sayısız nimetlerle donatılan cennete girme ve Cemâlullâh’a kavuşma arzusu ile iyiliklere yönelmektir.

Diğeri de, çeşitli azaplarla kuşatılan cehenneme gitme korku ve endişesi ile kötülüklerden sakınmaktır.

Her iki durum da insanların hayrınadır. Çünkü böylesi bir inanç; toplumda iyiliklerin, dolayısıyla mutluluk ve huzurun artmasını sağlamaktadır. Diğer yönüyle de, kötülüklerden sakınmak sûretiyle; hırsızlık, zinâ, gasp, adam öldürme, hak tecavüzü, içki, kumar, kul hakkı gibi kendine ve başkasına zarar veren her türlü olumsuzluğun, kişinin amel defterine günah olarak yazılmasına ve âhirette hesabının sorulmasına vesile olmaktadır.

İyilik yapanlar hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İnanan ve yararlı işler yapanlar için hoş bir hayat, güzel bir istikbal vardır.” (er-Ra‘d, 29)

Diğer bir âyette ise yüce Rabbimiz;

“Onları, altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Orada ebedî olarak kalacaklardır.” (en-Nisâ, 57) buyurmaktadır.

Îmanlı ve güzel amel sahibi mü’minler, Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle şu nimetlere nâil olacaklardır:

“Yaptıklarına karşılık, onlar için saklanan mutlu kılıcı nimetleri hiç kimse bilmez.” (es-Secde, 17)

İslâm dîninin hedefi, insanın dünya ve âhiret saâdetini temin etmektir. Dolayısıyla kâmil insan, Allah’tan hakkıyla korkar. Kimseye kötülük etmez. Herkese iyilik eder. Adâlete, ilâhî hukuka riâyet eder. Nefsi için sevdiği şeyleri başkası için de sever. Nefsi için kötü gördüğü şeyleri başkası için de kötü görür. Allâh’a tevekkül ve îtimat eder. Gayretli ve azim sahibi olur. Bu güzel hasletlerle iç içe olan kâmil insanın yetişmesi, ancak ilâhî dînin takvâ şuuru ve âhirette yaptıklarının hesabını verme inancı ile mümkündür.

Cemiyetin düzeni ve intizamlı olması;

➢ Dînin muhafazası,

➢ Aklın muhafazası,

➢ Neslin muhafazası,

➢ Canın muhafazası ve

➢ Malın muhafazası ile mümkündür.

Bu temel esaslar gözetilmezse, hayat düzeni kökünden sarsılır. İnsanlar arasında huzursuzluk, kargaşa ve terör baş gösterir. İnsanların işlerinde, güçlerinde düzensizlik ortaya çıkar. Böyle bir toplum hem dünyanın hem de âhiretin dengesini kaybeder. Âhiret ve öldükten sonra dirilmeye îmânın yer almadığı bir inanç sistemiyle, bu türden dengesizlikler giderilemez. Çünkü âhiret inancının yer almadığı inanç sistemine göre; insanlar öldükten sonra çürür, bir ot gibi yok olup toprağa karışır gider. Ayrıca onlarda haram ve helâl mefhumu da yoktur. Cennet, cehennem, sırat, hesap, kitap gibi değerlerden de mahrumdurlar.

Hulâsa; âhiret inancı, îman hayatımızın en önemli kāidelerinden biridir. Biz mü’min olarak Kur’ân’da ifade edilen şu hakikate inanıyoruz:

“Zerre kadar hayır işleyen mükâfâtını görecek, zerre kadar kötülük yapan da cezasını görecektir.” (ez-Zilzâl, 7-8)

Müslüman; bunun için, attığı her adımın hesabını iyi yapmak durumundadır. Çünkü her hâlükârda; insanın korkuları, şüpheleri, âcizliği, çaresizliği, yalnızlığı, mahrumiyeti, başarısızlığı, hayal kırıklığı, sevgisizliği, pek çok arzu ve isteklerinin karşılanmaması; günahlar, ıstıraplar, acılar, suçluluk duygusu, pişmanlık, hayal kırıklığı, haksızlık ve adâletsizlik gibi hâllerde din ve Allah inancı insan için en önemli bir sığınak ve ümit kaynağıdır. Onun için Cenâb-ı Hak; âhirete inananları, Bakara Sûresi’nin hemen başındaki âyetlerde överek şöyle buyuruyor:

“O kitap (Kur’ân) onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, Sana indirilene ve Sen’den önce indirilene îmân ederler; âhiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (el-Bakara, 2-5)

İnsan iyi bir düşünürse şunu görür: Âhirete îman ve ölüm bir yok oluş değildir. “Esas hayat âhiret hayatıdır.” Âhirete îman; insanın güvenip bağlanacağı en önemli şeyin, îmânın şartları doğrultusunda bir hayat sürerek, Allâh’a îman ve âhiret inancı olduğunda, hiç bir şüphe olmadığı hakikatine ulaştırır insanı.

Cenâb-ı Hak bizleri, âhiret inancı sağlam olan mü’minlerden eylesin… Âmîn…