«OSMANLICA, TÜRKÇE» UYDURMACA

YAZAR : Mücahid BULUT mucahidbulut@yandex.com

“Kalemi elime aldığım günden beri Türkçenin müdafaası için yazdığım satırları birbirine eklesem, İstanbul-Ankara şimendifer hattından daha uzun olur.” Peyami SAFA

Türk edebiyatının usta kalemlerinden Peyami SAFA 1899 yılında İstanbul’da doğdu. Babası, Servet-i Fünûn şairlerinden İsmail SAFA; annesi Server Bedîa Hanım’dır. Bir buçuk yaşındayken babasını kaybedince ağabeyi İlhami ile birlikte annesi tarafından zor şartlarda yetiştirildi. İlk mektebe devam ederken sağ kolunda ortaya çıkan kemik veremi yüzünden kendini çok küçük yaşta; doktorların, hasta bakıcıların ve ilâç kokularının arasında buldu. 1910’da başladığı Vefa İdâdîsi’ni bu hastalık ve ailesinin geçim zorlukları sebebiyle bırakmak zorunda kaldı. Küçük yaşta maruz kaldığı bu trajediler onun edebî ve fikrî hayatını derinden etkiledi. Yazar bu hususu şöyle ifade eder:

“Benim şuurum bir fâcia içinde doğdu. Dokuz yaşımda başlayan bir hastalık ve on üç yaşımda hayatımı kazanmak zarureti; beni, edebiyattan önce kendimi anlamaya ve yetiştirmeye mecbur bir küçük insanı, tamamıyla hayatî zorluklardan doğma bir terbiye, psikoloji, felsefe tecessüsü ile doldurdu. Belki bütün kitaplarımı dolduran bir fâcia beklemek vehmi, bunun neticesidir.”

Tahsil hayatını yarıda bırakan Peyami SAFA, açılan imtihanı kazanarak Posta-Telgraf Nezâreti’nde memurluğa başladı. Bu dönemde; edebiyat, felsefe, tarih ve psikoloji sahalarında kendisini geliştirdi, hususî gayretleriyle Fransızca öğrendi. Mütâreke yıllarını takiben Rehber-i İttihat Mektebi’nde muallimlik yapmış, lâkin bir müddet sonra ayrılarak kendisine asıl şöhreti kazandıracak olan; gazetecilik/yazarlık hayatına başlamıştır. «Yirminci Asır» ile başlayan gazetecilik hayatını; Son Telgraf, Tasvîr-i Efkâr, Akşam, Cumhuriyet, Tasvir, Tan, Ulus, Zafer, Milliyet ve Son Havadis gibi devrin önde gelen gazetelerinde sürdürdü. Edebiyat, siyaset, sanat gibi birçok mevzuda yüzlerce makale kaleme aldı.

Edebiyattaki en mühim tarafı ise romancılığıydı. Başta «Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye, Yalnızız» gibi psikolojik romanlarıyla Türk romancılığında hususî bir yere sahiptir.

150’ye yakın eser kaleme alan Peyami SAFA’nın kitap ve makalelerinde üzerinde durduğu meselelerden birisi de «lisan» meselesidir.

Peyami SAFA’nın lisan hususundaki yazıları; yirminci asrın başında ortaya çıkan dilde sadeleşme hareketini tenkit ile başlar. Sadeleşme hareketinin önderleri olan Yeni Lisan Hareketi ve Genç Kalemler’e karşı olduğunu her fırsatta dile getiren Peyami SAFA, Genç Kalemler’in konuşma dilini yazı diline yaklaştırma gayesini de sert bir dille tenkit eder. Safa’ya göre yazı dilinin her şubesi bir uzmanlığın ifadesidir. Bu mânâda ihtisas derinleştikçe konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklılık da artmaktadır. Safa’ya göre; konuşma dili müşterek bir dil iken, ilim/edebiyat dili ise hususîdir. Bu sebeple Genç Kalemler Hareketi’nin böylesine bir maksat edinmesi mânâsızdır. Argo ve cinsî göndermeleri hikâyelerine taşıyan yazarları tenkit etmesi, dizi senaryolarıyla nesillerin ahlâkına kastedilen günümüzden bakıldığında çok daha mânidardır.

Peyami SAFA lisan hususundaki en şiddetli yazılarını; harf ve dil inkılâpları esnasında kaleme alır. Safa, alfabe değişikliğine şiddetle karşı çıkar. Okullarda en azından Lâtin harflerinin yanında Arap (Osmanlıca) harflerinin de öğretilmesini teklif eder. Çünkü ona göre bu inkılâp; kültür devamlılığını etkileyecek, millî değerler açısından tehlikeli bir adımdır.

“Arap harfi bilmeyen bir genç için Türk tarihinde ve Türk edebiyatında orta seviyeyi bulacak kadar derinleşmek imkânsızdır.” diyen Safa şöyle devam eder;

“Almanya’da Lâtin harfleriyle birlikte Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gerilik hareketi saymak hiçbir Alman’ın veya başka bir medenî millet mensubunun hatırından geçmez. Bizdeki devrim yobazlığının eşine cihanda rastlanmaz. Gençlere dünyanın hayran olduğu, Rusya’da heykeli dikilen Fuzûlî’yi aslından mı okutmak istiyorsunuz? Mürtecîsiniz. Türk tarihinin en büyük faslı olan Osmanlı tarihinin başlıca eserlerini mi okutmak istiyorsunuz? Mürtecîsiniz… Devrimbazlar mugālâta yapmasınlar. Lâtin harflerini atıp Arap harflerini getirmek istemiyoruz. Üniversitelerimizde okutulan Arap harflerini ve Osmanlıcayı liselerimizde de öğretmelerini istiyoruz. Buna Türk kanunları engel değildir. Akıl kanunları da bunu emrediyor.”

Peyami SAFA’nın üzerinde durduğu diğer bir husus ise; «öztürkçeye dönüş» bahanesiyle, her biri sadece lisânımızda değil kültürümüzde, sanatımızda, müşterek millet şuurumuzda yer edinmiş olan Arapça ve Farsça kelimelerin dilimizden çıkarılmasıdır:

“Milletler arasında zarurî kültür mübâdeleleri neticesinde her dil yabancı dillerden kelime almıştır. Her dil mürekkeptir.” diyerek lisânımızdaki Arapça ve Farsça kelimelerin dilimizin tabiî tekâmülü neticesi lisânımıza katıldığını, bu sebeple onların artık birer Türkçe kelime olduğunu vurgulayan Peyami SAFA, lisânımıza kelime ekleme-çıkarma hakkını sadece Türk sanatkârında görür;

“İçinde yabancı kelime olmayan tek bir medenî lisan yoktur; yabancı kelimeden korkmayalım. Fakat yabancı kelimelere kapılarını ardına kadar açmış tek bir medenî lisan da yoktur. Lisânın kapıları önüne kontrol koyalım. Bu kontrol; ne maârif müfettişidir, ne de dil kurumu üyesi. Bu kontrol Türk sanatkârının zevkidir: Ona güveniniz.”

Peyami SAFA, «Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca» adlı eserinde öztürkçe nâmına uydurulan hem kendisi hem kaidesi bozuk kelimeleri uzun uzun tenkit eder. Uydurukçanın temelinde uyduruk bir siyaset olduğuna inanır. Bunu;

“Yûnus Emre’nin dilini anlamayan Türk münevverlerinin kafasında, Voltaire’in Fransızcası hâlâ saltanat sürüyor.” diyerek dile getirir. Zaten o dönemin öztürkçe müdâfîlerinin pek çoğu tarihe ve geleneğe cephe almış insanlardır. Tarihten ve gelenekten uzak, uydurma bir «istikbal tasavvuru», Mehmet KAPLAN’ın tespitiyle onları mâzîyi inkâr etme yoluna götürmüştür. Bu sebeple dil inkılâbı temel maksadından uzaklaştırılmış ve uzun yıllar istismar edilmiştir. Milliyetçi fikirleri ile tanınan Peyami SAFA da zaten dilin tekâmülü içerisinde lisânımıza katılmayan yabancı kelimelere karşıdır. Bu hususu şu şekilde ifade eder;

“Aşırı yabancı kelime düşmanlığı nasıl bir dil taassubu ise, Türkçe karşılığı bulunan veya bulunabilecek olan yabancı kelime hayranlığı da züppeliktir. Zaten bu memleket ne çekmiş ve çekiyorsa softa ve züppe kafası yüzünden çekmiyor mu?”

Yerli-yersiz kullanılan kavramlar içinse şöyle der:

“Mefhumların da bir vatanı vardır. Sözgelimi «sûfiyan, sûfiyye» İslâm’ın, şarkın tabirleridir; «mistisizm» Avrupalıların. Biri diğerinin yerine kullanılmamalıdır.”

Hayatın zorluklarla eğittiği usta yazarın son seneleri de trajedi içinde geçmiştir. Maîşetini kalemiyle kazanmak zorunda idi. Bu usta kalemin, neşriyat sahiplerinin elinde neler çektiğine şahitlik eden nüktesi şöyledir:

Bazı romanlarını okuyan ve aynı zamanda yayıncılık yapan biri, Peyami SAFA’ya şunu sorar:

–Üstâdım, benim gözlerimden birinin takma olduğunu biliyor musun?

–Evet biliyorum.

–Hangi gözümün takma olduğunu biliyor musun?

–Evet biliyorum.

Peyami SAFA, takma gözü isabetle gösterince adam hayret ederek sorar:

–Hayret! Kimse ayırt edemiyor, sen nasıl anladın?

Peyami SAFA şu ince hiciv ile cevap verir:

–Çünkü o göz daha insaflı bakıyor…

Safa’nın vefatı da hayatı gibi çileli oldu. Tek çocuğunun, askerlik yaptığı Erzincan’da ölmesinden kısa bir süre sonra; büyük yazar 15 Haziran 1961’de beyin kanaması neticesinde hayatını kaybetti. Öldüğü zaman Son Havadis gazetesi başyazarı idi. Peyami Safa, Edirnekapı mezarlığında medfundur.