Ciddiyet ve Vakar

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

İnsanın konuşması, yürümesi, oturup kalkması, gülmesi, ağlaması velhâsıl her hâl ve hareketi, hafiflikten ve lâubâlîlikten uzak, belli bir ciddiyet ve vakar içinde olmalıdır. Şımarıklık, insanı gül bahçesi olmaktan çıkarıp, diken tarlası hâline getirir.

Vakar; ağırbaşlılık, haysiyeti koruma, temkinli davranma, şeref sahibi olma ve heybet anlamlarına geliyor. Îmandan neş’et eden bir ağırbaşlılık hâli. İnsanın haysiyet ve itibarını çevresine -büyüklenmeden- hissettirmesi diyebiliriz.

Bu sebeple insan; ölçüsüz şaka, hafif davranışlar ve lâubâlîlikle arasına mutlaka bir sınır koymalıdır. Bu arada vakar ve ciddiyet, asla kibirle karıştırılmamalıdır. Ciddî ve vakarlı olmak, ölçülü şaka ve latife yapmaya mâni değildir. Vakarla tevâzu birlikte olursa, tam bir fazîlet olur.

Özellikle muallimler talebeleri ile, kumandanlar askerleri ile, imam-hatipler cemaati ile, âmirler maiyetindeki memurları ile, işverenler işçileri ile, anne-babalar da çocukları ile olan münasebetlerinde; vakar ve ciddiyeti elden bırakmadan, onlara karşı şefkatli, merhametli ve müşfik olabilmelidir.

Bu ciddiyet ve şefkat dengesi iyi ayarlanamadığı takdirde; ya ceberûtluk durumu yahut da anlayışın suiistimali gibi bir vaziyet ortaya çıkabilir.

Bu münasebetler, tıpkı yüce dağlarla engin ovalar gibi olmalı. Bir taraftan yüceliği ile maiyetindeki insanları kucaklarken, diğer yandan da disiplini sağlayıp sevinç ve kederleri beraberce paylaşabilmelidir.

Dedikodu yapmak, fitne-fesat çıkarmak, onun-bunun aleyhinde konuşmak, hafif davranışlarda ve şımarık hareketlerde bulunmak, yılışık ve lâubâlî olmak, yalan söylemek ve haset etmek gibi fiil ve ifade tarzları, ciddiyet ve vakarla bağdaşmaz. Bunlar cahilliğin ve cehâletin eserleridir. Gerçi ben bugüne kadar, cahilliğini kabul eden hiç kimseye rastlamadım. Cahilin cehâletini ispatlamak kolaydır, lâkin kabul ettirmek zordur.

Bunun diploma ile de pek alâkası yok. Lâf taşıyor mu bir insan, cahildir. Çevresine lâf yetiştirmekten; kendisini ilimle, irfanla yetiştirmeyi ihmal etmiştir. Dedikodu yapıyor mu bir kişi cahildir. Onu-bunu çekiştiriyor, fitne-fesat çıkarıyor mu, lâubâlî ve yılışık mı daha da büyük bir cahildir ve dahî günahkârdır. Çünkü bu hareketler, dînimizce de yasaklanmıştır.

Nâhoş alışkanlıklardan bir türlü vazgeçemeyenler, besmele yerine yalan söyleyip dedikoduyu ikāme edenler, gayr-ı ciddî olanlar, seviyesiz şaka yapanlar, hafif meşrepçe yatıp kalkanlar var ya; asıl acınması gereken bunlardır. İnançlı, kültürlü, ciddî, vakarlı ve bilgili bir insanın en büyük imtihanı, cahiller arasında kalmaktır.

Rasûlullah Efendimiz; insanların en ciddî, izzetli ve vakarlı olanı idi. Ömrü boyunca ciddiyete halel getirici bir fiil ve ifade tarzı içinde olmadı. Hürmete lâyık bir vakar ve sevgiye lâyık bir tevâzu içinde oldu.

Rabbimiz, bu dünyanın en ciddî insanına;

“O (Kur’ân) asla bir şaka değildir.” (et-Târık, 14) hatırlatmasını yapmış ve Furkān Sûresi’nde de;

“Rahmân olan Allâh’ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde vakar ve tevâzu ile yürürler ve cahiller kendilerine sataştıkları zaman «selâm» deyip geçerler.” buyurmuştu.

Hazret-i Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Allah Teâlâ, çirkin konuşan ve ne konuştuğunu bilmeyenlerden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 61) buyurarak lâubâlîlikten uzak olma ikazında bulunmuştu. Bazen gece namazının bir rekâtında Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ ve Mâide sûrelerini okuyordu ki, toplamı 126 sayfa eder. O bile;

“Ben dahî amelimle cennete giremem.” buyuruyorsa; günahlarla dolu bir mü’min, ciddiyetten uzaklaşıp nasıl lâubâlî olabilir ki?

Kaldı ki ciddiyet ve vakar, sosyal hayatta da insanı mûteber kılan çok önemli bir meziyettir. Bu meziyeti kazanabilmek için; «yıldız görünme sevdasıyla ateş böceği olma» tavrından vazgeçilmelidir ki, iç dünyamızdaki samimiyet, ciddiyet ve vakar, dışımıza da yansıyabilsin. Toplum içinde mâkes bulsun ve örnek teşkil etsin.

Yıllar önce dinlemiştim:

Yaz tatilinde Trabzon’da bir çay bahçesinde 8-10 kişi sohbet etmektedirler. Önce bir tanışma faslı geçer. Oradakiler kimi hâkim, kimi savcı, kimi öğretmen, kimi mühendis, kimi avukat, kimi de kaymakamdır. Herkes kendisini takdim eder. İçlerinde bir de ilâhiyatçı vardır. Sohbette, adâlete dair bir husus ortaya atılır ve herkes fikrini beyan etmeye başlar.

Tam sıra ilâhiyatçıya gelince, içlerinden kendini bilmez biri hemen müdahale eder ve;

“–O arkadaşı geçelim. Çünkü ilâhiyatçılar öteki dünyalıdırlar. Bu dünyanın meselelerinden, hele ki hukukî meselelerinden ne anlasınlar?!. Cennet-cehennemden başka ne bilsinler?!.” der.

Bu durum karşısında, tüm dikkatler ilâhiyatçıya çevrilmiştir. İçlerinde aynı süflî fikri paylaşanlardan bazıları ise, kıs kıs gülmeye başlamış ve ortalıkta buz gibi de bir hava esmektedir. Bu densizlik karşısında, ilâhiyatçı vakarla söz alır:

“–Evet, ben bir ilâhiyatçıyım. İlâhiyat fakültesinde okuduğum İslâm hukuku derslerinin yanında, aynı zamanda hukuk fakültesini de bitirdim. Esas hayatı, âhiret bilirim. Bu dünyadaki her davranışımızın da âhiretteki ahvâlimizi belirleyeceğine inanırım. Aramızda da âhiret yurdunda cennete mi, yoksa cehenneme mi gideceğini umursamayan hiç kimsenin olduğunu zannetmiyorum. Müsaadenizle ben de bu hususta kanaatimi ifade edeyim…”

Herkes önüne bakmakta ve kimseden çıt çıkmamaktadır. Densizlik yapan adam da bin pişman olur.

İşte vakar ve ciddiyet budur.

Kavga etmeden medenîce hakkını savunabilmektir.

Asil duruşunla, yüce vakarınla, engin bilginle, derin kültürünle her zaman ve her zeminde fikrini ifade edebilmektir.

Çünkü; «Bilgi kuvvettir.» Bilgili olursan, fiillerin ve ifade tarzın güçlü olur.

Mûtedil ol her hâlde,
Hareket ü ef‘alde.
Vakûr olmak istenir,
Hem nisâ hem ricalde. (Gülzâr-ı İrfan)