HIDIRELLEZ GÜNLERİ
YAZAR : Hayrettin DURMUŞ hayrettindurmus@gmail.com
Çocukluk günleri… Sultandağı’nın eteklerinde, Karapınar’dayız. Ne güzel gelirdi «hıdırellez» günleri. 6 Mayıs sabahı; herkes azığını hazırlar, çıkını elinde Akçeşme’ye giderdik. Bizim oralar bozkırdır, tam Aytmatov’un anlattığı gibi…
Akçeşme’nin (Ağceşer’in) etrafı yemyeşil olurdu. Biz;
“Hızır acaba nerede oturdu?” diye koşardık sağa-sola… Hâsılı ayrı bir önemi, güzelliği vardı «hıdırellez»in. Batının günlerini sahiplenmek, kutlamak şimdiki kadar moda değildi o zamanlar. Bir dînî bayramları bilirdik, bir de millî bayramları. Kandil gecelerinde sevinir, Yerli Malı Haftası kutlar, «hıdırellez»le coşardık… Çocuk yüreğimizle de olsa «hıdırellez»i yaşardık.
Kimdi Hızır ve İlyas? Neden önemliydi onların buluşması? Hayatımızdaki yeri neydi? Nasıl katkı sunarlardı yolunu bekleyen insanlara? Her kültürde yeri olsa da; Kur’ân onların çilesini, müjdesini anlatmıyor mu bütün çağlara?
Bütün peygamberler gibi İlyas Peygamber de kavmini Allâh’a îmân etmeye çağırdı. Yükü çok ağırdı. Ne yazık ki onun kavmi de sağırdı. Uymadılar Hak söze. İlyas -aleyhisselâm- sâlihlerdendi. Rabbinden selâm geldi. Yedi yıl, dağ-bayır dolaştı. Dağları, denizleri aştı ve bengisu içip göklere kanatlandı. Sînâ Dağı’ndaki mağara ona arkadaştı. Ellerini kaldırdı semâya. Yalvardı yüce Mevlâ’ya. Kabul oldu duâsı. Üç yıldır beklenen yağmurlar yağdı. İnsanların yaşadığı devir, nankör bir çağdı.
“Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.” denmiş. Kavminin cahilliği karşısında bunalan İlyas -aleyhisselâm-’a Hızır -aleyhisselâm- arkadaştı. Hızır’la İlyas 6 Mayıs’ta karşılaştı.
Hızır ki gizli ilimlerin sırrına vardı. Ona bu kuvveti Yaratan verdi. Oturunca kuru otlar yeşerir, suda yürür, havada gezerdi. Olacakları sezerdi. Kılıktan kılığa girer; bazen bir derviş, bazen ak sakallı fakir bir ihtiyar olurdu. Onu hoşnut eden hoşnutluk bulurdu. Ataların;
“Her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil.” demesi bundandı. Adımlarını takip edemez, istesen de peşinden gidemezdin. Kayboldu mu gözden, bir daha göremezdin.
Hızır’ın gelişi yazdır. Sulak yerlerdir mekânı. Yeşillik kaplar her yanı. «Hıdırlık» der mesire alanına Anadolu insanı. Feyizdir, berekettir onun gelişi. Boş ambarlar dolar. Belki bir ikindi vaktinde kapımızı çalar. Ola ki misafirimiz olursa Hızır, yönümüz Kâbe’ye nâzır. Yüceler Yücesi’nin dîvânına durulur; iki rekât namaz kılınır ve eller açılır ulu Allâh’a:
“Yâ Rabbî! Dünyanın sahibi Sen’sin. Her şeyi yaratan, her hâlimizi bilensin. Bize rahmetinle, merhametinle muamele eyle. Sıkıntılarımızı gider. Musa Peygamber’e yoldaş eylediğin gibi, Hızır’ı ve İlyas’ı bize arkadaş eyle. Bolluk, bereket, şifâ ver. Güzel isimlerin hürmetine duâlarımızı kabul eyle.”
Hızır’ı bekleyenler erkenden kalkar, kapılarını ardına kadar açar. Eller kınalanır, diller duâya durur. Hızır gelir imdâda. Eve kuru çalıyla varılmaz, yeşil dal koparılmaz.
Yûnus Emre gelir dile;
Yûnus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler,
Meğer Hızır, İlyas ola âb-ı hayat içmiş gibi.
der.
Bir murâdın varsa Allah’tan iste. Çula çaputa bel bağlama. Hurâfelere inanıp da ömür boyu ağlama. Umudunu atma suya. Kapılma korkuya. Gerçek olsun gönüldeki murâdın. Hızır, İlyas misali kanatlansın adımların.