MEVLİD’İN KUTLU İKLİMİNDE
YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Nübüvvetin son halkası, yüce Yaratıcı’nın tüm insanlığa müjdesi olan iki cihan güneşi, gözlerimizin nûru, gönüllerimizin sürûru Efendimiz Muhammed Mustafâ -aleyhissalâtü vesselâm-’ın mübârek doğumunun gerçekleştiği bir güzel ay, Rebîulevvel ayındayız. Yüreklerimizden O’nun yüreğine doğru yollar aranıyor. O’na olan muhabbetler bir bahar ikliminde gibi tazeleniyor. Diller O’nu söylemeye, kalpler O’na akmaya, akıllar O’nu daha iyi idrak etmeye gayret sarf ediyor. Çünkü O -aleyhissalâtü vesselâm-; gönüllerde Cenâb-ı Hakk’ın yankılandığı muhteşem bir ses, aşkın muhabbetlerin zirveleştiği eşsiz bir mercîdir. O -aleyhissalâtü vesselâm-, Esmâü’l-Hüsnâ’nın her hâliyle en mükemmel şekilde tecellî ettiği en kâmil şahsiyettir.
O’nsuz Kur’ân’ı anlamak imkân dışıdır. Zira O -aleyhissalâtü vesselâm- yaşayan canlı bir Kur’ân idi. Bugün insanlık, O’nsuz dînî ve ilâhî hükümleri anlama ve yorumlamada hep sıkıntı içine düşmüştür. Neticede birçok itîkādî ve amelî problemlerin yaşanması kaçınılmaz olmuştur. Oysaki örnek bir kul ve en güzel bir rehber olan Peygamber -aleyhisselâm-’ı Kur’ân’dan öğrenip, Kur’ân’ı da O’nun rehberliğinde anlayıp, öğrenmek; bir mü’min olarak baş vazifemiz olmalıdır. Dînî hayatta yaşanan pek çok eksiklik ve yanlışlıkların, çarpıklık ve sapkınlıkların temelinde ana kaynaklara inilmediği gerçeği yatmaktadır.
Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın getirdiği kutsî prensiplerin nûru, tüm insanlığın geleceğini aydınlatacak mahiyettedir. Bu sebeple hayatımızı, Peygamber -aleyhisselâm-’ın hayatıyla yorumlayıp; vahiy mûcizesiyle önümüze konan Kur’ânî hakikatleri idrak etmek zorundayız. Eğer kendimize dünyada anlamlı bir yol haritası çizmek istiyorsak; Kur’ân’ı, Peygamber -aleyhisselâm-’ın getirdiği gibi anlamaya ve uygulamaya, dolayısıyla O’nun hayatını hayatımıza koymamız şarttır. Aksi takdirde O’nsuz çizilen hayat, eğriliklerden kurtulamayacaktır.
Cenâb-ı Hak yüce kitabında;
“Ey îmân edenler! And olsun ki; sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok ananlar için Rasûlullah en güzel örnektir.” (el-Ahzâb, 21) buyurarak son Peygamber Hazret-i Muhammed Mustafâ -aleyhisselâm-’ı, iki dünya mutluluğunu önemseyenler için «tek örnek insan» olarak insanlığın önüne takdim ediyor. O -aleyhissalâtü vesselâm-; hâliyle, kāliyle tüm ahvâlinde eşsiz güzelliklerin bulunduğu örnek bir şahsiyettir. İnsanlığa düşen en mühim vazife; O örnek şahsiyeti, her boyutuyla örnek almaktır.
Hâlbuki bütün bu gerçekler önümüzde ayan beyan dururken; dünya genelinde uzun yıllardır gelişen teknolojiyle makineleşen çağa hâkim olan modernitede, artık dînin varlık sürdüremeyeceği düşünülüyordu. Bilimin ilerlemesi, teknoloji kullanımının yaygınlaşması, hızla şehirleşme neticesinde gelen zenginlik ve kalkınma; insanlığın huzur ve refahına yeter sanıldı ve bu sâikle din, hayattan tasfiye edilmeye çalışıldı. Pozitivist ve materyalist düşünce sistemi, insanların ruh dünyasını aydınlatmaya kifâyet etmedi. Bugün bunalımlar ve rûhî çalkantılar içerisinde savrulan insanların, hep beraber bir içtimâî barışa ihtiyacı var. O içtimâî barışın temel taşı «îman»dır.
Canlı bir Kur’ân olan Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-; insanlığı hep Kur’ânî prensipleri ciddî ve ilkeli olarak yaşamaya çağırmış, ömrünü bu hakikate adamıştır. O kutlu ve eşsiz Nebî’nin arkasından gelenler; Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm-’ın sünnetleriyle, örnek davranışlarıyla hayatlarına müstakîm bir yol ve yön çizmişlerdir. İşte o mü’min kimlikler, Kur’ân ve Sünnet ışığında toparlanarak şuur kazandılar. Bu sebeple, dünyaya gelmiş geçmiş insanların en muhteşeminin yaşantısına bir bakmak gerekiyor:
O kâmil şahsiyet, eşsiz ve seçkin Nebî; hayat boyu kimseyi ayıplamadı, hiçbir kötülüğü onaylamadı. Hep sevgi, rahmet ve şefkat peygamberi oldu. Asla kendi nefsi için intikam peşinde koşmadı. Affetmek ve hoşgörü, hayatının en temel prensibi idi. Kendisinden ne istendiyse geri çevirmedi, hep verici oldu. Kimseleri kırmadı, incitmedi. O -aleyhissalâtü vesselâm- Rahmet Peygamberi; bırakın mü’min kardeşlerine, düşmanlarına dahî bedduâ etmedi, herkes için duâcı oldu. Ferdî ve içtimâî hayatta insanı mutlu kılacak prensipler, O’nun hayatının en temel öğesiydi.
O -aleyhissalâtü vesselâm-, Rabbine karşı kulluğunda hep samimiydi. Rabbini öylesine seviyordu ki; O’nun saf ve tertemiz sevgisi, âlemlere rahmet ve merhamet olarak kâinatta tecellîsini buldu. O Habîbullah’tı yani Allah Teâlâ’yı en çok sevendi. Bu sebeple de Cenâb-ı Hak, son Peygamber’inin gönlüne kendi aşkını coşkunca yerleştirmişti.
Peygamber -aleyhisselâm- her işini samimiyetle yapardı. O zaman; O’nun vârisleri ve takipçileri olarak bizler de her hâlimizde, kālimizde sahtekârlıktan, riyâdan uzak samimî mü’minler olmalı değil miyiz? Dolayısıyla bizler önce Rabbimiz’e karşı kulluğumuzdaki samimiyetimizi sorgulamalı, hayatı günü birlik yaşama anlayışından kurtulmalıyız. Rabbimiz’in son mektubu Kur’ân’a olan samimiyetsizliğimizden ve ilgisizliğimizden de kurtulmalıyız. Aziz Kur’ân ve Sünnet ile hayat yolumuza istikamet çizmeliyiz.
O -aleyhissalâtü vesselâm-’in hâl ve hareketleri, tasavvur dışı, hayal ötesi değildi. O, insan Peygamber’di. Herkes gibi yer, içer ve evlenirdi. Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-; yaptıkları ve söyledikleriyle, tüm insanlığın bir araya gelip doğru hükümler koymak isteyebileceklerinden daha fazlasını, muhteşem hayatıyla ortaya koymuştur. O, kutsî hakikatleri bizzat şahsında yaşayan canlı bir vahiy nümûnesiydi. Bu gerçeği önemsemeyen, dînin pratiğinin yaşanmasını ve yaşatılmasını hiçe sayıyor demektir. Çünkü Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-; asrında icra ettiği misyon ve temsil ettiği vizyon ile maddeyle mânâyı en dengeli biçimde harmanlayarak ilâhî gerçekleri her mekâna eşsiz zekâsıyla sunan muhteşem bir şahsiyettir. O yüce Nebî’nin insanlığa va‘z ettiği kutsî hakikatler, bütün zaman ve mekânları kuşatıcı âlemşümul özellikteydi. Bu gerçeği görmezden gelenler, bugün ve yarın düşünce girdabına savrulmaktan kurtulamayacaklardır.
Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-, hayatının her safhasında bir beşer olarak yaşamıştır. O -aleyhissalâtü vesselâm- bu hâliyle bile «İnsanlığın Efendisi» konumundadır. O’nun için Kur’ân’ı Kerim’de;
“…(Ey Muhammed!) De ki; ben de sizin gibi bir insanım…” (el-Kehf, 110) buyurulmaktadır. Evet, O bir insandır; ancak hâl ve davranışlarıyla, «âlemlere en güzel örnek bir gaye insan»dır. O -aleyhissalâtü vesselâm-, emsalsiz davranışlarıyla en muhteşem bir kul idi. Kâmil ahlâkı, zirve îmânı, örnek şahsiyeti, sağlam duruşu, ulaşılmaz sabrı, nezih davranışları, herkesi kucaklayıcı şefkati ve idareciliği, imrenilecek ferâset ve basîreti ile her zaman «en» mükemmeli insanlara sunmuş «en üstün insan» idi.
Bizlere düşen, içinde bulunduğumuz şu Rebîulevvel ayında; çağın ihtiyaçları doğrultusunda Peygamberimiz’in hayatını yeni baştan okuyup, öğrenip, güzel feyizli ağızlardan tekrar tekrar dinleyerek hayatımızı daha farklı dizayn etmeye çalışmak olmalıdır.
Bu sene «Mevlid’in kutlu iklimi»nde O -aleyhissalâtü vesselâm-’ın işaret ettiği hedefi; doğru tespit ederek önce nefsimize, sonra tüm insanlığa ve asrın idrakine, Hakk’ın hakikatlerini söyletmek boynumuzun borcu olmalı.
Her birini bir öncekine göre daha güzel ihyâ edeceğimiz, nice «Mevlid Kandil»lerine efendim, şimdiden mübârek ola…