«ADAM ARIYORUM!»

YAZAR : Hayrettin DURMUŞ hayrettindurmus@gmail.com

Yüzde değil özde dost olan; isyanı bastırıp vefâ yurduna konan; yüreği buram buram aşkla yanan; sabır deryâsında yunan; her zerresi sevgiyle boyanan; kalbi sevdayla ürperip gözleri yaşla dolan; muhâcir gibi, ensar gibi birbirine sımsıkı bağlanan; kardeşinin ayağına diken batınca yüreği kamayla yarılmışçasına ıstırap duyan; savaş meydanında susuzluktan ciğeri yanarken yanı başından gelen sesle irkilip; «Suyu kardeşime götür, o içsin!» diyerek şehâdet şerbetini içen; Akabe’dekiler, Ayneyn’dekiler misali sözünde duran kahramanları arıyorum! Bedir’de, Malazgirt’te, Miryokefalon’da, Çanakkale’de yitirdiğim yiğitleri istiyorum. Bu kaçıncı hançer bağrıma saplanan? Kuddûsî Hazretleri ile birlikte feryat ediyor ve diyorum ki:

“Yüzleri dost, özleri düşmandan usandım.”

Dünya seni parmağına dolamadan sen ilmiği geçir onun boynuna. Vefâ bilmez nâmertlere sarılacağına yılanı al koynuna, ama gaflet gömleğini giyip de Truva atının gelme oyununa. Yaylaların karı ol, üzerine basıp kimse seni kirletmesin. Yedi dağ çiçeği gibi aç, hoyrat eller seni terletmesin. Işık ol, zifirî karanlıkları parçala. Güneş ol pıtır pıtır uyanan dala. Bulut ol, sevdiğimi duldala. Yağmur ol; öyle bir in ki kirin, pasın tepesine, pasaklı büyücüler beyninden vurula. Kar ol, dünyamızı tertemiz durula. Kokun, rengin, imzan farklı olsa da; yolculuğun hep aşk ülkesine, bilinen adrese ola. Rüzgâr ol, yakın olsun sana sıla. Tamah etme paraya pula. Onurunla göğüs ger zora. Dilinden dökülürken en mübârek kelâm, dağlar-taşlar sarsıla ama yüreğin kavî, ayakların sapasağlam dura.

Hummaya tutulmuşçasına hisset acısını insanlığın. Kar üstünde yürümekten ayakları kora kesen çocuklar varken, abayı çıkarıp da «atlas libas» giyebilir misin? Kardeşlerin sayamazken derdini, sen huzurla paranı sayabilir misin? Kurtuba olup yanan şehirleri görmez misin? Gırnata olup çığlık atan insanları duymaz mısın? Kan kokan, mürekkep akan nehirlerin sesi çağlamaz mı içinde? Serçe olup su da mı taşıyamazsın gaganla?

Niyet her işin başı. Samimiyettir onun arkadaşı. Yolculara hizmet etsin, diye yere kazık çakanla; «Bir kulu incitmesin.» diye o kazığı sökenin telâşı; bende olup bir âlime sırtına yüklen taşı; akacaksa sevinçten aksın gözyaşı; yaptığın iyilikler sarsın Arş’ı.

İpek yüklü kervanlar kesmesin yolunu. Tutulma salma atlara. Konaklar girmesin kanına. Ocağı kuruyası ihânetin varma yanına. Sahip çık bezm-i elestteki kararına. Yılmasın gözün, ferah tut gönlünü, umutla bak yarına.

Allah’tan korkan; kuldan utanan; ar damarı çatlamamış; dili, dîni, namusu, vatanı ve bayrağı için gözünü kıpmadan canını hiçe sayacak yiğitler gelsin yanıma;

“Odunun bile eğrisi bu dergâha yakışmaz!” diyen Yûnus Emreleri, Necip Fazıl’ın;

“Soruverse ben neyim ve bu hâl neyin nesi?” diyen gencini arıyorum. Nurettin TOPÇU’nun;

“Yaşama zevkini bırakıp, yaşatma aşkına gönül verecek, ruh cephesinin maden işçileri…” dediği «yarınki Türkiye»nin kurucularını bekliyorum. Epiktetos’un rüyalarında bile yenilmeyen Olimpos’taki maratoncusunun peşindeyim. Adam arıyorum adam! İllâ Diogenes gibi elime fener alıp sokağa mı çıkayım?